Bir anı
Geçen hafta adalet eski bakanı İsmail Müftüoğlu beyefendiyle İnegöl Anadolu Gençlik konferansından avdet ederken laflamamız esnasında, 1973 seçimlerinin akabinde kurulan MSP-CHP koalisyonunun bence önemli bir ürünü olan pek geniş bir af kanununun, sağcılar tarafından MSP'nin en büyük yanlışlarından biri olarak telakki edildiğini, bu hususda kendilerinin ne düşündükleri sorusunu tevcih ettiğimde, kanaatlerini açıkladıktan sonra, "Bak" dedi, "İçimde bir ukdedir. Osmanoğullarının ülkeye dönebilmesi için 15 Mayıs 1974'de 1803 sayılı af kanununa ek hazırlanması esnasında, MTTB eski başkanlarından, eski parlamenterlerden, Râsim Cinisli Bey, Meclis'te bana geldi ve "İsmail Bey, yıllardan beri vatancüda olan Osmanlı hanedanını bu af kanunu vesilesiyle, şümûl içine alıp, bu ızdırap kaynağını kurutalım" meâlinde sözlerle, gerçekten yapılması lâzım geleni hatırlattıydı. O sırada Ferruh Bozbeyli ve arkadaşlarının Demokratik Partisi milletvekillerinden idi. Yine aynı partinin Konya milletvekillerinden Kubilay İmer arkadaşımız da Rasim Bey'le birlikte büyük gayret göstererek çalışmalara iştirak etti. Bu ilk teklifin Rasim Cinisli'den gelmiş bulunduğunu hiçkimse ortaya koymadı. Bana gelmesi ve bana hatırlatması, benim de meseleyi guruba taşımamın gereği kamuoyuna Rasim Bey'in bu güzel teklifinin duyurulmamış olması eksikliktir" dedi. "Râsim Bey'in bu hayırhahlığını senin bu mevzuya girişin bir daha aklıma getirdi" dediler. Evet, otuz üç yıl sonra bile bir hakkı dile getirmiş olan Müftüoğlu beyefendinin, bu hususu benimle paylaşmasına, bendeniz de "Sayın Bakanım, müsaade buyurur musunuz bu haftaki yazımda okurlarımla bu anekdotu paylaşayım" dediğimde, "Memnuniyetle" demek suretiyle cevap verdi.
BURSA'DA UZUNOĞLU SALONU'NDA
Geçen haftaki yazımı, Bursa SP İl Gençlik teşkilâtının gelenekselleşmiş haftalık konferans toplantılarının 98'incisinin Mehmed âkif hakkında olduğu ve hatibin de ben olduğumu yazarak bitirmiştim. Şimdi yediğim içtiğim benim olsun da, Hac'dan henüz avdet etmiş bulunan Hacı Ali Kayal Bey'in sofrasındaki bereketin taa ertesi akşama kadar beni bir şey yemekten uzak tuttuğunu da söylemeden geçemeyeceğim. Hayırlarla dolu, uzun bir ömrü sürdürmekte olan mücahid bir şahsiyet olan Halil Uzunoğlu büyüğümüzün, son derece şuurlu bir Milli Görüşçü olması, kendi mülkiyeti olan düğün ve toplantı salonunu, bu görüşün ihtiyacına dâima tahsis etmesi yâdımızda kalmıştı. Hafta içi olmasına ve havanın her an kar yağışına müsaid durumuna rağmen hatırı sayılır bir dinleyici kitlesinin toplanmasında, ısrarla devam ettirilen konferansların, bir kültür ve kendine avdet hareketi olduğunu bir daha gördüm. Ali Molla ve kıymetli kardeşi Orhan Molla ve onlara yardımcı olan herkesi, bu sütundan tebrik etmekten kendimi alamıyorum.. "âkif Bey'in gençliğimize hediye eylediği muhayyel âsım Nesli, en büyük idol sayılmalıdır" dediğimde dinleyenlerin de bu tesbiti müşterek tespit olarak nitelendirdiklerini bakışlarından okudum. Paltosuz adamın, İstiklâl Marşı şiiri müsabakasında konan mükafatın, Cihan Harbi ve İstiklâl Savaşı Mecruhini (yaralıları) Derneği'ne verilmesini şart koştuğumu, bu miktarın günümüz râyiciyle 100 milyar lira olduğunu açıklamam üzerine dinleyenlerin yüzünde, bu cömertliği takdirle karşılayan parıltılar gördüm. âkif Bey'in paltosu olmadığını, en soğuk günlerde hademenin paltosunu emanet olarak giyip Meclis'e gittiğini anlattığımda, her biri günümüz milletvekillerini düşünüyorlar kanaatine vâsıl oldum.. Hele hele âkif Bey'in Kur'an meâlinden tamamlayıp teslim ettiğinde alacağı paranın bugünkü râyicinin de, bir trilyon yüz milyar (1.100.000.000.000) olacağını söylediğimde, peşinden de, Bağdat'daki son vâlimiz Süleyman Nâzif Bey'in, âkif Bey'in hazırladığı meâli kendisini sürgününde ziyaret ettiğinde baştan sona okuduktan sonra büyük edibin, edebiyatta olması gereken mübalağa san'atına bağlı kalarak, yaptığı muhayyel tasviri naklettiğimde de dinleyicileri daha da şaşırmış gördüm. Süleyman Nâzif Bey diyordu ki: "Eğer Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Azimüşşanı Türkçe inzal etmek murad etseydi, herhâlde Hazreti âkif'i nebî seçerdi" Ancak âkif ülkeden haberdardı. Türkçe namaz kıldırılmaya başlanmış, "Cemaat câmiden terk-i sâlat yolunu seçiyorsa da, ne kadar dayanabilirler?" düşüncesini de aklından geçirmiş olmalı ki, yazdığı mealle bu namazlar kıldırılma yoluna gidilirse, bundaki vebâl düşüncesi kendisine bu işten istinkâfı telkin etmiş olmalı, bahse konu paradan feragati tercih ederek maddeye esir olmadığını ortaya koymuştur. Peşinden de, siyasi bir beyan olan, bugünkü iktidarın, AB'ye girmek sevdasından dolayı zinayı suç olmaktan çıkardığını, domuz etini de gıda kodeksine sokmaktan içtinap etmediğini, seçim öncesinde bir ev sohbetinde yirmiye yakın imam hatip mezununun bulunduğu beş altı tanesinin domuz eti meselesini ileri sürdüğümde, bana "İçki de haram" cevabı verdiklerini aktardım. âkif Bey'in gösterdiği feragatin kıyas edilmesini teklif ettim. "âkif Bey'in şiirini okumayı sevenler âkif gibi olma azminde olmalıdır" dedim.
Efendim Cuma akşamı telefonum çaldı. Bursa'mızın, Dâvet adlı radyosunun programcısı olan Ali Molla'nın sesi kulağımda çınladı. Bir yirmi dakika da, telefonla Dostlar Muhabbeti adlı programa âkif Bey'le alakalı olarak misafir olduk. Saadet Partisi'nin genç, azimkâr ve dikkatli İl Başkanı Sadreddin Karaduman ve genç kadrosu, kongrelerin tamamlanması için seferberlik hâlindeler. Pazar günü, Kadıköy ve Beykoz kongrelerinde ümit dolu bakışlı Milli Görüşçülerle kucaklaştık. Beşiktaş ve Bağcılar'a gidemedik. Fiemanillah.
Dâvet: 13 Ocak 2008 yatsı namazı sonrasında Sarıgâzi Meclis Mah. Yûnus Emre Câmii Taptuk Emre Kültür Merkezi'nde Medine Müdafaası ve çöl Kaplanı Fahreddin Paşa adlı konferansın hatibiyim. Beklerim efendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.