Bâtıl Türkçünün Hakk’a tapan Türk’e zararları-1
(Evvel emirde belirteyim ki gayem, Hadiümü’l Harameyn olan ve İslâmlaşınca millet olmak vasfını kazanan Türklerin idrakini bir asırdır ve hâlen karıştıran bâtıl ve seküler Türkçülüğün ârızalarını göstermek. Bu mevzuda yazdıklarımızda Türklük hüviyetine asla karşı bir anlayışımız söz konusu olamaz. Aksine, mensubu olmaktan şeref duyduğumuz hilafet sahipliği yapan Hakk’a tapan Türklerin bâtıl, yâni İslâm dışı tesbit ve târiflerden, ideoloji ve fikirlerden arındırılması çabası taşımaktadır.)
Hakk’a tapan Türk gençlerinin Batıl Türkçülerin ifsad edici ve zehirleyici düşüncelerine kapılmaması için bu gürûhun dediklerinin arka plânını anlamak gerek. Birikimi olmayan gençler Türk kelimesinin cazibesi altında dehşet verici şu düşüncelerle kandırılıyor. Yorum yapmadan son paragrafa kadar hülâsa ettiğimiz ifadeler bu gürûha aittir:
BÂTIL TÜRKÇÜYE GÖRE DİN YOK İNANÇ VARDIR
Türklerde din yok, inanç vardır, yâni teşkilâtlanmış din kurumu, halife, ayetullah, papa ya da patrik gibi şeyler yok. Hattâ din adamı kurumu ve tanrıya ibadet edilen mabet, yâni câmii, mescit, cemevi de yok.
Türk inancında tanrı, dinlerin söylediği tanrı değildir. Ne Hıristiyanların, ne
Musevilerin ne de Arap Müslümanlığının kavradığı Allah değildir. Arap Müslümanlığına göre düşünmeye alışmış olan Müslüman Türklerin kafasında varlığın ve kâinatın dışında bir Allah olduğu inancı vardır. O Allah yoktan var ediyor, “Ol” diyor oluyor.
Einstein’ın bir târifi var, varlığı yaratan Allah ve insanların yarattığı Allah diye… Arap Müslümanlığını taşıyan Türkler varlığı yaratan Allah inancındadır ki, bu yanlıştır. Varlığın dışında varlığı yaratan bir tanrı yok. O yüzden Türk inancında ‘Tanrı var mıdır, yok mudur’ tartışması da yoktur. Çünkü Tanrı göktür. Gök dediğimiz uzay, kozmos. Bayat ve mengü… Başlangıcı ve sonu olmayan, sınırsız, ne varsa içine alan ama her var olanın da içinde olan. Varlığın kendisi tanrıdır.
BÂTIL TÜRKÇÜ: “ARAP MÜSLÜMANLIĞI TÜRKLERİ GERİLETMİŞTİR”
Onun için Türk Tengri dendiği zaman gök kastedilir. Allah varlığı kendisinden yaratmıştır. Varlığın kendisi Tanrı’dır. Türk Müslümanlığıyla Arap Müslümanlığını ayıran birinci mesele budur: Tanrı inancı… Bu inanç kaymasından dolayı Türklerin gerilemesinin nedeni Arap Müslümanlığına girmeleridir.
Türkler İslâm’a girmeden önce, yâni eski inancında varlığın kendisi tanrı olunca, Allah’ı bilmenin yolu da bilimdi. Jeolojiyi, gökbilimini, insanların arasındaki tabiat yasalarını bilirsen Allah’ı bilmiş oluyorsun. Bilimle uğraşan Allah yolunda yürüyor. Düşünmek, tanrıya ibadetin kendisidir. Tapınmak, bilim ve düşünce yoluyla tanrıyı bulmak, ona ulaşmak demektir.
Bir istisna olarak Atatürk kurduğu Cumhuriyet’le bu anlayışa karşı çıkarak ve aydınlanmacıların en şuurlusu olarak bilim ve din sentezini oluşturmaya çalıştı ve Arap İslâm’ından uzak modern bilimci Türk ulusu yarattı.
Arap Müslümanlığından arındırılmış Göktanrı inancı ile Yesevi İslâm’ı bilim ve aydınlanmaya açık bir inançtır; Türkler bu inançta kalmalıydı. Emevi, Abbasi ve Osmanlı şeriat İslâm’ı bilim ve aydınlanmaya kapalı bir Arap Müslümanlığı tarzıdır ve Türkler bu dairenin içine girdiği tarihten itibaren geri kalmışlar hıristiyan, Karaim Yahudisi, şaman ve benzeri inanca sahip Türkleri dışlamışlardır.
BİR HEZEYAN: “TÜRK İNANCI HER DİNİN İÇİNDE YAŞAYABİLİR”
Oysa Arap İslâm’ının halife ve din kurumlarına kayıtlı olmadan bilim ve aydınlanmacı Türk inancı her dinin içinde yaşayabilir. Hatta deist ise bile yaşayabilir. Çünkü hedef iyi insan olmaktır. İyilik yapmanın, bilim ve aydınlanmanın içinde tanrı vardır.
Türkler Arap Müslümanlığıyla değil de Göktanrı inancıyla Yesevî İslâm’ını sentez yapan bir inanca sahip olsalardı Einstein, Newton, Darwin Türk olurdu. Fakat bu bilim adamları bu yüzden Türk değil. Eşari İslâm’ıyla bilim, tabiat ve yaratan kavramlarının bir olduğunu kabul etmeyen ve dinsizlik sayan Arap Müslümanlığına girmiş olan Türkler, ne Einstein’in, ne Newton’un, ne de Darwin’in yaşamasına müsaade etmezlerdi.
Türkiye’de bilim ve aydınlanmanın öncüsü Atatürk gibi, Arap Müslümanlığından sıyrılıp Türk inancı ile yaşıyor olsaydık, ne çevre katliamı olurdu, ne zihnen geri kalmış fakir bir toplum… Her sahada ilerlemiş, uygar ve kalkınmış bir ülke olurduk.
Bu görüşlere aklı olan inanır mı? Ne var ki, Türk mefhumunu istismar ederek, genç dimağları bâtıl Türk anlayışıyla zehirliyorlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.