Kim daha kahraman?
"Son sözüm, dolayısıyla herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum." Bu sözler, birbirine denk iki taraf arasında geçen bir tartışmada söylendiği zaman biraz sert bir "ikaz" olarak anlaşılabilir.
Çünkü bu üslupta karşı tarafın "yoksa ne olur?" dozunda vereceği cevap artık sözün bittiği ve kavganın başladığı andır. Aynı "ikâz"ı bir genelkurmay başkanı, üstelik yanına dört kuvvet komutanını alarak yaparsa bunun adına ne denir? Tehdit mi?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un dünkü açıklamasını "sert" olmaktan ziyade "duygusal" ve "gergin" buldum. Sertliği ve tehdidi hiçbirimiz Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yakıştıramayız. Dünyanın dördüncü büyük ordusunu emir ve komuta eden en yüksek beş komutanın, televizyon kameraları karşısına çıkıp Genelkurmay Başkanı sözcülüğünde gazete haberleri ve yorumlarına polemik üslûbunda cevap vermesi "şık" değil. Medenî bir ülkede bu işler bu usulle yürümez. İlker Başbuğ'un söylediğinin aksine, dünya üzerinde hiçbir ordu "bu cevabı" bu şekilde vermez.
Aktütün baskınından sonra kamuoyunda süregelen tartışmaların TSK yönetiminde rahatsızlık yaratması normal. Ancak TSK'yı sevk ve idare edenlerin, önemli kararları veren kurmay heyetinin şu ayrımları yapması gerekir.
Birincisi: TSK'nın sevk ve idaresinde ortaya çıkan zaafları eleştirenlerin tamamı, PKK terörünü lanetleyenlerdir. Ordu, PKK terörü ile mücadele ettiği için değil, uygun ve yeteri kadar edemediği için eleştirilmektedir. PKK gibi amacı bile kalmamış bir taşeron terör örgütünü, sanki bir rekabetin galibi gibi "başarı" kriteriyle değerlendirmek kimsenin aklından geçmez. Terörle mücadelede taktik ve koordinasyon eksikliklerinden söz etmek, PKK'yı "başarılı" bulmak demek değildir.
İkincisi: Ordumuzun, tek tek bütün mensuplarının, hatta savaşta sefere çağrılacak olan her vatandaşın kahramanlığından hiç kimsenin şüphesi olamaz. Kahramanlık, ölümü bile göze alıp vatanı savunmaktır. Eleştiri konusu yapılan, ordumuzun kahramanlığı değil sevk ve idaresidir. Sevk ve idare zaaflarını hiçbir kahramanlık türü düzeltemez. Diğer taraftan, dünyanın en büyük ordularından birini, elinde kalemden başka bir şeyi olmayanların eleştirebilmesini de cesaret ve bir tür kahramanlık olarak görmek gerekmez mi?
Üçüncüsü: Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sevk ve idaresini her türlü eleştiriden masun tutmak akla ve bilime aykırıdır. İnsan zekasının, eğitimin, modern savaş araç ve gereçlerini kullanmanın ve farklı askerî uzmanlık alanlarında koordinasyonun bir araya gelmesinde elbette eksikler ve zaaflar ortaya çıkabilir. "Kurum" sıfatından anlaşılacağı üzere bütün devlet kurumları gibi ordu da bürokratik bir kurumdur. Kurumlar eleştirilir, eleştirilmelidir. Ordunun savaş kabiliyetini yüksek tutmanın yolu, bu eksikliklere yönelik eleştirilere açık olmaktır. Mükemmelliğe, eleştiri olmadan varılamaz. Her türlü eleştiriye kapalı ve yapılan eleştirileri sert tepkilerle engellemeye çalışan bir ordu, kamuoyu nezdinde itibar kaybeder. TSK'nın itibarını makûl açıklamalarla vatandaşları tatmin ederek korumak, kurmay heyetinin görevidir. Ordu, kendi halkına yabancılaşmamalıdır.
Dördüncüsü: Türkiye'nin terör belası ile baş edebilmesi için sakin, soğukkanlı ve akılcı çareler ve çözümler üretmesi gerekir. Her ne sebeple olursa olsun gerginlik bu ülkeye zarar verecektir. Türkiye'nin bir terör sorunu var. Bu sorunla mücadeleye, bu açıklama nasıl bir katkı sağlamıştır?
Türkiye, terörle mücadelede bir yol ayrımına yaklaştı. Başbakan'ın önceki gün grup toplantısında yaptığı bir ayrım, bu yol ayrımını da gösteriyor. Başbakan, PKK'lıların düşman mı, yoksa suçlu mu olduğunu soruyor.
PKK'lılar düşman mı? Eğer öyleyse burunlarının sürtülmesi, bellerinin kırılması, ezilmeleri ve yok edilmeleri lâzım. Eğer suçlu iseler yakalanmaları, ceza muhakeme usulüne göre soruşturulmaları, hukuk devleti güvencesi içinde yargılanmaları lâzım.
Sorun şu: Hangisi terörü sona erdirir? Başbakan'ın sözlerini "PKK düşman değil" diye tercüme edenler akıllarını başlarına almazlarsa, işimiz çok zor.