Demokrasi kaç para?
Toplumlar büyük dönüşümleri gerçekleştirecek liderleri zamanında seçebilir mi? Yakın tarihe baktığımızda vereceğimiz cevap maalesef “evet” değil.
Gelir dağılımı arttıkça toplumların radikalleştiğini biliyoruz. Gelir dağılımı bozulan toplumlar artık çareyi uçlarda arıyor. Hatta bu uçlardaki arayış daha yakın zamanda iki dünya savaşına yol açtı.
1900’lü yıllarda teneke evler ile 15-20 odalı malikaneler yan yana değil miydi? Gelir dağılımındaki bozukluk, terör ve radikal hareketleri besleyerek iç savaşlara yol açmamış mıydı? Hatta Hitler bile bir ekonomik krizle iktidara gelmedi mi? (1. savaş tazminatının ağır yükü)
Ama aynı küresel kriz, ABD’de F.D. Roosevelt iktidarına da yol açılmıştı. Malikanelere (atıl servet) getirdiği yüksek vergi ile fakir konutlarını hayata geçirmişti. Gelir dağılımının düzelmesinde en radikal kararları alabilmişti.
Ama elbette geç kalmıştı. Çünkü gelir dağılımı bozukluğunun oluşturduğu dünya düzeni yeni bir dünya savaşına yol açmak üzereydi...
***
Alt gelir grubuna dayalı bireylerin bırakın bir kaç yıl sonrasını, bugünü bile analiz oranı ne derece başarılıdır? Yarım ekmek arası helvaya oy vermek; “kim ne verirse 5 lirası fazlası”na oy vermek gibi bir gelecek öngörüsünü yaşamadık mı? 1991 seçimlerinin Türkiye’ye en az bir 10-15 yıl kaybettireceğini herkes biliyordu. Gelişmekte olan bir ülkede 40 yaşlarında emeklilik ile ülkenin batacağı o kadar aşinaydı ki...
Kim itiraz etti bunlara...
Kim erken emeklilik ile batarız dedi
Kim kamu bankalarından dağıtılan paraya “hayır” dedi...
Kimse!
Demokrasinin, adaletin, hakkın ve hukukun en güçlü kesimi olan “orta sınıfın” henüz tam sesi çıkacak düzeyde değildi. Üst gelir grubu dediğimiz zenginlerimiz ise zaten devlet tarafından oluşturulmuş bir elit kesimdi. Onlar “ithal ikameci” dönemin ürünüydüler. Hem zengindiler hem de solcu...Aynı zamanda devletçi..
Hatta o kesim demokrasimizi bile otel odalarında dizayn etmeye çalışmıştı. O kadar demokrattılar ki, parayla demokrasi oluşturabiliyorlardı.
***
Gelelim bugüne...
En yapısal sorunumuz “yozlaşma”. Okumuş beyin gücümüz göç ediyor. Ülkeden çıkışlar kadar, ülke içinde yer değiştirmeler de artık hissediliyor.
Ekonomik modelimiz “orta sınıfı” ezmeye dayalı. En zengin yüzde 5’lik kesim, en fazla (hem oran hem de miktar olarak) zenginleşen kesimimiz. Ülkenin kaymağı onlara gidiyor.
Ya alt kesim: Bugün demokratik yolumuzu onlar belirliyor. Oy miktarı en yüksek kesim orası. Demokrasimizde alt gelir-eğitim grubunun dediği oluyor.
Şöyle bir tablo çizecek olsam ne dersiniz: Devlet 15-20 lira geçiş ücreti olacak köprüyü özel sektöre yaptırıyor. Tabii ki bu özel sektör, sermayesi büyük birileri. Bu köprüde geçiş ücreti 150 lira olarak belirleniyor. Geçenlerden 65 lira, geçmeyenlerden 85 lira alınıyor. Şimdi bu köprüye kim karşı çıkar? Zaten köprüyü kullanmayan ve 85 lira ödediğinin farkında olmayan alt gelir grubu ses çıkarır mı? Veya bırakın 65 lirayı, köprü boş olsa da keyifle araba sürerek 165 lira ödemeye hazır olan zenginler mi?
Elbette hayır. O köprü en fazla orta sınıfı yaralar.
Geleceğini toplumsal çıkarlar etrafında en fazla orta sınıf hesap eder. Sermayedar ise kendi gelecek gelirini hesap eder.
Orta sınıf toplumsal adaleti isterken, sermayedar kendi çıkarını ister. Bu hep böyle olmuştur. Dünyada da böyledir.
İşte o nedenle, bugün sözde demokrasi söylemleri ile yanıp tutuşan sermayenin fiiliyatta ne yaptığına da bakmalıyız.
En bariz örneğini 4. kuvvet medya ilişkisinde görebilirsiniz. En fazla şikayet ettikleri haberlerin arkasında kendi ilanlarının yer almasına ne diyeceksiniz? Kapı gibi demokrasi isteklerinin belgesi olarak bir kenarda dursun öylece...Yarın lazım olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.