Terk edenler ve reddedenler
Neden ‘Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat’ bu ismi kendisine seçmiş ve lâyık görmüştür? Bunun en bariz nedenleri arasında vasatiyeti temsil etmesiyle camiiyyete haiz olmasıdır. Uçların tezlerini itidal çizgisinde toplaması ve adalet potasında eritmesindendir. Ehl-i Sünnet camiiyyet makamındadır. Sözgelimi zıddiyete girmeden sahabe saygısı ile Ehl-i Beyt sevgisini bünyesinde cemetmiştir. Ortak noktada buluşturmuştur. Lâkin bunu yaparken uçlara gitmemiş ve gaip imam gibi suistimale açık vartalara düşmemiştir. Bu bağlamda, Gazali şöyle der: “Bizim gaip imamımız yoktur. Gerçek mânâda tek imamımız Hazreti Peygamber idi, onun irtihalinden sonra kriterimiz, ölçümüz ve imamımız Kur’ân’dır…” Bu ayrıntı gibi duran veya gözüken husus nirengi noktasıdır. Bu Ehl-i Sünnetin, şahısların hakkını yemeden; (Bediüzzaman buna temsilci der) şahısları değil ilkeleri esas alan bir meslektir, paradigmadır. Zaten şahıslar önplana çıktıkça değerler veya ilkeler örselenir ve etkisizleşir. Fikirler fırıldak gibi şahısların etafında dönmeye başlar. Fikirler ve ilkeler şahıs nereye dönerse oraya döner. Modernistlerin değerlerin değil konjonktürün ve zamanının peşinde dönmeleri ve deveran ve seyeran etmeleri gibi. Halbuki ilkeler ve prensipler şahısları izlemez. Bilâkis şahıslar kuralları, ilkeleri izler. Öyle olmasaydı Kur’ân ‘İttehezu ahbarehum ve ruhbanehum erbaben min dunillah’ demezdi. Dolayısıyla mertebesi ne olursa olsun Ehl-i Sünnet kişilerin değil, değerlerin peşinde dolaşır. Zaman zaman uygulamada bunun hilâfına gelişmeler olsa dahi. Bediüzzaman ‘zaman tarikat zamanı değil, cemaat zamanıdır’ derken bunu kastetmiştir. Bu bir uygun yöntem meselesidir, yoksa tasavvufa karşı bir duruş ve tavır değildir. Keza Hasan el Benna tarikat içinde kalıcı olan damara işaretle ‘hakikatu’t tasavvuf’ demiş ve ona sahip çıkmıştır. Yani tasavvufun cevherini ki, kimileri ihlâsa sevk etmesinden dolayı onu dinin özü saymışlardır. Yani tasavvufun ferd dairesinden çıkan hakikat dairesine yükselen değerlerine sahip çıkmıştır, zira onlar İslâm’ın değerleridir. Lâkin bunu yaparken bir şahsın veya zümrenin ilâ nihaye veya körü körüne takibine de karşı çıkmıştır. Bir terbiye mesleği olan tarikatta elbette ki mürebbiye tabi olmak esastır. Bu terbiye kurallarında böyledir. Yoksa fikri bağlamda değil. Bu edep makamında böyledir, yoksa epistomolojik makamda değil. İmam Şafii’nin İmam-ı A’zam’ı kabrine veya türbesine geldiğinde namaz kılarken onun vazettiği kurallara uyması gibi.
***
Ehl-i Sünnet akaid alanında da nas ile tevil arasına dengeyi gözetir. Onun denge arayışı dinamiktir ve vasatiyetinin bir tezahürüdür. ‘Ve’l cemaat’ yani cem ve camiiyyet makamında yine hassas dengeleri gözeterek sahabe ile Ehl-i Beyt sevgisi arasında sağlıklı ilişkiler kurar. Bu bağlamda dağıtıcı ve uç değil, toplayıcı, toparlayıcı ve kaynaştırıcı ve merkezdir. Bundan dolayı 14 yüzyıllık dilim içinde ümmetin ekseriyetini temsil etmiştir ve etmektedir. Bunun karşısında ise her türlü renkten rafizilik geleneği vardır. İmam-ı Zeyd aynen Ehl-i Sünnet çizgisinde olduğu gibi Hazreti Ebubekir muhabbeti ile Ehl-i Beyt temsilciliğini böğründe barındırma ısrarı yüzünden taraftarlarınca terk edilmiştir. İmam Zeyd Hazreti Ebubekir ve Ömer gibi sahabilerle birlikte Ehl-i Beyti bir arada tutunca yani çem makamında davranınca cemaatın iki yakasına da sahip çıkınca yandaşları onu terk etmişler ve yalnız bırakmışlardır. O da Hasan el Basri’nin Vasıl bin Ata’ya söylediğinin bir benzerini onlara söyler: Rafadtumuni. Beni reddettiniz. Hasan Basri de :”İ’tazele anna’l Vasıl/ Vasıl bizi terk etti” demiş idi. Bu hadiseden sonra Vasıl ve taraftarları ‘Terk edenler grubu/Mutezile’ olarak anılmıştır. Onlarla huruç edenler (karşı çıkanlar/Hariciler) aynı noktada (sahibi kebire, büyük günah işleyenin durumu) ana gövdenin omurgasından kopmuşlar yani cemaatı terk etmişlerdir. Zeyd bin Ali de eski taraftarlarına bu itizalcı ve ayrımcı ve redci yaklaşımlarından dolayı inşikak ehli olduklarına işaretle: “Rafadtumuni’ demiştir. Bu ifadesinden dolayı da eski taraftarları rafiziler yani reddedenler olarak anılmıştır. Dolayısıyla İmam-ı Ali’ye arşı çıkarak harici damgası yiyenlerle İmam Zeyd’e karşı çıkarak Rafızi damgası yiyenler aynı damarı temsil ederler. Bunda şüphe yok.
Ehl-i Sünnet çizgisi ise insaf çizgisi olarak hizipleşmeden berî ve uzaktır. Zira hakikat dinamiktir. Hakikat maniheistlerin tasavvuruyla statik değildir. Bundan dolayı İmam-ı A’zam en azından kalben ve maddeten İmam Zeyd’i desteklerken bu dualist yapıları yüzünden Şiileri (taraftarları) onu terk etmiştir. Bu tarihî hadisatta göstermektedir ki, Ehl-i Sünnet çizgisi sofistike, esnek ve dinamiktir. Diğerleri ise statiktir. Eskilerin ‘fi’l cehaleti rahatun’ dedikleri gibi statik çizgide kafa konforu vardır. Dolayısıyla diğer çizgilerin insanları bir iki slogan üzerinden kitleleri dondurur ve sürüleştirir. Hakikat fırkalar üstüdür bu açıdan her ne kadar Ehl-i Sünnet tanım için bir fırka olarak anılıyorsa da o fırkalar üstüdür zira o bir bütün olarak cemaatü’l müslimindir. Ortak paydadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.