‘Saadet’li hatıralar...
Milli Selamet Partisi İstasyon Meydanı’nda miting yapacak.
Benim en yakın arkadaşım... Ama tam arkadaşım. Yusuf Karakuş. İkimiz de ortaokulda okuyoruz. Bağlar sokağında altlı üstlü komşuyuz. (Yusuf genç yaşta vefat etti. Ben o sıra İstanbul’daydım. Rahmetli annemin haberi olmuş. Üzülürüm diye bana söylememiş.)
Onunla beraber gittik mitinge.
Yusuf’un dayısı İlhan Aytekin Adalet Partisi’nde siyaset yapıyor. Dayısını çok seviyor. Sadece seyretmek için gidiyor MSP mitingine.
Aslında ben de hevesli değilim. ‘Hadi bakalım” dedik, gittik işte.
Genel Başkan sıfatıyla Süleyman Arif Emre konuştu. Milli Nizam yeni kapatılmış. Erbakan yasaklı.
Süleyman Bey’in konuşması Erbakan’ı takdim mahiyetindeydi.
Erbakan da çıktı, konuştu.
Bizi heyecanlandıran bir konuşma değildi.
Birkaç gün sonra Demirel geldi. Demirel’in mitingine de gittik.
Demirel’in Milli Selamet için, “Birisi de eline anahtar almış, cennetin anahtarını verecekmiş” demesinden hoşlanmadığımı hatırlıyorum.
Sonra, o sıralar ‘Karaoğlan’ diye nam salan Ecevit’in mitingine de gittik.
Demek ki, biz, ilgilenmeden ilgileniyormuşuz siyasetle!
***
Yine de, siyasetle yakından ilgilenmem biraz daha sonra.
Partilere düşkün değilim.
Hoşuma gitmeyen bir şey oldu mu söylüyorum. Hoşuma gideni de söylüyorum.
Necip Fazıl, Sezai Karakoç falan okuyoruz ya... Partilere mesafeliyiz.
Ama yazıya çıkıyoruz, köylere propagandaya gidiyoruz. (Bilhassa 1977 seçimleri öncesinde.)
Köylerde bile, çok ateşli konuşmuyoruz. ‘Sonuçta partidir’ diyoruz. ‘Ötekilerin arasında en iyisi bu’ diyoruz.
İşte o yıllarda, bizim de içinde bulunduğumuz bir ‘çevre’ vardı.
Güzel adamlardı. Çoğu yoksul. Bazıları esnaf. Belki bir iki varlıklı adam... Talebeler.
Çok iyi insanlarız, hepimiz. Haklıyız. İyi şeyler istiyoruz.
Siyasetçilerimiz de iyi adamlar.
Rahmetli Cevat Ayhan Balıkesir adayıydı. Ne temiz insandı.
Ben, uzun zaman, tipik bir partili olmamakla beraber, kendimi bu partinin... MSP’yken MSP’nin, Refah’ken Refah’ın Fazilet’ken Fazilet’in tabanında bulunan bir fert olarak hissettim.
(12 Eylül, rejimin siyaset üzerine şiddetli bir abanmasıydı. O dönemde gündelik siyasetin tarafına bakmadım. Soğudum. Ama o zamanlarda bile, o siyasetin tabanında bir ferttim.)
AK Parti kurulduktan sonra, aynı şeyler AK Parti için geçerli oldu.
Evvelsi akşam Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun yemeğine gittiğimde... Salona girdiğimde...
***
Bütün bu anlattığım resimler... Katıldığım mitingler, sandık müşahitliklerim, yazıya, afişe çıktığım geceler, kongreler, propagandalar, gözümün önüne geldi.
Salonda, 40 yıl önceki kıyafetleri, tıraşları, sakalları, bıyıkları, saç tarama şekillerini görmek bile hoşuma gitti.
‘Ben bu insanları seviyorum’ diye düşündüm.
Fakat, bu siyasetin içindeki bazı tatsızlıklar... Mesela (Şimdiki Kültür Bakanı) Numan Kurtulmuş’un maruz kaldığı bazı muameleler...
Sonra, 17-25 Aralık’ta sergiledikleri, bana gevşek gelen duruşları.
Ailevi meselelerle ilgili sevimsiz tartışmalar...
Bir de sanki perde gerisinde bir ‘polit büro’ izlenimi... Hatta en çok da bu...
Böyle şeylerin bu siyaseti yıprattığını hissediyorum.
Neyse, yıllar sonra ilk defa gitmiş oldum Saadet Partisi’nin bir programına.
Temel Bey oldukça sakin. Eğer sert bulunuyorsa, kendi üslubunu daha da yumuşatabileceğini söyledi.
Gerilimi, kutuplaşmayı en büyük sorun olarak görüyor.
Yerel mahkemenin, Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymamasını sert bir şekilde eleştiriyor.
Başkanlık sistemine taraftar. Fakat kuvvetler ayrılığının zaruri olduğunu söylüyor.
Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e hafif bir sinyal göndermeyi de ihmal etmedi.
Temel Bey’in 2019’la ilgili projeksiyonunun ‘fizibıl’ olduğu kanaatinde değilim.
Buna rağmen, yukarıda bazılarını sıraladığım sorunlardan sıyrılmış bir Saadet Partisi’nin Türkiye siyasetinde mevcut olmasının faydalı, hatta lüzumlu olduğunu düşünüyorum.
Eğer sıyrılabilirse...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.