Narcos
Juan Pablo Escobar, Kolombiyalı bir uyuşturucu baronu. Kokaini Kolombiya dağlarında üreterek, işleyerek ve başta ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesine transfer ederek zengin oldu. O kadar zengindi ki, Kolombiya içinde paralel bir devlet kurmuştu. Polisleri, askerleri, hakim ve savcıları, medyayı satın almış, hatta bir dönem senatör seçilerek Kolombiya devlet başkanı olmaya çok yaklaşmıştı. 1993’te, Kolombiya’nın Medeline şehrinde, saklandığı eve yapılan bir polis operasyonuyla öldürüldü.
Escobar hakkında çok kitap yazıldı, onlarca film ve dizi yapıldı. Narcos, Escobar’ı anlatan en güncel ve en detaylı dizi. Birkaç uykusuz gece geçirerek, 20. Yüzyıl’ın bu en tehlikeli teröristinin hayatını tekrar hatırlama fırsatı buldum. Diziyi izlerken, Kolombiya’nın ve Escobar’ın hikayesinin, şaşırtıcı derecede Türkiye ile benzerlik gösterdiğini farkettim.
Kolombiya devleti, ABD’nin baskısı ve desteğiyle Escobar’ı etkisiz hale getirmek istiyordu. Buna karşılık Escobar, sınırsız doların sağladığı güçle, bir yandan yoksulların sempatisini kazanıyor, bir yandan devleti “satın alıyor”, diğer yandan da acımasızca terör eylemleri yapıyordu. Suikast, bombalama ve uçak düşürme eylemlerinde Escobar binlerce kişiyi katletmişti. Kolombiya devleti, baş edemediği bu eylemler karşısında Escobar’la görüşmeler yapmış, kendi kurduğu hapishanede cezasını çekmesine izin vermişti. Ancak Escobar durmamış, hapishane görünümlü kalesinden uyuşturucu pazarını idare etmiş, anlaşma bozulmuştu.
Escobar, kurduğu paralel devlet yapılanmasıyla FETÖ ile benzerlik gösteriyor. Ancak, ondan daha çok, Narkotik-Sol ilişkisiyle, PKK’yla çok yakın benzerlik sergiliyor.
Escobar’ın Kolombiya soluyla ilişkisi bugün bile tartışılıyor. 1985’te, Kolombiyalı solcu terörist grup M19, Kolombiya Yüksek Mahkemesi’ne bir saldırı düzenledi. Escobar’ın suç dosyalarının da bulunduğu mahkeme binası yakıldı, 25 yargıç öldürüldü. M19’un Escobar tarafından desteklendiği bildirildi.
Kolombiya’da bugün de faaliyet gösteren ve devlet ile barış görüşmeleri belli bir aşamaya gelen FARC isimli solcu örgütün de Escobar ile dayanışma içinde olduğu belgelendi. FARC, narkotik işine girdiğini reddetse de, kokainin üretilmesi, işlenmesi ve transferinden aldığı “vergi”nin yıllık 1 milyar dolara ulaştığı iddia ediliyor.
Kolombiya’da narkotik ve sol terör iki ayrı örgüt üzerinden dayanışma ile yürütülmüştü. Türkiye’de ise PKK, bu iki illeti aynı örgüt üzerinden icra ediyor. PKK, bir yandan “Kürt halkının özgürlüğü için” mücadele ettiğini iddia ediyor, bir yandan da Avrupa uyuşturucu pazarının yüzde 80’ini kontrol ediyor. PKK, Türkiye içinde ürettiği uyuşturucuyu pazara ulaştırdığı kadar, Afganistan-Pakistan-İran hattından Avrupa’ya ulaşan uyuşturucudan da yüklü miktarda “vergi” alıyor. PKK’nın yıllık uyuşturucu gelirinin 2,5 milyar Euro’ya ulaştığı çeşitli raporlarda kaydediliyor.
Terör örgütlerinin silahlı eylemleriyle mücadele etmek işin belki de en kolay tarafı. Ancak, milyarlarca dolar ve Euro’luk pazarları kontrol eden örgütlerin ilişkilerini çözmek o kadar kolay değil. Dolar ve Euro’nun uyuşturucu pazarında geçer akçe olması kuşkusuz ABD ve AB devletlerinin epeyce işine geliyor. Devasa uyuşturucu pazarından nemalananların, “terörle mücadele bahanesiyle” tedarik ve transfer yollarının bitirilmesine göz yummaları da beklenemez.
Terör sadece terör değildir; terör örgütlerinin başına getirilen “Kürtçü”, “Sağcı-Solcu” gibi sıfatlar ya da “hizmet”, “cemaat” gibi lakaplar da maskeden başka bir şey değildir.
Düşünsenize: Terör olmasa, dünyadaki trilyon dolarlık uyuşturucu ve silah piyasalarının hali nice olurdu? Terör olmasa, Ortadoğu petrolünün Batı'ya akışı bu kadar kolay sağlanabilir miydi? Marksist/Leninist vs. terör örgütleri ya da FETÖ, El Kaide, DAİŞ gibi canavarlar olmasa, Batı emperyalizmi ve kapitalizm ayakta durabilir miydi?
FARC ve Escobar terörü Kolombiya’da 250 bin cana mal oldu. Türkiye’de PKK terörü nedeniyle 50 bin insan hayatını kaybetti. FETÖ 15 Temmuz’da 250 canımıza kıydı. DAİŞ’in bilançosu henüz belli değil. Kazanan sadece dolar ve euro oldu; kazanan sadece uyuşturucu ve silah baronları oldu. Kazanan hep kapitalizm oldu.
Karl Marks’ın dünya solu üzerindeki etkisi bir Pablo Escobar kadar olamadı. Fetullah Gülen ve DAİŞ’in, tıpkı Hasan Sabbah gibi Haşhaş, yani uyuşturma üzerine bina ettiği yeni dini görünce de, Mao’nun “din uyuşturucudur” sözünün en azından yapay dinler için isabetli olduğunu teslim etmek gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.