Avrupa’nın binyıllık Türk korkusu
Avrupalılar tam bin yıldır Türklerden korkarlar. Bu korkunun altında yatan sebep kendilerinin uydurduğu “barbarlık…” filan değil. Türkün, İslâmların başı ve hâmisi olmasıdır. Bundandır ki bütün Müslümanları Türk olarak telaffuz eden Avrupa için Türk korkusu gayet normal.
Osmanlı asırlarında başlayan korkunun sebebi Türklerin İslâm’ın merhamet ve sevgi diliyle Avrupa girmesi… Çünkü tahrif edilmiş dinleri elden gidecek, zulmettikleri Avrupa halkı Müslüman olacaktı.
Tarihe alâka duyanlar bilirler; Osmanlı Türk Akıncıların gözetlenmesi için Viyana’da 1534 yılında St. Stephen’s Katedrali’ne çan çalarak haber vermesi için bir “askerî memur” tayin edilir. Bu memuriyet 1956 yılında “Osmanlı tehlikesi” kalmadığı düşüncesiyle kaldırılır. Ne düşündüler bilinmez, Türk korkusu 1956’da sözde bitmiş göründü. Oysa asıl gerçek gizleniyor ve Viyana ile birlikte bütün Avrupa’nın Türk korkusunun dört asırdan bu yana sürdüğü ortada. (Derin Tarih / Nisan 2013)
AVRUPAYA GÖRE TÜRK “KAPIDAKİ DÜŞMAN”DIR
Avrupalılar, Osmanlı’ya "Türk", Osmanlı İmparatorluğu'na "Türk İmparatorluğu", Osmanlı Ülkesine "Türkiya", Osmanlı sultanlarına da "Grand Turco" yâni "Büyük Türk" ve Müslüman olan Hristiyan için de "Türk oldu" derlerdi. Hülâsa ifadeyle bu Haçlı kıtasına göre “Kapıdaki düşman” olan Türk, Müslüman Doğu ile aynı mânaya geliyor.
Bütün Avrupa ülkelerinin tarih kitaplarında Türklerin İslâmlaştırma fütuhatlarının, yâni onlara göre “Türk korkusu” nun ders olarak okutulması hâlet-i ruhiyelerinin değişmediğini gösteriyor.
Hıristiyan din adamları tam beş yüz yıl, Avrupalıların işlediği günahların bir cezası olarak Türklerin Tanrı tarafından gönderildiğini söylediler ve Türk’ün ilerleyişini kıyamet alâmeti olarak vaaz ettiler.
Korkuları o derece ileri gitmişti ki Türklerle savaşmak Tanrıyla savaşmaktı. Bundandır ki kolay kolay savaşmayı göze alamazlardı. Sözde dualarında "Bu dünya Türklerin, âhiret bizim olacak" diyorlardı. Halklarını ruhen canlı tutmak için tiyatro, bale, opera gibi eserlerinde, şarkı ve şiirlerinde Türk korkusu mevzuu işlenirdi.
Meşhur fizikçileri Galileo Galilei, “Teleskoplarla Osmanlı Türk ordusunun gelişini size önceden haber vereceğim bunu ciddiye alın” diyerek moral verirdi. Yine meşhur Martin Luther’in, “Türkleri, kilisedeki yolsuzluk ve bozulmaya karşı Hristiyan Avrupa’ya Tanrı’nın bir cezası olarak gördüğünü, veba ve savaşla cezalandırması gibi bu kez de Türkleri yollayarak cezalandırdığını” söylemesi de akıllandırmadı Avrupalıları. (a.g.d., s. 34)
AVRUPA’YI İSLÂMLAŞTIRAN TÜRK’TEN KORKUYORLAR
Osmanlı Türk’ünün karşısındaki mağlubiyetler ve bugün Avrupa’da Türk’ün devam eden yükselişi paranoya dönüşmüş vaziyette. İşte bu tarihî sebeplerden dolayı Avrupalılar binyıldır Türk’ü kendilerine rakip bildiler ve Türk’e karşı kendilerini asırlarca hep ezik hissettiler. Şuur altında devam eden Türk korkusu bundandır.
Son hadiselerden anlaşılan şu ki Avrupa beş asırdır ettiği “Tanrım bizi Türklerden koru!” duasına devam ediyor. Hollandalı bakanın “Türkiye Müslüman bir devlettir, İslâm bayrağı taşıyor, böyle bir devlet Avrupa’nın parçası olamaz…” sözleri, tarihteki gibi gittiği yeri İslâmlaştıran Türk korkusunun başladığı mânasına geliyor.
Herkesin bildiğini bir daha söyleyelim ki, Avrupa’nın korkusu, Osmanlı asırlarında olduğu gibi Türk’ün Avrupa’daki varlığının İslâmî kimlikle büyümesidir. Yakında Almanya, Avusturya, Sırbistan, Fransa, İspanya, Belçika ve İsveç’lere kadar yayılacak, tâ Amerikalara ulaşacaktır Türk korkusu.
Hülâsa, âmâ üstadım Cemil Meriç’in diliyle “Avrupa kırk haramilerin mağarası” dır. İnsanlık vasfı zaten yoktu. Türk düşmanlığı bir yana, bütün mazlum milletlere düşman. Asırlardır dünyayı sömüren, köleleştiren ve medeniyet denilen bir canavar… Ciddiye almayın, tasalanmaya gerek yok; yaşananlar hayırlı bir vak’adır…
Vakit, Osman Yüksel Serdengeçti’nin “Bir Kahraman Bekliyoruz” şiirinde (Akdeniz Hilâlindir) anlattığı “Kal’a gibi başı dik” ve İslâm’ın bayrakdarı Türk olmak vakti:
“Kal’a gibi dik başın bulutlarla yarışsın / Dalga dalga saçların rüzgârlarla karışsın! /Adını nakşedelim, eski-kadim surlara / Sesini haykıralım asırdan asırlara… / Savletinle titresin yeniden Doğu-Batı / Ve kurulsun Allah’ın ebedi saltanatı… / Ufukları kaplasın bayraklarımız al al / Göklere zaferini çizsin vahşi bir kartal / Kahramanlar büyüsün masalda dev misali / Eğilsin öpsün gökler canım nazlı hilâli / Ordularım yeniden Tuna’ya akın etsin…”
--------------------------------------------
OKUNASI BİR YAZI: “MÜSLÜMANIN DİL EDEBİ”
Ali Yurtgezen hocanın Semerkand Dergisi / Mart 2017 sayısında “Ahmet Nafiz Yaşar” müstearıyla yazdığı “Müslümanın Dil Edebi” başlıklı yazısı, kullandıkları üslûp ve dilden dolayı birbiriyle geçinemeyen, gönül kıran, suizan besleyen ve fitneye sebep olan bir kısım Müslümanların okuması ve ders çıkarması gereken bir yazı… Bu tesirli yazının okunmasını elzem bulduğumuz için tadımlık bir bölüm takdim etmeyi lüzumlu gördük:
“Büyük bir hızla gelişip yaygınlaşan iletişim imkânları, dünyada ve ülkemizde olup biten her şeyden neredeyse anında haberdar ediyor bizleri. İstemesek de lüzumlu lüzumsuz gündemimize bir yığın konu giriyor. Çoğu zaman dünyamıza da ahiretimize de fayda vermeyen meseleler üzerinde günlerce konuştuğumuz, aylarca tartıştığımız oluyor.
Medyanın özellikle ateşleyip körüklediği böyle tartışmalar ömür sermayemizi heba etmekle kalmayıp, türlü kamplaşmalara, tefrikaya, nifaka da yol açıyor. Bu arada tarafların birbirlerini alt etmek için kullandığı dil, hâkim medyadaki ölçüsüzlüğün tesiri ve sanal ortamlarda yüz yüze olmamanın pervasızlığıyla giderek çirkinleşiyor.
Görünen o ki enformasyon kirliliği sadece zihnimizi ve kalbimizi değil; dilimizi, üslubumuzu da kirletti. Nezaket ve mülayemeti unutmuş gibiyiz. Bazıları sıradan bir meselede dahi kendisi gibi düşünmeyenlere hakaret etmeyi, incitici söz söylemeyi, olur olmaz suçlamalar yöneltmeyi bir tür cihat sanıyor. İrfanımızdaki söz söyleme âdâbını, Allah ve Rasulü’nün bu husustaki emir ve yasaklarını galiba yeterince dikkate almıyoruz.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.