Bilmem tehlike(!)nin farkında mısınız!
Büyüklerimiz, bize; "Haddinden fazla şiddet"in, "gayedeki hikmeti yok edeceğini" öğrettiler... Ve yine, "öfke"nin "gözleri kör edeceğini" söyleyip, "öfkeyle kalkanın zararla oturacağı" uyarısında bulundular... Biz, işte bu "iklim" içinde büyüdük... Hiçbir zaman "hiddet ve şiddet" içinde olmadık... Hiçbir zaman "öfke"ye de kapılmadık... Bizim kültürümüzde "hiddet ve şiddet" yok, "öfke" ise, hiç yok... Çünkü biliyoruz ki, "öfke, gözleri kör eder" ve "gerçek"leri görmemizi, hele hele "adalet"le davranmamızı engeller... Bunu biliyor, buna inanıyor ve "örneklerini" de, an be an görüyoruz... "Ekonomi dünyası"nda görüyoruz, "medya dünyası"nda görüyoruz... Evet, görüyor ve onlara sadece acıyoruz!.. Hani, biraz da acı acı gülüyoruz!..
HEM SANIKLAR, HEM ŞİKAYETÇİLER!
Bakın; nerelere, niye acı acı gülüyoruz?..
Meselâ, "Cumhuriyet gazetesi"ni ele alalım... Bu gazete mensuplarının gözleri öylesine "kör" olmuş, akılları öylesine dumura uğramış ki; "komik" hâllere düştüklerinin, "acınası durumlar"a yuvarlandıklarının farkında bile değiller!..
Sadece Cumhuriyet mi?.. Bu gazeteyi "belediye"lerine ve "büro"larına tomar tomar alanlar da bu komediye yardım ve yataklık ettiklerinin farkında değiller!..
Efendim, olay şu:
Dün de yazdığım gibi; önceki günkü Cumhuriyet gazetesinde, "aynı merkez"den çıktığı gün gibi aşikâr olan ve "çeşitli sivil (!) toplum kuruluşları" tarafından verilen "yarım sayfa" ebadında ilânlar vardı.
O ilânlarda deniliyordu ki;
"Ergenekon safsatası Cumhuriyetçileri yıldıramaz!.. Aydınlığı karartamaz!.. Haydi Silivri'ye!"
Ne anlarsınız bu "ilân"lardan?..
Ergenekon'un bir "safsata" olduğunu ve 20 Ekim'de başlayacak dâvânın kendilerini yıldıramayacağını, değil mi?..
Peki, niye "safsata"dır Ergenekon?..
Çünkü, "Ergenekon sanıkları" arasında "Cumhuriyet'in sahibi İlhan Selçuk ve 3 Cumhuriyet mensubu" vardır da, ondan!..
"Cumhuriyet mensupları"nın da "suçlandığı" bir dâvânın, onların gözünde "safsata" olması gayet normal!..
Normal olmayan şu:
Aynı "Cumhuriyet gazetesinin avukatları"nın, "safsata" dedikleri bir dâvâda "müdahil" olma talepleri!..
Evet, evet "müdahil" olmak istiyorlar..
Nereye "müdahil" olacaklar?..
"Safsata" dedikleri bir dâvâya!..
Niye "müdahil" olacaklar?.. Çünkü, "Ergenekon Terör Örgütü"nün gerçekleştirdiği "eylem"lerden "zarar" görmüşler!..
Bu, ne zararı?..
"Ergenekon Terör Örgütü İddianamesi"ni hazırlayan "savcılar"ın iddianamesinde "Cumhuriyet gazetesine hakaret edildiğini" iddia ediyorlar!..
İşte bu yüzden "müdahil" olmak istiyorlar!..
Bir yandan, avukatları;
"Gazetemizi bombaladılar. Biz zarar gördük. Ergenekon Terör Örgütü davasına katılıp, faillerin cezalandırılması için taraf olmak istiyoruz" diyorlar.
Bir yandan da, gazetelerinde yarım sayfayı dolduran ilanlarla, "halkı Ergenekon davasının duruşmasına katılıp, sanıklar lehine nümayişte" bulunmaya, davet ediyorlar!
Gelin de, çıkın işin içinden!..
Ergenekon'dan hem "sanık"lar, hem de "şikâyetçi"ler... Bu dâvâya hem "safsata" diyorlar, hem de "müdahil" olmak istiyorlar!.. Dün "tehlikenin farkında mısınız?" anonsları yapan onlar, bugün "tehlike yok" diyen, yine onlar!..
Gel de, acı acı gülme!..
Hani; "Hem savcı, hem hakim, hem de cellat" rolüne soyunanları duymuştuk ama, "sanık"ların, aynı zamanda "şikâyetçi" olduklarını yeni yeni görüyor, yeni yeni duyuyoruz!..
Bakalım, daha neler duyacağız?..
BABASININ KIZI... BABASININ OĞLU!
En sonunda, "suçlu iken güçlü" görünüp, "zeytinyağı gibi üste çıkmaya" çalışanları da gördük ya, artık ölsek de gam çekmeyiz herhalde!..
Efendim, olayı biliyorsunuz:
Başbakan Tayyip Erdoğan, geçenlerde yaptığı bir konuşmada, "Dünyadaki global krizden Türkiye'nin çok fazla etkilenmediğini" ama "kriz ortamından faydalanmak isteyenler" bulunduğunu ve bunların "dört gözle kriz beklediklerini" söyledi ya, vayyy sen misin böyle konuşan?!?..
Önce "Aydın Doğan medyası" girdi devreye, sonra da TÜSİAD dükaları!..
Meselâ, "İmPARAtor'un kızı" ve aynı zamanda TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı olan Arzuhan Doğan Yalçındağ hanımefendi önceki gün diyordu ki;
"Devir, hangi durumda ne yapılacağına ilişkin geniş bir istişare ve ayrıntılı bir ön hazırlık içinde olunduğunu ortaya koyabilmektir.
Devir, devletin özel sektörün bir arada olma devridir.
Önerilere kulak verme devridir.
Konuşanı susturma, 'Biz gerekeni yaparız' diyerek tartışmaları bastırma, yatırım yapan, istihdam yaratan, elini taşın altına koyan, sırtında yumurta küfesi taşıyan özel sektörü suçlama devri değildir.
Evet, Türkiye'de görünen bir yangın yok, ama yön değiştiren ve kuvvetini artıran bir rüzgârın tehdidi altındayız."
Aynı toplantıda, "Rahmi Koç'un oğlu" Mustafa Koç da konuşuyor ve diyordu ki;
¥ "Yapılması gereken sakinleştirici olmaya çalışırken tartışmaları bastırmak değil, geniş bir istişare mekanizmasıyla, gerektiğinde doğru zamanlama ve doğru enstrümanlarla süreci yönlendirebilmemizi sağlayacak hazırlıkları gerçekleştirmek, prensipleri belirlemektir."
¥ "Çözüm bekleyen sorunlar ortada dururken, eleştiri ve tartışmalardan rahatsız olarak onları bastırmaya çalışmak, siyaseti sürekli çatışma ve kutuplaşma tonunda sürdürmek, bu çatışma ortamının etkisiyle, siyasal istikrarsızlık algısını güçlendirmeye hizmet etmekte, bu da sosyal ve ekonomik aktörlerin güvenini aşağı çekmektedir."
Görüyorsunuz ya;
"Kaymak tabaka"nın temsilcileri olan TÜSİAD'ın patronları; bir yandan "sükûnet" çağrısı yapıyor ama bir yandan da "gerilimi tırmandırıcı" ifadeler kullanıyorlar?..
Peki, "gerilim tırmanırsa" ne olur?..
Elbette "gariban"lar ezilir ama "paradan para kazananlar"a gün doğar!..
İşin doğrusunu söyleyeyim;
Şu yukarıdaki sözlerin sahibi "Aydın Doğan'ın kızı" ve "Rahmi Koç'un oğlu" olmasaydı, evet evet onlar "TÜSİAD yöneticisi" olmasalardı, "uyarı"larını ciddiye alırdım...
Ama, "TÜSİAD" olunca, pek de iyi niyetli olduklarını maalesef düşünemiyorum...
10 YIL SONRASINI GÖRÜYORLARDI!
Çünkü TÜSİAD ne zaman "ak" dese, sonuç "kara" çıkar!.. TÜSİAD ne zaman "kötü" dese, sonuç "iyi" olur!..
Bunun örneklerini geçmişte gördük...
Alın işte... 24 Ekim 2000 tarihli Sabah gazetesinin "Nereden nereye" manşetinin altında TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu'nun şu sözleri vardı:
"Önümüzü göremiyoruz feryadının yerini, güven aldı... 10 yıl sonrasını görebiliyoruz!"
Sabah'ın haberi şöyle devam ediyordu:
"Ufkumuz 10 yıla çıktı... TÜSİAD Başkanı Erkut Yücaoğlu, iş dünyasının uygulanan programla ufkunu açan bir ortam yakaladığını belirterek, "Artık 1-2 yıllık değil, 10 yıllık program yapacak düzeye ulaştığımızı görüyoruz. Bunu çok net söylüyorum" dedi... Siyasi iktikrarsızlık nedeniyle önünü göremeyen Türkiye ekonomisinin ufku, enflasyonla mücadele programıyla açılmaya başladı... "Sanayici ve iş adamları artık bugünlerini kurtarmayı değil, gelecek 1-2 yılını, hatta 10 yılını planlıyor." Bu sözler, geçtiğimiz yıllarda önünü görememekten sürekli şikâyet eden Türkiye'nin en etkin örgütü TÜSİAD'ın Başkanı Erkut Yücaoğlu'na ait... Programın ilk yılını "üçte iki başarılı" şeklinde değerlendiren Erkut Yücaoğlu, 2001 için de "İlk günlerdeki umut ve heyecanımızı aynen koruyoruz" dedi. TÜSİAD Başkanı Yücaoğlu, Genel Sekreter Haluk Tükel ve Brüksel Temsilcisi Bahadır Kaleağası ile ekonominin ve AB ile ilişkilerin geleceğini konuştuk."
Evet, bu haber ve habere konu olan sözler, "8 yıl öncesi"nde, yani 24 Ekim 2000 tarihinde TÜSİAD Başkanı olan Erkut Yücaoğlu'na ait!..
BURUNLARININ UCUNU GÖRMÜYORLAR!
Peki, "10 yıl sonrasını görebilen" TÜSİAD Başkanı acaba "10 ay sonrası"nı, bırakın 10 ayı filan, "10 hafta sonrası"nı görebilmiş miydi acaba?!?..
10 hafta sonra ne oldu Türkiye'de?..
Malûm "2001 Şubat krizi" patladı!..
Öyle bir patlama ki;
¥ 19 Şubat - MGK'da Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında yaşanan gerginlik sonrası kriz işaretlerini verdi, borsa 10.169 puandan 8.817 puana düştü. Gecelik repo faizleri yüzde 760'a çıktı. Merkez Bankası'ndan yaklaşık 7.6 milyar dolar çıktığı iddia edildi.
¥ 20 Şubat - Borsadaki düşüş devam etti. Endeks günü 8.768 puandan kapattı. Repo faizleri yüzde 3 bini buldu. 7.3 milyar doların Merkez Bankası'na döndüğü kaydedildi.
¥ 21 Şubat - Merkez Bankası repo ihalesi açmadı. Repo faizleri yüzde 7 bin 500'lere kadar tırmanırken, borsa tarihinin en büyük düşüşlerinden birini yaşadı ve yüzde 18.11'lik düşüşle 7.180'e indi. Bankaların Merkez Bankası'ndan 3 milyar dolar satın aldığı iddiaları basında yer aldı. Dalgalı kura geçildi.
¥ 12 Mart - Kurban Bayramı'nın ardından dolar 925 bin liraya çıktı. Borsa da yeniden 8.647'ye indi.
¥ 14 Mart - Dolar, 1 milyon lirayı buldu.
O günlerde "TÜSİAD yöneticileri"ne şu soruyu yöneltmiş, ancak cevap alamamıştık;
"Sizin görebildiğiniz 10 yıl sonrası bu mu?.. Siz, bırakın 10 yıl sonrasını, acaba burnunuzun ucunu görebiliyor musunuz?"
TÜSİAD'a güvenip, "10 yıl sonrasının hesabı"nı yapanlar ya "iflas" ettiler, ya da "intihar" ettiler!..
İşte o günden beridir ki;
TÜSİAD'ın yaptığı hiçbir "açıklama"ya ve hazırlattığı hiçbir "rapor"a güvenmem!.. Bilirim ki; TÜSİAD kaynaklı her açıklama ve rapor, "Türk halkının aleyhine"dir!..
Ve yine bilirim ki;
TÜSİAD yöneticileri, dün olduğu gibi, bugün de "10 yıl sonrası"nı değil, "burunlarının ucunu görmekten bile aciz"dirler!..
ONLAR, BABALARININ SESİ!
8 yıl önce nasıl "komik" durumlara düştülerse, önceki gün yaptıkları açıklamalar da onları "gülünç" durumlara düşürmüştür!..
Çünkü Arzuhan Hanım, "Aydın Doğan'ın kızı"dır!.. Aydın Doğan'ın da; "Kâğıt üçkâğıdı" ve "Aliağa'daki POAŞ iskelesi"nden dolayı Hükümet'le başı derttedir!..
Dolayısıyla, Arzuhan Doğan Yalçındağ'ın sesi, "TÜSİAD'ın sesi" değil, "Babasının sesi"dir!..
Kaldı ki, "TÜSİAD'ın sesi" olsalar da farketmez!..
8 yıl önce "Ecevit'in aşkı"ndan "gözleri kör" olmuştu...
8 yıl sonra bugün ise, "Hükümet'e duydukları öfke"den dolayı "gözleri kör" olmuş vaziyette!..
Tıpkı, "Hükümet'ten nefret" eden Cumhuriyet'çilerin de, gözlerinin bu nefretten dolayı "kör" olması gibi!..
Haa, biz mi?..
Biz, "öfke ve şiddet"ten uzağız!..
Sadece "tehlike (!) uyarıları"na gülüyoruz!..
Bana manşetini söyle!
Biliyorsunuz, "kartel gazetelerinin manşetleri" için; "Bana manşetini söyle, sana altında yatanı söyleyeyim" denilir... Bu söz, neredeyse bir "klişe" olmuştur... Çünkü kartel gazetelerinin manşetlerinin altında "gözdağı" vardır, "aba altından sopa gösterme" amacı vardır... Kısacası, "menfaatleri koruma ve kollama" kaygısı vardır!..
Bunun son örneği Aliağa oldu... Hürriyet'in, "Aliağa'da sular durulmuyor" manşetinin altından, "Aydın Doğan'a ait Petrol Ofisi'nin Aliağa'daki tesislerinin tam 8 yıldır kaçak çalıştığı ve ruhsat almadığı" gerçeği çıkmıştı...
Vakit'in, tamamen "gazetecilik heyecanı" ile verdiği "Golfçü Paşa" haberine Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün niye balıklama atlayıp, "Paşa'ya bindirdiği"nin sebebini düşünüyorduk ki; Star'dan Nasuhi Güngör sordu: "Aydoğan Paşa, POAŞ'tan alınan petrol miktarını düşürdüğü için mi hedefe oturtuldu?!?"
İlginç bir iddia... Aydoğan Paşa, gerçekten de "POAŞ'ın hortumunu kestiği" için mi Hürriyet'in hedefi oldu?.. Ne dersiniz, ilginç değil mi?..