Azıcık Coğrafya Kültürümle
Bendeniz coğrafya uzmanı değilim, eskiden liselerde edinilen biraz coğrafya kültürüm vardır.
Bu coğrafya kültürüm fakire uzaklardan Norveç’i, İsveç’i, Finlandiyayı, Danimarkayı, Avusturyayıseyr ettirir.
Daha uzaklara götürür, ayak basmadığım Japonyaya, Güney Koreye, Tayvana, Singapura baktırır.
Biraz daha uzaklara, Yeni Zelandaya götürür.
Velhasıl daha nice ülkelere ve iklimlere ulaştırır.
O ülkelerin bazısında, onların yapabildiği, becerip başarabildiği harika işler görürüm.
Zihnimde soru şimşekleri çakar: Bizim bazen onlardan fazla imkanımız olduğu halde, niçin onlar gibi başarılı, üstün olamıyoruz?
Okyanusun dalgalarını yara yara Şili’den Türkiyeye buğday taşıyan dev kargo gemilere görürüm, içim cız eder. Bizim yüz milyonlarca insanı doyuracak topraklarımız olduğu halde niçin kendi buğdayımızı bile üretemiyoruz?
Arjantin pampalarındaki hayvan sürülerine bakarım, içim yine cız eder.
Hollandanın üzerinden uçarım, kimisi deniz seviyesinin altındaki arazilerde yetiştirilen (soğanları vaktiyle bizden satın alınmış) lalelere, çiçeklere, fidanlara bakarım, bir fena olurum.
Madrid’e kuşbakışıyla göz atarım, şehrin üçte birinin park, bahçe, koru, göl, yeşillik, çiçek olduğunu görürüm. Hayran kalırım, sonra İstanbula bakarım, ölesiye kahr olur üzülürüm.
Japonların uzak denizlerde seyr eden, içinde konserve fabrikaları bulunan büyük balıkçı gemilerine bakarım, bir hoş olurum.
İslam dünyasına bakarım, korkunç patlamalar, iç savaşlar, kütle ölümleri görürüm, çok kederlenirim.
On sekiz yaşından küçüklerin camiye giremediği, minareden ezan okumanın yasak olduğu bazı Orta Asya cumhuriyetlerinin üzerinden tedirgin kuşlar gibi süzülürüm.
Bir, Orta AmerikadanTürkiyeye muz taşıyan dev frigorifik gemilere bakarım, bir bizim tarumar olmuş kokulu muz bahçelerini hüzünle seyr ederim.
İngilteredekiDurham’a, Almanya’daki Bamberg’e, İsveçtekiMalmö’ye, Finlandiya’daki Tampere’ye bakarım.
Meksikanın üzerinden geçerken, Mısırlı büyük mimar Hasan Fethi’nin, çölde güneşte kurutulmuş kerpiçlerden yaptığı o harika İslam merkezini hayranlıkla seyr ederim.
Mısır’da yine ayrı mimarın yaptığı Luxor camiine dakikalarca bakarım.
Bazı ülkelerin insanlarının ne kadar çalışkan, girişimci, üretken olduklarını görürüm.
Akşam olunca Türkiyenin her yerindeki yüz binlerce kahve ve çay evinin ışıklarını görürüm.
Memleketimin ekilmeyen tarlalarını görürüm, üzülürüm.
Yeterli düz toprağı olmayan bazı ülkelerin dağ yamaçlarındaki, duvarları taşlarla örülmüş, toprakları bin zahmetle aşağıdan taşınmış teraslara bakarım.
Biz niçin Norveçliler, İsviçreliler, Finlandiyalılar, Yeni Zelandalılar, Tayvanlılar, Güney Koreliler ve öteki başarılı ülkeler gibi olamıyoruz diye üzülürüm.
Bazıları benim bu üzüntülerimi yadırgar, üzülme vakti değil, Avrasya Tüneli sevinç ve iftihar vaktidir bu günler der.
Ah keşke bendenizin şu birazcık coğrafya kültürüm olmasaydı da, huzur içinde yaşayabilseydim derim bazen.
***
TELGRAF CÜMLELERİ
Yaklaşan büyük İstanbul depremi…
Dev şehrin binalarının yüzde sekseni çürükmüş ve yedi küsur şiddetindeki depremde yıkılırmış…
Ayak sesleri duyulan üçüncü dünya savaşı…
Birilerinin umurunda bile değil. Dönme medyasında, şehit haberlerinin yanında müstehcen yayınlar gırla gidiyor.
ABD’nin son başkanı Trump. Trump aşağı, Trump yukarı…
Gazi Paşa ne demişti: Yurtta sulh, cihanda sulh… Şu anda ne yurtta sulh var, ne cihanda…