Terör değil birbirimize güvensizlik yıkar
Terörün en ağır faturasını ödüyoruz, çünkü PKK ve IŞİD gibi dünyanın en acımasız ve en büyük iki terör örgütüyle mücadele ediyoruz. Arkasında kimler vardır, bu coğrafyadaki kaostan, ölümlerden ve kandan kimlerin çıkarı vardır? Bütün bunları tartışabiliriz, çok sayıda örnekler verebiliriz, tespitlerde bulunabiliriz. Hemen hepsinin belli ölçüde doğruluk payı da vardır.
Terör konusunda söylenmedik, altı çizilmedik neredeyse hiçbir konu kalmadı. Eminim ki devletin istihbarat birimlerinin, karar vericilerin elinde bizim vakıf olmadığımız çok daha can yakıcı gerçekler de vardır. Zaten terörle mücadele de bu bilgilere ve tespitlere göre yürütülmektedir. Dolayısıyla devlet bu bilgilerin ışığında asla en küçük bir taviz bile vermeden terörle mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürecektir. Bundan hiçbir kuşkumuz yok.
Ama bildiğimiz bir gerçek var ki, bizzat terör örgütleri ve onları motive eden karanlık mahfiller esas itibarıyla bu topraklardaki kardeşliği ve barışı hedef almaktadırlar. Ayrıca biliyoruz ki, her terör eylemi doğrudan masum insanları katletmenin ötesinde o toplumdaki birlikte yaşama ruhunu öldürmeyi de amaçlamaktadır.
Bu zor günleri aşarız, içeride ve dışarıda ayakları yere basan, dostlarımızı artırmayı önceleyen bir siyasi vizyon ve kararlı mücadele ile terörün de üstesinden geliriz, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ayrıca unutmayalım ki bizi terör değil, birbirimize güvensizlik yıkar.
Bu gerçeğin altını bir kez daha çizmekte yarar var. Zira son Ortaköy saldırısıyla özellikle sosyal medyada ve bazı çevrelerde başlayan ‘hayat tarzı’ tartışması, ne yazık ki endişe verici bir duruma işaret ediyor.
Nitekim bu tehlikeyi gören Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Ortaköy katliamı üzerinden başlayan hayat tarzı tartışmalarına son noktayı koydu: “Ezan okunmasına tahammül edemeyenlerin müezzinin üzerine yürümesi ne kadar yanlışsa, namaz kılmayana karşı zor kullanılması da o kadar yanlış.
***
PKK, FETÖ, IŞİD’e destek verenlere ne yapılıyorsa, mezhep ayrımcılığı veya hayat tarzı üzerinden ayrımcılığı körüklemeye çalışanlara da aynı muamele yapılacak. Hiç kimsenin hayat biçimi sistematik tehdit altında değil, herkesin hakkını korumak görevim. Çünkü herkesin aynı hayat biçimine sahip olma mecburiyeti yok.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya koyduğu bu kriterler, zor bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde hayati bir önem taşıyor. İnanıyorum ki bu uyarılar, herkesin kanun önünde eşit olduğu, hak ve hürriyetlerin teminat altına alındığı bir hukuk sisteminin inşası açısından zihin açıcı olacaktır.
Unutmayalım, özünde toplumdaki fay hatlarını dinamitlemeyi amaçlayan terörün bu tuzağına düşersek, terörden de beter bir kaos iklimine sürükleniriz ki, herhalde kendimize bundan daha büyük bir kötülük yapamayız.
Geçmişte vesayet dönemlerinde ‘hayat tarzı’ üzerinden yaşanan tartışmaların bu topluma ne tür ağır maliyetler ödettiğini çok iyi biliyoruz.
Kuşkusuz pozitif bir perspektiften baktığımızda bir toplumda farklı hayat tarzlarının, farklı kimliklerin olması o toplum açısında bir zenginlik, hatta sıhhat işaretidir. Nitekim farklılıkları zenginliğe dönüştürebilen toplumlar aynı zamanda dinamik toplumlar olmuşlardır. Ayrıca unutmayalım ki önümüzde Osmanlı gibi tarihsel bir tecrübe var. Osmanlı bünyesindeki bütün kesimlere adaletli ve hakkaniyetli davrandığı için güçlü ve büyük bir devlet modeli oluşturmuştur.
Dolayısıyla bir toplumda farklı mezhebi anlayışlar, farklı kimlikler olabilir. Önemli olan bu farklılıkları çatışmacı bir zihniyetle değil, bütün kesimleri adaletle kucaklayabilmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.