Alışamayanlar da zamanla alışır
2007 referandumunda ben oy kullanmadım. Acaba katılım oranı düşük müydü, yüksek miydi?
Ben oy kullanmayınca millet de mi kullanmıyor? Merak ettim.
Baktım, fena bir katılım oranı değil. Yüzde 67,5.
Demek ki ben bir ölçü değilmişim. Kuruntuya kapılmama lüzum yok.
28 milyon 800 bin kişi oy kullanmış. Bunlardan 19,4 milyonu evet oyu vermiş. 8,7 milyonu da “hayır” demiş.
Böylece, “Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir” maddesi Anayasa’ya girdi.
Aslında hepsinin mucidi Sabih Kanadoğlu’dur. Eğer rahat dursaydı belki bu işlerin hiç birisi olmayacaktı. (Bunlar olmazdı da başka şeyler olurdu, onu bilemem.)
Kuyuya atılan taş, 367’dir.
Pi sayısı gibi.
Niye gittim ki şimdi ben 2007 referandumuna?
Şundan:
16 Nisan referandumu, 2007 referandumunun devamıydı. Bir bakıma “sağlaması”ydı. Bir bakıma da “ikinci etap”ıydı.
2007’de “Cumhurbaşkanı’nı halk seçer” dedik. Bu çok önemli bir değişiklikti.
Cumhurbaşkanı, önceleri “dolaylı oy”la seçiliyordu. Milletin seçtiği vekillerin oyuyla.
2007 referandumundan “evet” çıkınca, Cumhurbaşkanı’nı seçen oylar “doğrudan oy”a dönüştü.
Halkın oyu, sandıkta durduğu gibi durmaz. Daha tesirlidir.
Derken, 2014’te Cumhurbaşkanı halk tarafından seçildi.
Doğrudan oyun Cumhurbaşkanı’nı verdiği yetkinin “kalite”si, elbette dolaylı oyun verdiği yetkinin “kalite”sinden farklı olacaktı.
Cumhurbaşkanı, kendisine verilen yetkinin “kalite”sini icraatına yansıttı.
Mamafih, yeni durum hayata (ve icraata) yansımış olsa bile, “mevzuat”ta yeni şartlara uygun düşecek düzenlemeler yapılmamıştı.
2014’te, henüz Cumhurbaşkanı seçimi yapılmadan, yazmıştım.
Alışageldiğimizin tersine, pratik önden gidecek demiştim. “Teori, pratiğin arkasından gelecek.”
Sonunda, 16 Nisan’da mevzuat “pratik”e uygun hale getirildi.
Cumhurbaşkanı ile siyaset arasındaki mevzuattan kaynaklanan mania ortadan kalktı.
Dün, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kez mevzuata uygun olarak, partisine resmen geri döndü.
Bütün bu olanlar “eşyanın tabiatına uygun”dur.
Ne diyorlar? Determinizm.
Irmak, mecraını bulmuştur.
Türkiye siyasetinde üzerinde ihtilaf olmayan (veya olmaması gereken) gerçekliklerden biri şudur:
Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’nin tabii lideridir.
Parti üzerinde en ziyade hakkı olan Erdoğan’dır.
Seçimlerde, elbette, AK Parti’nin icraatına, adaylarına oy verilir.
Ama asıl ve en çok liderine oy verilir.
Bu da herkesin bildiği bir gerçektir.
Erdoğan, partisini en ücra teşkilatına kadar tanır. Teşkilatı da onu tanır.
Bu, siyasette her lidere nasip olmayan, zor günlerde ve kolay günlerde sınanmış, istisnai bir yakınlıktır.
Dün, Erdoğan’ın katılım töreninde tanık olduğumuz heyecan... Heyecanın ötesine geçen duygusal atmosfer, bu yakınlığın bir yansımasıdır.
21 Mayıs’ta AK Parti olağanüstü kongre yapacak. Bu kongrede Cumhurbaşkanı Erdoğan partinin “resmi” lideri olacak.
Böylece, partisini mevzuat sebebiyle “dolaylı” yönetmek durumunda olan Erdoğan, artık doğrudan yönetecek.
Arada herhangi bir “formalite” kalmayacak.
Bu hal bize tabii geliyor ama,herkese tabii gelmeyebilir.
Çünkü, Türkiye, uzun zamandır (60-70 senedir) partisini doğrudan yöneten bir Cumhurbaşkanı görmedi.
Aslında, Türkiye’de “yeni durum”a hazır olan ve intibak güçlüğü çekmeyen tek siyasetçi Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Ama alışamayanlar da zamanla, göre göre alışır.
Memleketimiz için hayırlı olsun.
Erdoğan, dün hedefi koydu. 2019 seçimleri.
2007 referandumunda başlayan sürecin üçüncü ve son etabı, aynı zamanda en zor ve en riskli etabı 2019 seçimleridir.
Bence dün itibariyle kampanya da başladı.
AK Parti’yi yeni ve şimdiye kadarkilerden çok daha yoğun bir çalışma süreci bekliyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.