Yahudi Cumhuriyeti
* FRANSA için mecazî mânada Yahudi Cumhuriyeti denilebilir. Orada, her kavmin, hattâ Fransızların aleyhinde konuşabilir, yazabilirsiniz ama Yahudi düşmanlığı yapmak kanunen yasaklanmıştır. Bu bir ırkçılık değil midir?
* IQ’su 130 olan süper zeki bir çocuğu kötü bir eğitime teslim edin, on iki sene okuyup diploma aldıktan sonra, zekası hayli düşecek, mesela 100 olacaktır. Kötü eğitim sistemleri, kötü okullar genç nesilleri aptallaştırır, sersemleştirir, şapşallaştırır, salaklaştırır, geri zekalı ve dengesiz yapar. Kötü eğitimle iyi vasıflı insan yetişmez. İstisnalar kuralı bozmaz.
* Zavallı vatandaş yıllardır güvercin yetiştirerek, onları satarak geçiniyormuş. Bir gece hırsızlar güvercinleri çalmak istemişler. Kilidi açamayınca hava deliklerinden benzin dökerek kümesi yakmışlar. O güzelim zavallı hayvancıkların hepsi ölmüş. Sahiplerini, kendini yerden yere atarak gözyaşları döker, benim geçimim ve hayatım bunlardı, ben şimdi ne yapacağım diye ağlarken görünce yüreğim sızladı. Böyle vicdansızlık… O hırsızlar yakalansa ne olacak? Tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakılacaklar.
* Bazı gazetelerin ve tv’lerin en büyük kötülüğü, ciğeri beş para etmez birtakım faziletiz ve ahlaksız ne oldum delisi karıların ve heriflerin reklamını yapması, onları topluma ve gençliğe ideal olarak göstermesidir.
* Dönme gazeteleri, bir tiyatrocunun ölümünü büyük haber yapar; faziletli bir din adamı veya münevver zat ölünce ya hiç yazmaz yahut tek sütunluk küçük bir haber yayınlar.
* Laiklik olmazsa demokrasi, cumhuriyet, insan hakları olmazmış… Laiklik, bunların olmazsa olmaz şartıymış… Büyük hezeyan… İngilterede laiklik yok, en fazla demokrasi ve hürriyet orada var…
* İnsanın olduğu yerde günah da olur, suç da işlenir. Lakin her şeyin bir limiti vardır, bu kadar azgınlık, bu kadar günah, bu kadar fesat, bu kadar suç patlaması hayra alamet değildir.
* WC’sinin, lavabosunun madenî kısımlarını altınla kaplatan o adam mı Müslüman?
* En güvenli nükleer santral hangisidir?.. Mevcut olmayanıdır.
* Finlandiya, başkent Helsinki’nin altında şehir büyüklüğünde muazzam bir sığınaklar kompleksi inşa etmiş. Bir savaş olursa diye… Bizde böyle çalışmalar var mı?
* İtalya’da, nükleer ve toksik atıklar mafyası kurulmuş. Kolları acaba bize kadar uzandı mı?
* İhtiyar nineyi feci şekilde dövmüşler, boynundaki altını gasb etmişler. Zanlı olarak polis, torununu ve bir arkadaşını yakalamış, mahkemeye getirmiş. Mahkeme tutuksuz yargılanmalarına karar vermiş.
* O herif müşteri bulmak için beş yüz liraya yemek yenilen o meşhur lokantaya gidiyor, statü yapıyor, hava atıyormuş…
* Müslüman halka evcil domuz, yaban domuzu, eşek eti, tavuk laşesi yediren alçaklara: Allah belanızı versin, lanet olsun size!
* Birinci doktor: Genel ahlaka ve tıp etiğine sımsıkı bağlıdır. Lüzumsuz ve faydasız ilaç yazmaz; gereksiz ameliyatlar yapmaz. O hastalarının meleğidir. Onun ellerinden öperim. İkinci doktor: O bir canavardır. İlaç sanayiinin menfaatine “müşterilerine” lüzumsuz yere ilaç yutturur, gerekmeyen ameliyatlar yapar. Cenab-ı Hak o canavarın şerrinden halkı korusun.
* Eski bir milyonluk İstanbulu çok özlüyorum. Biraz haraptı ama ne güzel, ne cazibedar şehirdi o. Ahşap evler, büyük köşkler konaklar, parke taşlı sokaklar, cana yakın tramvaylar, gün görmüş halkı, İstanbul kültürü, ahlakı, görgüsü, nezaketi, kibarlığı, birbirinin meleği komşular. Şehrin en büyük hazinesi eski ulema, fukaha ve meşayih idi. Yaşlılar içinde kimler yoktu ki… Yedi cephede çarpışmış zabitler… Sultan Abdülhamid devrinden kalma bürokratlar… İstanbul’da çok beyefendi ve hanımefendi vardı. Münevverler, okumuşlar arasında en çok kullanılan kelimeler efendim, teşekkür ederim, estağfirullah, bendeniz, zat-ı aliniz, devlethaneleri, fakirhanem idi. Yüz yirmi bin Rum vatandaş vardı. Müslüman halk Türkçeyi Osmanlı yazısıyla yazardı. Küçük simitler beş kuruş, büyük simitler on kuruştu. Bir simit, bir de çayla idare edilirdi. Bendeniz yandan çarklı gemilere yetiştim. Bağdad Basra Sahilbend… Surlardan sonra mezarlıklar, bağlar, bahçeler başlardı. Şehre çok yakın buğday tarlaları bile vardı. Şehrin içinde, suyu kendinden yüzlerce çeşme akardı. Evlere atlarla Hamidiye suyu getirilirdi. Bakırköyde, Göztepede, Erenköyde trenden inince faytonlara binilirdi. O İstanbul, o eski evler, beyefendiler, hanımefendiler, o hazerat, o mazanne, o salihat-ı nisvan, o rical, o küçük beyler, o küçük hanımlar nereye gittiler? Dönmeyecekler mi?