Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Fikir Dükkânı’nın kapıcısı gurbete yollanırken…

Fikir Dükkânı’nın kapıcısı gurbete yollanırken…

 (Bu yazıyı gurbete çıkan bir dost türküsü eşliğinde okuyunuz)

Ey azizan!

Fikir Dükkânının, diğer adıyla Cuma Kapısı’nın kapıcısı fedakâr ve hasbî dost Ahmet Eralp memuriyet gurbetine çıktı. Gönlüm ve yüreğim de onunla birlikte bu kaçıncı kezdir hatırlamıyorum yine gurbetzede oldu.

        Erzurumlu Emrah’ın sözleriyle “Gönül gel gurbet ele gitme / ya gelinir ya gelinmez” diyemedim ona. “Kapının ardı gurbettir” diyemedim maişet mesleğinden geri kalmasın diye… Çünkü evin dışını dahi gurbet sayan bir milletiz. Beni gurbet tutmuş diyenlerin yüreğine baktınız mı hiç? “Gurbet, dindiremediğimiz bir sızıdır.”

      Resmî adı Türkiye Yazarlar Birliği Kahramanmaraş Şubesi olan Fikir Dükkânının, bir başka nâmıyla mağaramızın “azat kabul etmez” kapıcısıydı fikir ve gönül dostum Ahmet Eralp.

“Kapıcı” deyince modern zamânenin kapıcılarından değil elbet. Lâ-dîni Cumhuriyet eliyle ortadan kaldırılan dergâhların kapıcıları vardı. Fikir ve gönül tâlimi yapılan mekânların kapıcılarını modernizmin kurbanı olan nesiller bilmez.

 

Meşakkati ve mesaisi çoktur, amma dergâh yâranı arasında çok kıymetli bir mevkii vardır. Dergâhların idari mesuliyeti, giriş-çıkış nizamı, açılıp kapanması kapıcıdadır. Vazifesi sadece bu da değil, dervişliğinin yanında dergâh şeyhinin, efendisinin hususi işlerini de yürütür.

 

Medeniyetimizin hayatın her sahasına hükmettiği zamanlarda “Dergâh-ı âli kapıcıları” unvanıyla anılırlardı. “Bevvâbân-ı dergâh-ı âlî” de denilirdi. “Dergâh-ı âli çavuşları” diye nâmları da vardı. Osmanlı devirlerinde hükümdar sarayının kapılarını bekleyenlerin unvanı da bu idi. Hükümdar sarayının kapısını açıp kapamakla mesuliyet sahibi olan kişi.

 

İşte bu mânada fikir ve gönül tâlimi yapılan Dükkânın kapıcısı Ahmet Eralp bu vasıflara sahip bir kapıcıydı. Şimdiki zaman söyleyişiyle Dükkânın mesul müdürüydü.

 

Onun gibi Dükkânın kapıcısı olmayı çok arzu ederdim. Hattâ sorulduğunda, “Dükkânın kapıcısıyım…” dediğim çok olmuştur.

 

Gurbete çıkmadan evvel kapıcılığını, yâni mesul müdürlüğünü Dükkânın sükût eri ve hasbî dervişi Derviş Ali Yıldırım’a devrettiğini dost meclisinde söyleyip gitti. “Kapının anahtarı Derviş Ali’dedir, bundan böyle Dükkânın kapısını o açıp kapatacak…” deyince yüreğime bir sızı çökmüştü. Hem hüzün, hem sevinç vardı. Hüznüm onun gurbete çıkışından… Sevincim, Derviş Ali’nin Dükkânın kapıcısı olmasındandı… “Şükür” dedim, Dükkânımız kapıcısız kalmadı…


Medeniyetimizde birçok mânasıyla gurbet var. Fakat bu fakirin yüreği gurbete dayanmıyor artık. Çeyrek asır var ki Dükkânın kuruluş tarihinden bu yana nice dostlar gurbete çıktı. Dündar Kök, Mehmet Yılmaz, şair-i âzam’ım Mehmet Narlı, Mustafa Günalan, Oflu Süleyman ve Somalili Mahmud gurbet sızısıyla yüreğimi yakan dostlardan bazılarıdır. Gurbete çıkan her dostun ardından, İsmail Göktürk, “Dostların bir bir gidiyor, bana kalacaksın…” diye zarf atardı.

 

Gurbet çeşit çeşit… Fakirin yaşadığı gurbet dostun sîmasından, sohbetinden mahrum olmak mânasındadır. Bundandır ki her giden dostun ardından çokça gurbet türküleri dinlerim. Ahmet Eralp dostumun gurbete çıkışıyla da “ah,  gurbet türküleri!” diye figan etmeye başladım.

 

“Kırmızı gül demet demet / Gitti gelmez ol muhannet / Şol Revanda balam kaldı / Yavrum kaldı balam kaldı / Balam nenni yarum nenni.”   

 

Şol Revan gurbetine gitmiş gibi, Yemen gurbetlerine çıkmış gibi gitti Dükkânımızın sâdık kapıcısı… Dükkân, Ahır Dağı’nın dibinde Pınarbaşı mevkiinde iken o dosta “Mağara dostum” diyordum. Çünkü o mekân zahiren de, mânen de mağara idi. Cıncık kırığı soğuklarda yıllarca bu mağaradaydı gurbete çıkan dost… Erkenden gelir, mağarayı ısıtır, çayı ocağa koyar, müdavimleri beklerdi. Ah, mağara yıllarımız neredesiniz?

 

Dükkânın hatibi Mehmet Yaşar dostumuz telefonlar arıyor: “Ağabey, Ahmet Eralp’i şol Revan’da bırakır gibi, şol Yemen’e gönderir gibi Gâziantep Polis Eğitim Merkezi binasına bıraktım ve ayrılıyorum…” deyince yüreğime bir sancı çöktü.

 

“Kar-kış demeden her cuma Cuma Kapısı’nı açıp, fikirli çayları demledikten sonra Bir Hocamgili ve dostlarını kapıda bekleyen Dükkânın kapıcısını nasıl gurbet ellerde bırakırsın” dedim Mehmet Yaşar’a. “Nasıl kıydın o mahzun dosta? Gurbetlere bırakıp nasıl döndün şol Maraş’a?” dedim ve yandım…  Ah, gurbete çıkan dostlar, ne zaman dönerler?

 

Ah, Dükkânın sâdık kapıcısı! “Bin cefalar etsen almam üstüme / Gayet şirin geldi dillerin dostum / varıp yadellere meyil verirsen /  Kış ola bağlana yolların dostum dostum.”

   

Sızlayan yüreğimin derûnunu hisseden Mehmet Yaşar, soluklanıp hüzünlü bir üslûpla anlatmaya başlıyor Ahmet Eralp’in gurbet hikâyesini:

 

Kapıdayız, “Beni el etme ağam…” diyor. “Bırak beni kalayım…” diyor Ahmet Eralp. “Rızık Allah’tan değil mi ağam. Sanma ki ölümden korktuğum içindir. Maraş’ta iş mi yok? Bir işinden ucundan tutardık zahir…” diyor. Yüreğime acı bir topak çöktü. Kelimeler boğazımda düğümlendi, ağladım… Ağabeye soralım. “Orada bırakma, getir” der ise, hemen dönüp gidelim Maraş’a. Telefonu cevap vermiyor. Dolayısıyla Dükkânda verilen karar üzerine senin “içeri” girmen gerek.

 

Kadîm dostumuzu gurbet mekânına teslimat işinde Maraş’tan İstanbul’a, oradan Antep’e kadar bize yoldaşlık eden dimağı taze dost Ahmet Cihat Yıldız’ın bu hüzünlü vaka karşısında dili lal olmuştu. Ağlamak mı gerek, itidal içinde mi olmak gerek karar veremiyor, bir bana, bir gözden kaybolan Ahmet Eralp’in sûretinin artık görünmediği mavi boyalı kapıya bakıyordu…

 

Ahmet Eralp, ağırdan alıyor, valizini açıp kapatıyor, oyalanıyor. Ağabeyin telefona cevap vereceğinden ve “getirin…” diyeceğinden hâlâ umutlu. Bir ses duyuldu. Görevli polis, “Yeter, vedalaşın, gönderin yavrularınızı…” diyor. Mavi boyalı demir kapı önüne varıldı. Son kez sarılıp vedalaştık. Ahmet Eralp’in kara gözlerinden bembeyaz nur damlaları sızdı…

 

“Yüce dağ başında yanar bir ışık” türküsünün “Aha ben gidiyom sen hemen ağla /  yan ağla dön ağla…” kısmını terennüm etti ve yüzünü masumiyetin bin miligramından bir hüzün kapladı ki bakamadım.

 

Gönlümün en derin yerinden nağmeler geliyordu: “Gitme Yemen’e Yemen’e / Yemen sıcak dayanaman / Kalk borusu erken çalar / Sen küçüksün uyanaman.”

 

Kapının öbür tarafında bir masa, masada bir polis kayıt yapıyor.  Kınalı kuzular sıraya girmişlerdi. Ahmet Eralp sıradayken el etti ve “gel” dedi. Elinde iki kitap vardı. Görevli, “Bunları alamayız, sonra geldiğinde getirirsin” demiş. Kitaplardan biri Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak”, diğeri Mehmet Niyazi’nin “Yemen Ah Yemen” di. “Evin Mahremi Olmak” kitabının kapağını açtığımda ilk sayfasında kitabın alınma tarihi ve “İmzalatılamayan kitap” ifadesi yazılıydı. 

 

Ahmet Eralp tekrar içeri girip kayıt masasına adını yazdırırken fotoğrafını çekmek istedim. Görevli,” Fotoğraf çekmek yasak” diye ünledi. “Kardeşimi vatan hizmeti için ismini yazdırırken, anasının babasının ve dostlarının bakıp iftihar edeceği bir fotoğrafı olmasın mı? Bunun neresi yasak? Görevli: “Sen de haklısın, çek kardeşim” dedi.

 

Ahmet Eralp, evrak ve valiz kontrolü sırasında tekrar el ederek kapıya gelmemi istedi. Elinde valizinden çıkan ve görevlilerce alınmayacağı söylenen tütün, tabaka ve tesbihdar Hasan Ejderha emmisinin hediye ettiği oltutaşı tesbih vardı. Kitaplardan sonra bu dost eşyalarını da emanet olarak almamı söyledi. Kontrol bitti ve Dükkânın kapıcısı valizinin çekerek gözden kayboldu. Elinde sürüp çektiği valizi değil de yüreğimdi. “İnsan ne ile yaşardı” cümlesi düştü gönlüme. Dükkânın kapıcısını yaşatan dostlarıydı, tütünüydü, hasbıhaldi, tesbihdi, kitaplarıydı…

 

Valizinde gündelik dost ihtiyaçlarını karşılayacağı eşyalar yoktu da on yıllık hâtıraları vardı. Aç kalışlarımız, gülüşlerimiz, hüzünlerimiz ve ağlayışlarımız vardı… Cuma Kapısı’nı erkenden açıp, Bir Hocamgili ve Dükkân dostlarının gelmesini beklerken ki heyecanları vardı… Parasız kalıp da üniversiteye yürüyerek gittiğimiz günler vardı…

 

Onu yaşatacak olan bu gurbet mekânında geriye bir çay kalıyor ki o da kağıt bardakta da olsa belki teselli bulacağı fikirli çaydı… Tek umudu çaydı…

 

Dükkânın sâdık kapıcısının gurbet ele teslim edilişini böyle anlatıp sükût etti Mehmet Yaşar. Rengi solmuş, hazan yaprağı gibi olmuştu.

 

Dedim ki: Aziz dost, fakirin imtihanı dost gurbetindendir… Nice dostlarımı gurbete yolladım ki yüreğim inceldi. İnşallah bu giden son gurbetçi olur…

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi