Bu ülkede yaşamak
Bu ülkenin ezik-büzük, yorgun-argın, yıllar boyu itilmiş kakılmış insanları olarak, AKP iktidarına yönelik derin umutlarımız vardı...
İnanç temelinde üretilmiş incitici problemlerimiz bu iktidar döneminde çözülecekti...
Başörtülüler serbestçe üniversitelere girebilecek, imam-hatipler “ikinci sınıf eğitim kurumları” görüntüsünden çıkarılacak, büyük kitle, egemen azınlığın sultasından kurtarılacaktı...
Bu iktidar İstanbul’da kümelenmiş birkaç aileyi zengin etmeye yönelik ekonomik politikaları değiştirip ekonomide fırsat eşitliği oluşturarak, kaynaklardan Anadolu sanayicisinin ve tüccarının da yararlanmasını sağlayacaktı...
Bu iktidar bir taraftan da gelir dağılımındaki adaletsizliğe son verip, zengini daha zengin, fakiri daha fakir eden geleneksel yapıyı değiştirecekti...
Devlet israfını kaldıracak, “devlet malı deniz” anlayışını yıkacak, bazılarının saltanatına kaynak teşkil eden lüks devlet konutlarını, lojmanları, eğlence mekânlarını, sayfiye ve dinlenme yerlerini, tatil köylerini satıp elde edeceği kaynakla fakir-fukarayı kalkındıracaktı.
Bunları önce Demokrat Parti’den, sonra Adalet Partisi’nden, Anavatan’dan, Doğru Yol’dan, Refah Partisi’nden beklemiştik...
Sonuç, kimi zaman çöküntü, kimi zaman hayal kırıklığı oldu.
Duymak istediklerimizi söyleyenler, türlü vaatlerle beklentilerimizi çalanlar, iktidar olduktan sonra ya tümüyle egemen güçlerin dümen suyuna girdiler, ya da diri duruşlarını bozup bize sırtlarını döndüler.
En azından bizimle birlikte bizim şikâyetlerimizi tekrarlayıp “acz” sergilemeye başladılar.
En sinir bozucu tarafı ise, ulaşılmaz, buluşulmaz, görüşülmez, konuşulmaz (bırakınız Ankara’daki “üst düzey”leri, bazı ilçe belediye başkanlarına ulaşmak için neredeyse bir hafta uğraştığım halde ulaşamadığım vakidir) oldular!
“Diğerleri” gibi davranmaya, “diğerleri” gibi konuşmaya, “diğerleri” gibi yaşamaya, gösteri ve gösteriş tutkusuyla hareket etmeye başladılar...
Sonunda beklentilerimiz duvara tosladı, umutlarımız kırıldı, yüreklerimiz yoruldu!
Zaman zaman “Al birini vur öbürüne” deme noktasına geldik.
“Bunlar bir birinden farksız” dememek için yutkunurken, soluğumuz daraldı.
¥
Türkiye’de yaşamak zordur, yaşadığınız zorluklar yüzünden bazen yüreğiniz yorulur...
Bazen kırılır, çözülür, içinize çökersiniz...
Bazen ezilir-büzülür, incinirsiniz...
Böyle durumlarda açın bir Kur’an mealini, peygamber kıssalarını okuyun...
Ya da açın bir “Resimli Osmanlı Tarihi”ni (Yavuz Bahadıroğlu, Nesil Yayınları, 0212 551 32 25), önder kişilerin hayatını inceleyin...
Rahatladığınızı, şevklendiğinizi, yeniden umutlandığınızı hissedeceksiniz.
Ben öyle yaparım: Yüreğim çok sıkıldığında, ruhum çok bunaldığında, herhangi bir sebepten dolayı çözümsüzlüğe tıkanıp umutlarım tökezlediğinde, peygamber kıssalarına yönelir, yokluklar içinde verdikleri mücadeleleri hayranlıkla okurum...
O muhteşem örneklerden ihtiyacım olan yaşama arzusunu alıp yeniden tazelenmiş, güçlenmiş olarak hayata dönerim...
Ve daha önce çözümsüz gibi gördüğüm, gözümde büyüttüğüm problemlerin çözümü hususunda, yeniden elimden geleni yapmaya başlarım...
Rahmet-i İlâhî, ancak elimizden geleni yaparsak “tecelli” eder...
O “tecelli” zaten başlı başına en büyük “teselli”dir.
İnsan yeniden umutlanır ve Erzurumlu İbrahim Hakkı ile birlikte mırıldanmaya başlar:
“Deme ‘şu niçin şöyle’?..
“Yerincedir ol öyle,
“Bak sonuna, sabreyle;
“Mevlâ görelim neyler,
“Neylerse güzel eyler.”
¥
Hz. Yusuf’u kuyuya, Hz. Yunus’u denize, Hz. İbrahim’i ateşe atanlar, işlerini bitirdiklerini zannetmişlerdi. Artık problem kalmadığını düşünerek seviniyorlardı.
Ama Hz. Yusuf kuyudan, Hz. Yunus balığın karnından, Hz. İbrahim Nemrut ateşinden kurtuldu...
Hz. Musa Firavun’un sarayında büyüdü...
Hz. İsa, Roma despotlarının gücü karşısında bile pes etmedi...
Hz. Âlişan Efendimiz Ebucehil’in imkânlarına teslim olmadı...
Umutlanın: Haklı olduğunuz ölçüde, Allah sizinledir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.