Büyük annemin kileri
Günümüzde bilim adamları, fıtratından uzaklaşan insanın sorunları üzerine kafa yoruyorlar. Oysa yaşlı dünyamızda fıtratı bozulan sadece insan değil, tıpkı bunun gibi yiyip içtiğimiz ürünler de tabiatından uzaklaştırıldı.
Kapitalizm bütün emellerini kazanmak üzerine kuruyor. Tükettiğimiz ürünlerin raf ömürlerini uzatabilmek için sağlığımızı tehdit edecek kimyasal maddeler kullanılıyor. Mutfağımızda tükettiğimiz süt, yoğurt ve peynir gibi ürünlerin ömrü birkaç günle sınırlı iken bu katkı maddeleri ile süre 1-2 aya kadar uzatılabiliyor. Çocuklarımıza verdiğimiz aromalı süt ve yoğurdun içinde onların sağlığını ciddi anlamda tehdit edecek katkı maddeleri var.
Teknoloji ile tanışma imkânı bulamayan büyük ebeveynlerimiz, katkı maddelerinin ne olduğunu bilmezlerdi. Onlar tecrübelerini kullanarak, yiyip içtikleri ürünleri saklamayı başarmış ve hayatı doğal haliyle yaşamışlardı. Büyük ebeveynlerimiz ekmeği, suyu, meyveyi kendi yöntemleri ile saklar ve bu ürünlerin kalitesini yükselterek çocukların sağlığına katkı sağlarlardı. Bu konuda bizlere örnek olan büyükannem oldukça maharetli bir hanımdı. Kendisi dağlarda doğup büyümüş bir Yörük kadınıydı. Onun yiyeceklerini saklayabileceği buzdolabı yoktu fakat kendi yöntemleri ile sütün, yoğurdun, meyvenin ve sebzenin tazeliğini korur ve çocuklarına öyle ulaştırırdı.
Yoğurdu, hayvanın derisinden elde ettiği tuluk denen kapta dört aya kadar saklayabiliyordu. Doğal şekilde hazırlanan bu kap, yoğurdu yavaş yavaş süzüyor ve tabiatını uzun süre koruyabiliyordu. Doğal yöntemlerle yapılan peynir hayvanın işkembesinden yapılan bir kaba koyulup serin bir kilerde uzun süre saklanıyordu. Patates ve elmalar toprağa gömülerek bir mevsim taze kalabiliyordu. Kuru yiyeceklerin içine bir miktar kekik ya da reyhan koyarak böceklenmesinin önüne geçiliyordu. Büyükannem kurbandan kalan etleri kurutup, kilerde uzun süre saklardı. Günlük alınan meyve ve sebzeler yaşadığı evin hemen önünde boylu boyunca akan kaynak suyunun içinde tutar ve bu ürünleri şekilde uzun süre muhafaza ederdi. Doğal kaynak suyu bir nevi buzdolabı görevi üstleniyordu. Akşamdan arta kalan yemek tenceresi dışarıda soğukta bırakılır ve bozulması önlenirdi.
Büyükannemin çamaşır yıkama tekniği de oldukça doğaldı. O hiçbir zaman deterjan kullanmadı. Temizlikte kendi imkânlarıyla ürettiği sabunu kullanırdı. Beyaz çamaşırları temizlemek için çamaşır suyu değil, meşe odunu külü kullanır ve yıkanan çamaşırları ağaçların dallarına asarak kuruturdu. Yaşadığı evi tabiatta doğal olarak bulunan beyaz ya da kırmızı toprakla boyar ve yaşamına renk katardı. Ona göre dışarıdan bir şey almaya hiç gerek yoktu, ihtiyacımız olabilecek her şey tabiatın içinde gizliydi.
Büyükannem bugün yaşamış olsaydı, doğal olarak elde ettiği ürünlerle bir yarışmaya katılabilir, belki de yarışmanın birincisi olabilirdi. Ama ne yazık ki, bilgi ve tecrübelerini aktarma imkânı bulamadan hayattan göçüp gitti.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.