Numan Kurtulmuş... Genel Başkan mı, Lider mi?
Geçenlerde, Hilâl TV’de Mustafa İslamoğlu Hoca’yı dinliyordum... “İnsanın eğitimi”nden söz ediyor, bu eğitimin “kişinin yaradılışı”na aykırı olmaması gerektiğini söylüyordu... “Her insandan Hazreti Ömer veya Hazreti Ebubekir, ya da Hazreti Ali veya Hazreti Osman olmaz” deyip, çeşitli örnekler verdikten sonra; “Kılıç dediğin, tahtadan olmaz... Kılıç yapmak için, demir veya çelik gerekir... Ama aynı demiri, meselâ oklava yapımında kullanamazsınız... Kısacası; tahtadan kılıç olmaz, ama demirden de oklava olmaz!” diyordu...
Gerçekten de “çok doğru tesbit”ler... Demek oluyor ki; “her insan”dan, “her şey” olmaz... Bir insanın “bir şey” olabilmesi için, ondaki “huy” ve “kabiliyet”lerin de o şeyle uygunluk arzetmesi gerekir... “Mülayim yaradılışlı” birinden “afacan ve atak” biri olmayacağı gibi, “cevval” birinden de “mülayim” biri çıkmaz...
NUMAN KURTULMUŞ’LA 3 SAAT
Birkaç gündür bu düşünceler üzerinde yoğunlaşmışken, “Numan Kurtulmuş’un bürosu”ndan aradılar... Numan Bey’in, Çarşamba akşamı saat 19.00’da Eresin Otel’de “istişare toplantısı” yapacağını bildirdiler...
Numan Bey’in; Saadet Partisi’nin önümüzdeki Pazar günü Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda yapılacak “3. Büyük Kongre”sinde “Genel Başkanlığa tek aday” olarak katılacağını bizim Serdar Arseven’in haber ve yazılarından öğrendiğim için, davete, memnuniyetle icabet ettim...
Böylece, hem “Numan Kurtulmuş’un görüşleri”ni kendi ağzından öğrenme ve hem de “Müslüman aydınlar”ın kendisine yaptıkları “tavsiye”ler ile yönelttikleri “soru”lara tanık olma fırsatı bulabilecektim.
Çünkü Numan Bey; 20 Mart 2006’da Eyüp-Feshane’de verilen bir yemekte, 9 Nisan’daki SP Kongresi’nde “adaylığını koyacağını” ihsas ettirmiş, ancak daha sonra bundan vazgeçmişti...
Ama, işte şimdi, sloganı “Atılım ve Açılım” olan kongrede Numan Bey “tek aday” olacaktı...
Peki, Numan Bey, “Genel Başkan” mı olacaktı, yoksa “Lider” mi?.. Elbette “Erbakan Hoca’nın liderliği” tartışılmaz ama onun yerine geçecek olan bir insanda da, “hareketi sürdürebilme” ve “daha ilerilere götürebilme” becerisi aranır!..
Evet, Numan Bey ne yapacaktı?.. En önemlisi de, “Müslüman aydınlar” bu konuda neler diyecekti?..
Eresin Otel’in Topkapı Salonu’nda, 40 civarında “televizyon, gazete, dergi ve internet sitesi temsilcisi” bir araya geldik... Numan Bey’in sağında Teoman Rıza Güneri, solunda da Turhan Alçelik vardı...
Yemekler yenildikten sonra, “açılış konuşması”nı sayın Teoman Rıza Güneri yaptı... 40 yıllık siyasi geçmişi olan bu “siyasi hareket”i omuzlamak üzere, “içimizden bir kardeşimiz”in, yani Numan Kurtulmuş’un görevlendirildiğini, Kurtulmuş’un da, “tecrübe, dinamizm ve entelektüel birikimi” ile bu görevi başarıyla sürdüreceğini söyledi.
Bu “takdim”in ardından konuşan Numan Kurtulmuş, kendisinin “Türkiye’nin ve dünyanın zor döneminde ateşten bir gömlek giymeye hazırlandığını” söyledi ve “hedef”ini şöyle açıkladı:
“Hedefimiz, bu bayrağı daha yükseklere taşımak!.. Pazar günü yapılacak 3. Büyük Kongre, atılım ve açılım kongresi olacaktır...
Bizim amaç ve hedefimiz, alternatifsizlik hastalığına çözüm olmaktır... Bizim hareketimiz, gelenek ile gelecek arasında köprü olacaktır.”
NUMAN KURTULMUŞ’A ZOR SORULAR
Numan Kurtulmuş’un bu kısa konuşmasının ardından “istişare” başladı... Kimi meslektaşımız “soru” sordu, kimi de “teklif ve tavsiye”lerde bulundu.
İsimlerini tek tek zikredemeyeceğim “Müslüman aydın”ların soru, teklif ve tavsiyeleri, her ne kadar “Numan Kurtulmuş’un şahsında Saadet Partisi’ne yönelik” olsa da, şahsen ben; bu soru, teklif ve tavsiyeleri “Müslümanca düşüncenin özeti” olarak gördüm...
O salonda konuşulanların; “Türkiye’yi yansıtan bir fotoğraf” olduğunu, “ilgilenen herkes”in de bundan kendi payına düşen dersi alması gerektiğini düşünüyorum.
Ne yalan söyleyeyim; saat 19.00’dan 22.00’ye kadar süren toplam 3 saatlik toplantıda tam bir “beyin fırtınası” yaşandı ve hemen herkes “görüş”lerini özgürce açıklama fırsatı buldu...
Numan Bey ve kurmayları da, “istifade edilmek üzere” bu görüşleri tek tek not ettiler...
Önce “soru”lardan başlayalım:
¥ “Daha önce 2 defa kapatılmış ve son seçimlerde yüzde 2,5 oy almış bir partiye, millet yeniden niye teveccüh etsin?”
¥ “İslâmi kesimler, STK’lar, cemaatler ve medya, şu anda AK Parti’ye destek veriyor ve AK Parti bütün alanları doldurmuşken, bu insanlar ve kurumlar AK Parti’den kopup, niye SP’ye destek versin?”
¥ “Kürt ve Alevi meselesi konusunda bugüne kadar niye hiçbir şey söylemediniz?..”
¥ “AK Parti gibi; “Deniyorum ama yapamıyorum” bahanesine siz de sarılacak mısınız?”
¥ “Yapacaklarınızı, iktidar sonrası değil, şimdiden açıklayın!”
¥ “TV-5’i harekete geçirecek misiniz?”
¥ “AK Parti’de olan yüzde 13’lük kitleyi geri çağıracak mısınız?”
HARUN GELİP, KARUN OLMAYIN!
Not edebildiğim kadarıyla “soru”lar bunlardı... Tabiî, bir de “teklif ve tavsiye”ler vardı ki; “üzerinde durmaya değer” bulduğum görüşleri sizlerle de paylaşmak istiyorum...
¥ “Seçmen küslüğü” ve “iktidar yorgunluğu” ile seçime gidecek bir AK Parti, bugünkü başarıyı yakalayamaz!.. Oy verecek kitlelere karşı, “sert, incitici, saldırgan ve itici” değil, “kucaklayıcı” olunursa netice alınabilir!..
¥ “Entelektüel” bir insan, asla “biat” etmez!.. Biat ederse, zaten entelektüel olmaz!.. Tayinle gelen, tayinle gider!..
¥ “Siyaseti, ceketiyle gelip, ceketiyle gidecek olanlar yapmalıdır.. Harun olarak gelip, Karun olarak yaşamak istiyorsanız, bu işe hiç soyunmayın!”
¥ “Bugünkü dünyanın sorunu ne ekonomik, ne siyasî ve ne de medeniyet sorunudur... Sorun, “merhamet” ve “adalet” sorunudur...”
İşte bu sözden sonra, meslektaşımız, Peygamber Efendimiz (sav)’in bir “hadis”ini örnek verdi...
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) “Ey mü’minler; Allah aşkına, kimin bende hakkı varsa, kalksın gelsin... Kıyametten önce burada alsın” buyurmuş ya; buradan hareketle şöyle dedi meslektaşımız:
“Peygamber Efendimiz, bir lider olmasına rağmen, liderliğin saltanatını yaşamadı... Nasıl geldiyse, öyle gitti... Kısacası; liderliğin rantını yemedi!”
Madem “örnek bir olay” verdik... O halde, “ders” nitelikli bir başka örnek aktaralım:
İsrail’in Lübnan’ı bombaladığı esnada Beyrut’ta olan bir arkadaşımız; “İsrail bombardımanı”ndan dolayı, “17 Ağustos depremi”nden daha büyük yıkım yaşayan Lübnan halkının, o acz ve sefalet içinde, yine de “Her şey Hasan Nasrullah’a feda olsun” dediğini, bunun sebebini sorduğunda şu cevabı aldığını söyledi:
“Çünkü Hasan Nasrullah yalan söylemez... Söylediği şeyi mutlaka yapar, yapamayacağı şeyi de söylemez!.. Nasrullah bir şey söylüyorsa, doğru söylüyordur!”
Bunlar; sadece Numan Kurtulmuş veya Saadet Partisi için değil, bütün partiler, bütün siyasiler ve “Müslümanım” diyenler için son derece önemli uyarılar...
“Yalan söyleme!.. Yapamayacağın şeyleri vaadetme!.. Siyaseti, rant aracı yapma!.. Düşmanın da olsa, onlara güven ver!.. İtici değil, kucaklayıcı ol!.. Kendi kardeşini kucaklayamayan bir insan, toplumu hiç kucaklayamaz!”
HEYECAN YETMEZ, HIRS DA ŞART
Bütün bunlardan sonra, yeniden söz alıp “soru”ları cevaplayan Numan Bey, özetle dedi ki;
“Pergelin bir ayağını yerinden hiç oynatmadan toplumu kucaklayıcı yeni bir politika ve yeni bir söylem geliştireceğiz.
Bilgiye ve projeye göre değil, gerilime göre yapılan siyaset anlayışına alternatif olacağız.
Milli Görüş hareketi, nasıl ki 1969’da; “Ey poturlular, ey şalvarlılar, ey itilip-kakılanlar kalkın ve kendinizi yönetin” dedi ve millet de bu çağrıya karşılık verip, bu hareketi ilk fırsatta iktidar yaptı, şimdi aynı çağrıyı biz yapacağız!..
Çünkü, biz şuna inanıyoruz:
Ahlâkçı ve maneviyatçı olmayan, yerli çözüm üretmeyen hiçbir siyaset, Türkiye’de başarılı olamaz!
Bunu söylemeye ve bu yolda yürümeye sabırla, inatla ve ısrarla devam edeceğiz!”
İşte bu, Numan Bey’in son cümlesiydi;
“Sabırla, inatla, ısrarla!”
Bunu söyleyince şunu düşündüm:
Bir “heyecan” taşıdığı her halinden belli olan Numan Bey, acaba ne derece “hırs”lı?.. Çünkü ben; bir siyasetçide; “cazibe, tavır, heyecan ve karizma” kadar, “hırs” olması gerektiğine de inanıyorum... Nice “siyaset adamı” gördüm ki, son derece bilgili ve birikimli olmalarına rağmen, “hırslı” olmadıkları için, “silik” kaldılar!..
Kısaca ifade etmem gerekirse;
“Hırslı olmayan, lider olamaz!”
Dediğim gibi; Numan Bey’i “son derece heyecanlı” gördüm... “Hırslı” olup-olmadığını da, herhalde “genel başkanlık koltuğu”na oturduktan sonra göreceğiz.. Dilerim “genel başkan” olarak kalmaz, “lider” de olur!..
Pazar günkü kongrede kendisine başarılar diliyor, “yolun açık olsun” diyorum!..
Dogma’nın şahı, laiklik!
Anayasa Mahkemesi tarafından “başörtüsü yasağı”na gerekçe olarak gösterilen kavramları, herhalde yıllarca tartışacağız...
Malûm, “yasak” kararında, “dinî sembollerin laikliğe aykırı” olduğu ve ayrıca “değiştirilemez ve tartışılamaz dinî emirler”in, birer “dogma” olduğu iddia ediliyordu...
Olayı, derinliğine tartışacak değilim... Sadece şu kadarını söyleyeyim: “İslâm’ın şartları”nı kabul edip etmemekte herkes “hür”dür... Kabul eden “Müslüman” olur... “Müslüman” olması için, hiç kimseye baskı yapılmaz, gırtlağına çökülmez!.. Müslüman olmayan, “kendi inanç ve düşüncesine göre” yaşar!..
Peki, “laikçiler”e ne demeli?.. Hele söyleyin; “değişmez, değiştirilmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olan laiklik ilkesi bir “tabu” ve “dogma” değil midir?.. Hem sonra; Türkiye’de laiklik ilkesini kabul etmeme lüksü var mı, laik olmayana yaşama hakkı var mı?.. İşte “başörtülü” öğrenciler... İşte yüzlerine kapanan kapılar!..