Arif
Kendi kendime “hiç 'arifimiz' kaldı mı?” diye sorduğumda aklıma gelen ilk isimdi Akif Emre…
Akif Emre bir “entelektüel” değildi, bir “aydın” da değildi; bir münevverin ise çok çok ötesindeydi. Akif Emre, bir “arif”ti.
Bir entelektüel kadar bilgiliydi, bir aydın kadar yerliydi; ancak Akif Emre, bilgisini, donanımını, sarsılmaz bir ahlak ve maneviyat temeli üzerine inşa etmişti.
Çizgisi çok netti. O çizgiden hiç çıkmadı. Yalpalamadı. Rüzgara göre yön değiştirmedi. Eğilmedi, bükülmedi, kırılmadı.
Popülizm hastalığına, şöhret tuzağına kaptırmadı kendisini. Televizyonun, sosyal medyanın cazibesine kapılıp izlenmek, takip edilmek adına kendisi olmaktan çıkmadı.
İstese, mutlaka çok para kazanabilirdi. Belediyelerin, derneklerin, vakıfların, grupların, cemaatlerin suyuna gidip, onların hoşlanacağı sözler söyleyip, onların kapısında proje kovalayıp refah içinde bir hayat sürebilirdi.
Fikrin ve fikrinin namusunu en başından en sonuna kadar sımsıkı muhafaza etti.
Kalemini, gücün, şöhretin ve paranın tasallutuna teslim etmedi.
Giderken, rahmet-i Rahman'a vasıl olurken, arkasında ibretlik bir kare bıraktı: Bir bardak su, yarım bardak çay ve yarısı yenmiş bir poğaça.
İki gündür hakkında yazılanlara bakıyorum da; çok az kimseye arkasından böyle konuşulmak nasip olur. Yaşarken olduğu gibi, vefatından sonra da bir tek kem söze, bir tek olumsuz cümleye muhatap olmadı.
Bir ahlak abidesiydi. Güzel insandı. Hem mütefekkir, hem de ahlaklı olunabileceğini bütün ümmete, bütün dünyaya gösteren bir erdem timsaliydi.
Akif Emre'nin yüreği İslam coğrafyasının aynasıydı. Kudüs'ü onun sayesinde hiç hatırımızdan çıkarmadık; Saraybosna'yı onunla tanıdık; Endülüs'ten Açe'ye, Müslümanların sızısını onun sayesinde yüreğimizde hissettik.
Son yıllarda artık çok zor yazıyordu Akif Emre. Cümlelerinden, kelimelerinden, sıkıntısını anlamak, daraldığını hissetmek mümkündü. Kimseyi kırmamaya, üzmemeye çabalıyordu. Öfkesini bastırıyordu. Son derece nazik bir biçimde, anlaşılır şekilde uyarılar yapıyordu. Çürüme, yozlaşma, çölleşme tehlikesini ısrarla, hiç vazgeçmeden vurguluyordu. Bağırmadığı için sesi duyulmuyordu. “Sesim illa duyulsun” kaygısı içinde de değildi. Bir arif gibi kalbiyle konuşuyor, kalplere hitap ediyor, söylediklerini sadece gönül gözü açık olanlar işitebiliyordu.
Artık çok imkânımız var: Gazetelerimiz, televizyonlarımız, yayınevlerimiz, STK'larımız, özgürlüklerimiz, belediyelerimiz, iktidarımız, paramız var. Hatta entelektüellerimiz, aydınlarımız da var. Ama ariflerimiz gittikçe azalıyor.
Ufkumuzu aydınlatan yıldızlar birer birer sönüyor.
Her türlü fırsatı, her imkânı, ihtiyacından fazlasını elinin tersiyle itip, kimseye borçlanmadan, minnet etmeden, kalemine ahlak ve inanç hokkasından başka hiçbir yerden mürekkep çekmeden, eğilmeden, bükülmeden yazan ve söyleyen münevver, mütefekkir ve ariflerimiz hızla eksiliyor.
Yine de umudunu hiç yitirmedi Akif Emre… “Müslüman umutsuz olamaz” şiarıyla daima umut aşıladı.
O umuttur ki, arkasında, Yeni Şafak gibi sarsılmaz bir irfan kalesi, asırlarca okunacak kitaplar, yazılar bıraktı.
Bir de “arif duruşunu” miras bıraktı Akif Emre… Ahlaklı, dürüst, namuslu mütefekkir ve münevver tavrını bir numune olarak miras bıraktı.
Yaklaşan Ramazan hürmetine inşallah mekânı Cennet olsun Akif Emre'nin. Ailesinin, sevenlerinin, Yeni Şafak'ın, elbette, bir “arif”ini daha öyle mahzun Hakk'a uğurlayan milletin ve ümmetin başı sağ olsun.
Bilvesile, Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.