Yusuf Kaplan

Yusuf Kaplan

İnsansız şehir, şehirsiz insan…

İnsansız şehir, şehirsiz insan…

Önümüzdeki 10 yılda gelecek 100 yılın tohumlarını ekemezsek, yok oluruz, demiştim.

Başta eğitim olmak üzere, fikir, sanat, kültür, medya ve gençlik’te medeniyet dinamiklerimiz ekseninde devrim yapamazsak, yaptığımız maddî atılımların hepsi boşa gider; geleceğe emin adımlarla yürümeyi geçtim, varlığımızı sürdürebilmemiz de tehlikeye girer...

Bu arada umudunu bize bağlayan mazlum ümmetin umutları da suya düşer.

10 yılda âcilen yapmamız gereken hayatî işlerden biri şehir meselesine eğilmek…

Unutmayalım: Medeniyetler, şehirlerde yeşerir.

İlkemiz şu olmalı burada: Din, mekke’de hayat bulur; medine’de hayat olur; medeniyet sürecinde de hayat sunar bütün insanlığa ve varlığa...

Bir yandan, biz, kendimiz, kendi ellerimizle, ruhsuz ve acımasız bir şekilde, şehirlerimizi yok ediyoruz, öldürüyoruz…

Öte yandan, medeniyetimizin kurucu ve koruyucu şehirleri Bağdat, Şam, Musul, Halep, Kerkük, Kâbil birer birer harabeye çevriliyor gözümüzün içine baka baka!

Kimseden çıt çıkmıyor!

Bir Londra’nın, Paris’in, Viyana’nın, Roma’nın, dünyanın gözünün içine baka baka yok edildiğini düşünebiliyor musunuz?

Daha önce yayımlanan bu yazımı gözden geçirerek yeniden yayımlama ihtiyacı hissettim: Artık hem şehirlerimizi özene bezene korumak hem de yeniden güvenilir, âdil, tertemiz yeni müslüman şehirler inşa etmek için kollarımızı sıvamak zorunda olduğumuzu iliklerimize kadar hissettiğimiz bir süreçte, önce seküler kent fikri, sonra da Müslüman şehir / medine tasavvuru konusunda dişe dokunur bir iki cümle kurmanın yararlı olacağını düşündüm.

SEKÜLER KENTLER: TAŞLAŞMIŞ, RUHSUZ MEZARLIKLAR

Öncelikle, burada kent ile şehri ayrı anlamlara sahip iki ayrı “dünya” olarak görmemiz gerektiğini hatırlatmak istiyorum bir kez daha.

Kaldı ki, Batılı düşünürler bu meselede zihin açıcı fikirler geliştirdiler. Sözgelişi, parlak çağdaş düşünürlerden Deleuze, kent’i / city’yi,“garnizon” metaforuyla, medine’yi / şehir’i “galaksi” metaforuyla açıklar.

Bu ayırım, son derece kışkırtıcıdır; bu mesele üzerinde çok yazdığım için bu kadarla yetiniyorum burada.

Paul Virilio, modern seküler kentlerin “ölü mezarlıkları andırdığını” söylerken hiç de yabana atılmaması gereken bir tespitte bulunur.

Sekülerleşmenin ürünü kentleşme, şehri öldürdü çünkü. Sadece şehri değil; insanı da.

Buradaki yakıcı paradoksu görüyor olmalısınız: Modernleşme, doğuşunu kentlere borçlu aslında: Kentleşme olmasaydı, modernleşme de olamazdı. Modernleşme, kentlerle varoldu; ama şehri de, şehrin tabiî çocuğu insanı da yok etti.

Modernleşme / sekülerleşme serüvenimizi, bir de kimliksiz ve ruhsuz kentlere dönüştürülen şehirlerimizin yok oluş serencamı üzerinden okuyabiliriz.

Kent, bizim yaşadığımız derin tarihî tecrübenin ürünü değildi: Kenti, biz, her şey gibi, Batı’dan ithal ettik. O yüzden kent, Türkiye’de tutmadı; şehri de tuzla buz etti.

Peki, kent, Batı’da tuttu mu? Tuttu ama insanı da yuttu bu arada. İnsansa, kentte, kendini de, kendi hakikatini de, hakikatin kendisini de unuttu tabiatıyla.

Modern kent, kalabalık yığınlardan oluşan modern insanın sürgün yeri aslında: İnsanın insan olabilmesi, kalabalıkların ortasındaki sürgün yerinde yitirdiği insanî özelliklerini hatırlayabilmesi için, kentten, kent sürgününden kurtulabilmesi şart.

POLİS‘TEN NET-ROPOLİS’E...

Atina’nın Polis’inden modernliğin metropolis’ine, çağımızın megapolis’ine kadar yaşadığı serüvenle, insan, kentin yerine, yerli yerince yerleşebileceği yeni yerler, muhkem, sarsılmaz yerleşim alanları arayışına soyundu: İşte adına sanal-kent veya sanal-âlem dediğimiz net-ro-polis, bu arayış çabasının bir sonucu.

Peki sanal-kent ya da net-ro-polis ne, nasıl bir yer?

Kentin de öldüğü bir yer; yersiz-yurtsuzluk hâli. Bir kaçış mahalli. Kentin de, insanın da, hakikatin de, fizik gerçekliğin de buharlaştığı, sırra kadem bastığı bir sanal göçebelik, tastamam bir göçüş, bir göçmüşlük labirenti.

PEYGAMBERLER YURDU: BARIŞ MEKÂNI MEDİNE / ŞEHİR

Oysa şehir, bütün varlıkların, bütün hakikatlerin, bütün farklılıkların ve çeşitliklerin yaşanabildiği, tecrübe edilebildiği sürekli varoluş ve diriliş mekânı.

Yaratıcı’nın müdahalesine her ân hazır, tabiatın yemişlerini devşirmeye her zaman hazırlıklı bir keşif ve mükâşefe aktörü: Şehir / medine, yalnızca Müslümanlara özgü bir varoluş, bir tekevvün imkânı.

Çünkü şehir / medine, her şeyden önce peygamberlerin yurdu.

Kutlu kitabımızda, bütün peygamberlerin şehirlere gönderildikleri açıkça vurgulanır: Çünkü şehir, âlemin, varlıklar âleminin özü ve özetidir.

İnsan da, zübde-i âlemdir: Âlemin, tabiatın ve bütün varlıkların dengesini korumak, sadece insanlar arasında, sadece inananlar arasında değil, bütün yaratılmışlar arasında mizanı, dengeyi, ölçüyü, adaleti temin ve tesis etmek ve teminat altına almakla mükellef kılınmıştır insan.

İnsan, varlıklar âleminin bir parçası olduğu ve varlıklar âleminde Allah’ın adaletini tesis etmekle yükümlü kılındığı için, insanın, inanan insanın başka insanlara da, başka varlıklara da, tabiata da zarar vermesi, diğer insanlar ve varlıklar üzerinde de, tabiat üzerinde de tahakküm kurması düşünülemez. İnsan bu yükümlülüğünü yerine getirdiği ölçüde hakîkî kul olur.

Bu nedenle Müslüman şehir, kendisine emanetin yüklendiği, emniyeti teminat altına almakla yükümlü kılındığı mesuliyetleri yerine getirdiği yer olabildiği ölçüde, insanı, inanmış insanı yansıtır.

Tıpkı inanmış insan gibi, Müslüman şehir de mütevazidir; âdildir; ilmin şehridir; güvenilirdir: O yüzden Müslümanların yurdu, darus’s-selâm olarak adlandırılır.

MÜSLÜMAN ŞEHİRLER İNŞA EDEMEDİĞİMİZ SÜRECE....

İşte bu nedenledir ki, bugüne kadar farklı dinlere, kültürlere ve inançlara mensup toplulukların bir arada, sulh ve bütünleşme ortamı içinde yaşayabildikleri şehirleri Müslümanlar inşa etmiştir yalnızca.

Sözgelişi, Osmanlı İstanbul’unun, Kudüs’ün, Saraybosna’nın, Üsküp’ün, Kurtuba’nın, Kahire’nin, Bağdat’ın ve Şam’ın benzerleri başka medeniyetlerde görülememiştir. Farklılıkların tecrübe edilebildiği, farklılıklardan yararlanılabilen, farklılıkların farklılıklarını zenginlik ve derinlik olarak sunabildikleri şehirler yalnızca Müslüman şehirler olmuştur.

Ancak bugün Müslüman şehirler ne yazık ki, varlıklarını, canlılıklarını sürdürebilecek bir medeniyet ruhuna, medeniyet şuuruna ve medeniyet iddialarına sahip olmaktan uzak oldukları için cançekişiyorlar…

Özetle, yeniden Müslüman şehirler inşa edemediğimiz sürece, dünyaya insana dair hiçbir şey söyleyemeyeceğimizi, yeniden ve taze ruh üfleyecek şekilde yenilenerek gelemeyeceğimizi iyi bilelim, derim. Vesselâm.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yusuf Kaplan Arşivi