Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

İlhan Selçuk Ergenekon’un neresinde?

İlhan Selçuk Ergenekon’un neresinde?

Öyle demedik mi?.. “Sık sık parti değiştiriyor” diye, adamın adını “Fırıldak Kubi” koymadık mı?.. Kubilay Uygun’u, elbirliği ile “fırıldaklığın sembolü” ilân etmedik mi?.. Peki; “sık sık parti değiştiren” bir adam “fırıldak” oluyor da, “sık sık fikir ve yer değiştiren” adamlara ve gazetelere ne diyeceğiz?.. Onlara da; “fırıldak” mı diyeceğiz, “dansöz” mü, yoksa başka bir şey mi?.. Meselâ biz, “yerinde duramayan” ve sürekli “kaşını-gözünü oynatan” adamlara, “dansöz müsün” veya “köçek misin” deriz... Peki, “oynak fikirli” adamlara ne demek lâzım?..
Dün, Silivri Cezaevi’nde başlayan ve 46’sı tutuklu, toplam 86 sanıklı “Ergenekon Terör Örgütü” duruşmasında olan-bitenleri izlerken, bir yandan da İlhan Selçuk ve Cumhuriyet gazetesini düşünüyordum.
Öyle ya;
Cumhuriyet gazetesi, “bahçesine atılan bombalar”dan dolayı “Ergenekon Terör Örgütü”nün hem “mağduru” hem de gazetenin sahibi İlhan Selçuk ve 4 yazarından dolayı “Ergenekon Terör Örgütü’nün sanığı” durumunda!.. Aynı Cumhuriyet, şimdi de, bir “şikâyetçi” olarak “dâvâya müdahil olmak” istiyor ki, “mahkeme”nin ne karar vereceğini gerçekten merak ediyorum.
“Ergenekon Terör Örgütü sempatizanları”nın, dün “mahkeme binası dışında” ve “duruşma salonu”nda giriştikleri “yargıya baskı” ve oluşturmaya çalıştıkları “kaos” ortamı başarıya ulaşırsa; Cumhuriyet; “sanığı” olduğu dâvâda, “müdahil” olmayı da herhalde başarır!..

NAZIM’IN YÜZÜNE TÜKÜRÜN!
Evet, bunları düşünüyordum dün... Bir insan veya gazete; hem “mağdur” hem “sanık” ve hem de “müdahil” nasıl olabilir?..
Sonra düşündüm ki;
Sözkonusu olan İlhan Selçuk veya Cumhuriyet ise, gerisi “teferruat”tır!..
Çünkü efendim, Cumhuriyet dedin mi, insanın aklına ilk gelen özellik, “fırıldaklık” veya “dansözlük”tür!..
Bugün, “mağduru” oldukları “Ergenekon Terör Örgütü”ne, aynı zamanda nasıl “sempati” besliyorlar ve nasıl onu savunmaya kalkıyorlarsa, “geçmişte yaptıkları” da aynen buydu...
Meselâ Nazım Hikmet olayı...
Bugün “sıkı bir Nazımcı” kesilen Cumhuriyet, dün “tükürün kızıl şaire” diyerek kampanyalar yürütüyordu...
Olayı biliyorsunuz...
12 Temmuz 1951 tarihli nüshasında; Nazım Hikmet’in, Moskova’da Sovyet Muharrirler Birliği Umumi Katibi Fadeyev ile kol kola çekilmiş fotoğrafını birinci sayfasının göbeğine basan Cumhuriyet’in haberinde şöyle deniliyordu:
“Sovyetler, Nazım Hikmet’in Moskova’da aldırdıkları boy boy, şekil şekil resimlerini bütün dünya fotoğraf ajanslarına dağıtmaya başlamışlardır. Yukarıda gördüğünüz resim, bunlardan biridir. Bu fotoğrafı sütunlarımıza geçirirken, şair Eşref’in tavsiyesi aklımıza geliyor. Bu tavsiye, ‘resmini teksir ettirip dağıt ki, millet doya doya yüzüne tükürsün’ mealindedir. Biz de yukarıdaki resmi, Nazım hesabına aynı gaye ile basmış bulunuyoruz.”
Sadece bu kadar mı?.. O dönem “Cumhuriyet’in Paris Muhabiri olan Metin Toker” de, 24 Haziran 1951’de geçtiği haberde Nazım Hikmet için “Rusya’ya kaçan kızıl şair” diyor ve ekliyordu: “Nazım da şakşakçı peyki oldu!”
Metin Toker’in haberi şöyle bitiyordu:
“Kızıl şairin bahsettiği katilleri aramak lazım gelirse, bu bakımdan Nazım Hikmet bizden çok daha müsait pozisyondadır ve onların içinde bulunmaktadır.”
Oldu olacak, “Cumhuriyet logosu”nun altında halen yayınlanmaya devam edilen “Kurucusu Yunus Nadi”nin görüşlerini de aktaralım...
Yunus Nadi, Metin Toker’in haberinin yayınlandığı gün, yani 24 Haziran 1951’de Nazım’la ilgili olarak aynen şunları yazıyordu:
“Maddi manevi yeryüzündeki bütün kıymetleri inkarla işe başlayan komünizm, bugün tam manası ile bir din olmuştur ve Nazım Hikmet bu dine yürekten bağlılığını saklamaya hiçbir lüzum görmemiş, fanatik denecek kadar ateşli müminlerden birisidir.”
Bütün bunları yazıyorum ki; “Cumhuriyet zihniyeti”ni iyice kavrayasınız!..
1951’de Nazım’ın fotoğrafını 1. sayfanın göbeğinden yayınlayıp, herkesi “Nazım’ın yüzüne tükürmeye” çağıran Cumhuriyet, şimdi “Nazım’a ağıtlar” yakıyorsa, “fırıldaklığın” derecesini varın, siz ölçün!..

İŞ Mİ, SİPARİŞ Mİ?!?
Ama ben, ne yalan söyleyeyim; bu işleri sadece “fırıldaklık” veya “oynaklık” olarak izah etmenin basit kaçacağını düşünüyorum...
Hani, “acaba görev icabı mı?” demekten kendimi alamıyorum!..
Evet, evet;
“Görev icabı mı?!?”
Yani, İlhan Selçuk ve şürekâsı; “kendi özgün iradeleri” ile değil de, “birilerinin diktesi” ile mi hareket ediyorlar?..
Onlar, “görev”lerini mi yapıyorlar?..
Bu işler “iş” midir, “sipariş” mi?
Bir insan, eğer “görevli” değilse, bu kadar “fikir”, bu kadar “görüş” ve bu kadar “taraf” değiştirmez!..
Dün “Kızıl Şair” dediğin, “katil” ilân ettiğin ve hakkında “yüzüne tükürün” diye kampanyalar yürüttüğün Nazım Hikmet’i, bugün yere-göğe sığdıramıyorsan, sorarlar adama;
“Sen kimsin?.. Kimin yanındasın?.. Kimden emir ve talimat alıyorsun?”
Ergenekon Terör Örgütü ile ilgili gelişmelerden sonra, bu soruyu daha sık sorar oldum!..
“İlhan Selçuk görevli mi acaba?”
Görevli ise, nerede görevli?..

İLHAN SELÇUK TAN BASKININDA!..
Meselâ, “Tan Matbaası baskını”nda İlhan Selçuk’un işi neydi?..
Orada da mı “görevli”ydi?..
“Tan Matbaası olayı”nı biliyorsunuz ama ben, hafızalarınızı tazelemek için yine de anlatayım:
İsmet İnönü’ye ve faşizme karşı bir yayın çizgisi izleyen Zekeriya Sertel’in Tan gazetesi ve matbaası 4 Aralık 1945’te “CHP’nin kışkırttığı milliyetçi gençler” tarafından tahrip edildi.
Olaya müdahale etmeyen polis, “sanık” olarak da, “ölüm tehlike”sinden dönen ve gazetelerini kaybeden Sertel’leri tutukladı!
Evet, tutukladı!..
Yani, susturdu, Sertel’leri!..
Bu olayın, bir de “öteki yüzü” var!..
O da şu:
Tan gazetesi baskınında CHP’nin rolünü kanıtlayan belgelerin en önemlilerinden biri, dönemin Sıkıyönetim Savcısı Kazım Alöç’ün anlattıkları... Alöç, anılarının bir yerinde şöyle yazıyor:
“Üniversite gençliğini nümayişe sevkeden 8 kişi, emniyette siyasi polis tarafından nezaret altına alınmıştı. Sıkıyönetim Komutanlığı adına sanıkları sorguya çekmek için emniyete geldim. Emniyet Müdürü’yle Siyasi Şube Müdürü’nün odasında konuşurken, bir ara kapısı açık olan yardımcılar odasındaki durum gözüme ilişti.
Sanık gençler başta ‘Ali İhsan Göğüş’ olmak üzere ayakta sıralanmışlardı. Onların karşısında pek mültefit görünüşlü birisi de, tabakasını uzatmış, sanık gençlere sigara ikram ediyor, hatırlarını soruyordu. Onun bu hali pek garibime gitmişti. Emniyet Müdürü’ne sordum.
- ‘Beyefendi, kimdir bu zat?’
- ‘Kazım Bey, bu zat Halk Partisi Müfettişi Alaaddin Tiritoğlu’dur’ diye cevap verdi.”
Alöç’ün sözünü ettiği sanıklardan Ali İhsan Göğüş, sonraki yıllarda CHP’de oldukça önemli görevlere yükseldi...
Lütfen dikkat; Sertel’lerin çıkardığı Tan gazetesi “Faşizme karşı bir yayın çizgisi” izlemekte, “CHP’nin kışkırttığı gençler” de Tan gazetesi ve matbaasını basıp, binayı tarumar etmektedir!..
Şimdi, sıkı durun;
“CHP’nin kışkırttığı gençler” arasında “kim” vardır, biliyor musunuz?..
“İlhan Selçuk!”
Evet, evet; “Tan Matbaası’nı basanlar” arasında İlhan Selçuk da vardır, Süleyman Demirel de!..
Hani, bugün, “Birbirleriyle fikir ve ideoloji birlikteliği olmayan adamlar, Ergenekon’dan nasıl yargılanıyorlar” diyorlar ya, sormak lâzım;
“Demirel ile İlhan Selçuk, farklı dünya görüşlerine rağmen Tan Matbaası baskınında nasıl biraraya geldiler?..”

ONLARA KİM “YÜRÜYÜN” DEDİ?
Süleyman Demirel ile İlhan Selçuk aynı eylemde buluşuyor ise, “farklı insanların Ergenekon çatısı altında buluşması”nı hiç yadırgamamak gerekir!..
Araya bu “saplama”yı yaptıktan sonra konumuza devam edelim...
İlhan Selçuk, “Tan Baskını”na katıldığını daha sonra itiraf etmiş ve Milliyet’ten Can Dündar’ın 15 Eylül 2005 tarihli köşesinde bu itiraf şöyle yer almıştı:
“O gün ‘hadi yürüyün’ denilmesiyle herkes yola dökülmüştü ama meraklı kalabalıkla Tan’ı kırıp dökenleri birbirinden ayırmak gerekir!. Ben yürüdüm, ama binaya gitmedim. Tan’ı yağmalayanların bazıları da sonradan DP milletvekili oldu.”
O gün, İlhan Selçuk ve gençlere acaba kim “yürüyün!” demişti?..
“Yürüyün!” diyen kimdi ki; Demirel ve İlhan Selçuk’u aynı fotoğrafta buluşturmuştu?..
Evet, sormak lâzım;
“Kendini ırkçı ve Turancı olarak tanımlayan Celadet Moralıgil ile solun kurmaylarından biri olacak İlhan Selçuk’u, AP’yi devralacak Demirel ile CHP’den bakan olacak Ali İhsan Göğüş’ü aynı yürüyüşte buluşturan hangi ortak payda ve kimlerdi?”
“O günün Ergenekoncuları” da böyle bir eylem mi tezgâhlamışlardı acaba?..

O BASKINDA ÖLÜMDEN DÖNEN BİR ADAM!
Şimdi, “fotoğrafın bir başka parçası”na bakalım ve “İlhan Selçuk zihniyeti”ni daha yakından görelim...
“Tan Baskını” esnasında, “olayı birebir yaşayan”lardan biri de Nail V. Çakırhan’dır!..
Peki, Nail V. Çakırhan kimdir?..
Nail Çakırhan, Türkiye Komünist Partisi’nin yaşayan en eski üyesiydi. Kendi deyimiyle 1930’da “Nazım’ın partisi”ne, 1933’ten sonra da “esas partiye”, yani TKP’ye üye olmuştu.
13 Ekim’de ölen işbu Nail V. Çakırhan’la ölmeden önce “Tan baskını”nı konuşan Can Dündar, onun anlattıklarını önceki gün şöyle aktarıyordu:
“4 Aralık 1945 günü, bir grup gelip de Tan’ın kapısına dayandığında ben içerideydim. Pencereden dışarıyı seyrediyordum. Karşıda Sulet ve İnkılap Kütüphanesi vardı. Sokakta bir kaynaşma oldu. Karşıdan uzak bir uğultu halinde ‘Kahrolsun komünistler’, ‘Komünistler Moskova’ya’, ‘Türkiye komünist olmayacaktır’ gibi sloganlar duyduk.
Ellerinde taşlar, balyozlar, Türk bayrakları olan kalabalık, Cağaloğlu yokuşu boyunca inmeye başladı.
(....)
“.... Tan’ın içine girmişler. İçeride dizgi, baskı makinelerini kırmışlar. Kağıt bobinleri denize doğru yuvarlamışlar. Caddede trafik durmuş, bobinler Sirkeci’ye doğru yuvarlanıyor.
(...) Olayların başında ise Halk Partisi’nin İstanbul il başkanı vardı. O adam, sonradan 1940’ların sonuna doğru Sosyalist Parti’yi kurdu. Baskına katılanlardan bir kısmı sonradan sosyal demokrat geçindi. Bir kısmı ise Demokrat Parti iktidarında bakan oldu. Olacak iş mi?”
“Ne yaman bir çelişki”dir ki; “Zekeriya Sertel’in tutuklanması” ile sonuçlanan işte bu “baskın”a katılan İlhan Selçuk’a, daha sonraki yıllarda “Sertel Ödülü” verildi, iyi mi?.. “Tan baskını sanığı” İlhan Selçuk’a “Sertel Ödülü” verilebilen bir ülkede, aynı İlhan Selçuk’a, bir gün gelir de, “Ergenekon Ödülü” verilirse hiç şaşmam!..
Tıpkı, “Nail V. Çakırhan’ın ardından ağıt yakması”na da şaşırmadığım gibi!..

BU NE PİŞKİNLİK BÖYLE?!?
Yukarıda olayı anlattık... Aralarında İlhan Selçuk’un da bulunduğu “baskıncı”lar Tan Matbaası’nı kuşatıp
binayı tarumar ederken, “canını zor kurtaran”lardan, evet “linç”ten kurtulanlardan biri de, Nail V. Çakırhan’dır!..
Ve İlhan Selçuk, 4 Aralık 1945’te “canına kastettikleri bu adam”la ilgili önceki gün şunları yazmış, iyi mi;
“Ziverbey serüveninden sonra ilk kez gördüğüm Akyaka’da, Nail V.’nin -sonradan Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü alan- büyük bir bahçe içindeki tek katlı ahşap evinin bir odasında, yer yatağına uzandığım gece uzun uzun düşünmüştüm...
Evet, hayat bir romandı...”
Bazıları bu duruma “yüzsüzlük” diyor... Ama ben ne diyeceğimi inanın, bilemiyorum...
Şu hale bakın;
Adam, “Zekeriya Sertel’in tutuklanması” ile sonuçlanan bir eyleme katılıyor ama kendisine “Serter Ödülü” veriliyor!..
Adam, “Nail V. Çakırhan’ın canına kastedilen” bir yürüyüşe katılıyor ama, sonra onun evine gidip, yatağında yatıyor!..
Dedim ya; bazıları “pişkinlik” yapıyor, bazıları “yüzsüzlük”!..
Aslına bakarsanız; dünün “yüzüne tükürülen” Kızıl Şair Nazım’ın, bugün “vatan şairi”(!) ilan edildiği bir Cumhuriyet için, her sıfat uygundur;
“Fırıldak!.. Dönek!.. Yüzsüz!”

ERGENEKON NEREYE UZANIYOR?
Ama ben, bütün bunların ötesinde, “İlhan Selçuk’un görevi”ni merak ediyorum!..
Kimdir ve “nerede görevli”dir İlhan Selçuk?!?..
Bazı yazarlar;
“Kolay değil; Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün sinir ve sindirim sistemini temizliyor. Ortalığa saçılanlar, nasıl bir bela ile uğraştığımızı gösteriyor. Kontrgerilla’nın kurulduğu 1952 yılı başlangıç alınırsa, Türkiye son 56 yılının hesabını görüyor”
Deseler de, şahsen ben, bu hesabın “Tan baskını”na, “Nazım’ın yüzüne tükürülmesi”ne ve hatta çok daha gerilere kadar götürülmesi gerektiğine inanıyorum!..
Bu hesap gerilere doğru götürülmeli ki; “Beş Benzemez”lerin “aynı kare”de nasıl buluştuğu deşifre edilebilsin!..
Yoksa, gün gelir İlhan Selçuk’a “Ergenekon Ödülü” vermek zorunda kalabilirsiniz!..
O da, “Hayır, almam” demez!!!..
Maskeler ve çehreler!
Bilmem dikkatinizi çekiyor mu?.. Tam da şu kritik günlerde; ortalığa, “Apo’ya işkence” gibi, aslı-astarı olmayan bir palavra savruluyor ve bazı illerde “PKK yandaşları” harekete geçirilip; ya “protesto gösterisi” yaptırılıyor, ya da “kepenk” kapattırılıyor!..
Tam da bugünlerde “Ergenekon Terör Örgütü’nün duruşması” başlıyor ve mahkeme de adeta “kuşatma” altına alınıp, “terörize gösteriler” düzenleniyor!..
Aslında gıpta ediyorum!.. “Yalan”ı savunup, “PKK’lıları sokağa döken” ve Silivri’de “mahkemeyi kuşattıran” her kim ise, ona gıpta ediyorum!..
Abdülmelik Fırat ve Bülent Orakoğlu, diyorlar ki; “Öcalan, Ergenekon’un ajanı!.. Terör olayları Ergenekon’un işi!..”
İyi hoş da, “Cumhuriyet gazetesi”ne ilanlar verip, “Haydi Silivri’ye” diyerek, “Ergenekon duruşmasını protesto”ya çağıranlar neci?.. Hani, “yargıya saygı” edebiyatı nerede kaldı?..
İşin özü ve özeti:
“Maske”ler düşüyor, “çehre”ler görünüyor!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi