Yusuf Ziya Cömert

Yusuf Ziya Cömert

Mevlid-i şerifin çektiği zulüm

Mevlid-i şerifin çektiği zulüm

Kaside-i Bürde’lerden sonra neyi yazmak münasip olur?

Bence Mevlid.

Mevlid-i Şerif.

Birçok dilde Mevlid yazılmıştır. Arapça, Farsça, Kürtçe...

Benim okuduğum yegane Mevlid, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’idir.

Dilden anlayanlara, dilin tadını bilenlere tavsiye ederim. Anadolu Türkçesi’nin zirve metinlerinden biridir ‘Vesiletü’n Necat.’

Aynı zamanda büyük bir şiirdir.

Fakat, Mevlid’in çektiği zulmü, hiçbir şiir çekmemiştir.

Cerci mollalar onu bir maişet kaynağı gördüğü için...

Ahalinin bir kısmı onu, içinde ne olduğuna, ne anlattığına bakmadan, Kur’an tilavetine alternatif bir merasim metni olarak gördüğü için...

***

Selefi-meşrep hocalar da onun içindeki şiiri hafiye mantığıyla sorgulamaya odaklandıkları için...

Bir taifeyi daha ekleyelim.

Birçok temiz mü’min de, onun etrafında öbeklenen molla taifesi arasındaki zarf muhabbetinden gıcık kaptıkları için, Mevlid-i Şerif çok okunuyor ama ‘hiç okunmasa daha iyi’ denilecek kadar fuzuli okunuyor.

Mevlidhanın sesi ve cebine konulan zarf, Mevlid’in mısralarındaki hissiyatı alıp götürüyor.

Mevlid-i Şerif, bir tarih kitabı değildir.

Yani, Peygamberimiz’in doğuşu sırasında duvar yarılıp içeri üç hurinin girmesi... Bunlardan birinin Meryem anamız, birinin Asiye anamız, birinin de ‘hurilerden bir nigar’ olması tarihi vakıaya mutabık olur veya olmaz.

Süleyman Çelebi, öyle tasavvur ediyor.

Gönlünde, Peygamberimiz’in doğuşunu muhteşem bir bayrama dönüştürüyor.

Sonra?

Göremiyor Amine Hatun bebeği. Telaşlanıyor.

“Gördü gitmiş hûrîler hiç kimse yok.
Görmedi oğlun tazarru’ kıldı çok.

Huriler aldı tasavvur kıldı ol,
Hayret içre çok tefekkür kıldı ol.”

Yok bebek. Nerededir acaba?

Bir köşede... Yere yüz sürmüş.

“Secdede başı dili tahmid eder,
Hem getirmiş parmağın tevhîd eder.

Der ki ey Mevlâ yüzüm tutdum sana,
Yâ İlâhî! Ümmetim vergıl bana.”

***

Herkesin kendi başının derdine düştüğü günü anlatan meşhur Mahşer rivayetindeki gibi...

Hani, diğer enbiya kendi derdiyle meşgulken, insanlar, peygamberimizi, secde etmiş, ‘Ümmeti! Ümmeti!” diye yakarırken bulurlar.

Süleyman Çelebi, Peygamberimiz’in doğuşunu böyle düşlemiş.

Bu düşü, tarihi rivayetlere tetabuk etmiyor diye sansürlememiz mi gerekiyor?

Mi’rac Bahri’ndeki tepeden tırnağa şiir olan bir ayrıntıyı göstermek istiyorum.

Biliyorsunuz, Peygamberimiz, ‘Burak’ adında bir binekle yükselir miraca. Nedir o Burak?

Cebrail Miraç vazifesini alınca Cennet’ten Burak seçmeye gidiyor. Sayısız Burak var. Fakat bunlardan bir tanesi, yemiyor, içmiyor...

“Gözlerinden yaşı Ceyhun eylemiş/Ciğerini derd ile hûn eylemiş”

Tepeden tırnağa hüzün.

“Dedi Cebrail nedir ağladığın? Hüzn ile can u ciğer dağladığın?

Burak, “Kırk bin yıl önce” diyor...

“Nâgehân bir ün işitdi kulağım,
Gitdi aklım bilmezem solum sağım.

‘Yâ Muhammed’ diyerek çağırdılar,
Ol zamandan bilmezem kim n’olmışam,
Ol adın ıssına âşık olmışam.”

Peygamberimiz’in adını işitmiş ve o adın sahibine aşık olmuş bir Burak.

Süleyman Çelebi’nin, Peygamberimiz’i Mirac’a götüren Burak’ı böyle tahayyül etmesi harika değil mi?

Veladet Bahri’nde yeri göğü dolduran, gök ehlini cuş u huruşa getiren coşkulu bir merasimin ihtişamı vardır.

Fakat Mevlid’in en yakıcı mısraları, Efendimiz’in rıhletini anlatan Bahir’dir.

Peygamberimiz, hastalığın şiddetinden Mescid’e gelemeyince Sahabe-i Kiram’ı saran hüzün. Ebubekr’in mihrabda duramayışı...

Fatıma’nın ağlayarak ‘Ey canım Baba’ deyişi... “Ölme sen, senin için ben öleyim” deyişi...

Peygamberimiz’in, Fatıma’nın garip kalmasına üzülmesi... Hasan ile Hüseyn’i çağırıp söyleşmesi...

Bunları ben bir bir yazmayayım. Aşktan, muhabbetten nasibi olan, açsın Mevlid’i... Mevlidhanların lisanıyla değil, mollaların ukalalığıyla hiç değil...

Kalbiyle okusun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Ziya Cömert Arşivi