M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Bir Milletvekili

Bir Milletvekili

O bir milletvekiliydi. İsmini, partisini, devresini yazmayacağım. Birkaç özelliğini kaydedeceğim:

Maaşını alır almaz ilk işi, eline geçen meblağın yarısını, makbuz mukabilinde ülkenin en hayırlı ve güvenilir fakirlere yardım kuruluşuna verirdi.
Milletvekilleri kıyak emekliliğini kabul etmemiş, bu konuda ilgili makamlara dilekçe vermiş ve haksız ve adaletsiz bulduğu farkı bilahare almamıştır.
Kendisini bir partinin değil, bütün Türkiye’nin, bütün halkın vekili olarak kabul etmiş ve ülkenin her yerinde, her vilayetinde yüzlerce köyü, semti ziyaret etmiş, dert dinlemiştir.
Seyahatlerinde VIP kapılarından geçmemiş, VIP salonlarında oturmamış; halkla birlikte olmuş, gerektiğinde kuyruklara girmiş beklemiştir.
Her ay en az bir kere trafiğin sıkışık, toplu taşıma vasıtalarının lebalep adam dolu olduğu vakitlerde otobüslere, tramvaylara, metrolara binerdi.
Yine her ay en az bir kere halk/esnaf lokantalarına gider, mütevazı yemekler yerdi.
Onu zaman zaman mahalle çarşı kahvehanelerinde halkın içinde görebilirdiniz.
Milletvekili seçildikten sonra malvarlığında, servetinde hiçbir artış olmamıştı. Bu konuda son derece şeffaf ve temizdi.
Bilhassa sabah ve yatsı namazlarında sık sık camie giderdi.
Onun en önemli sıfatı ve özelliği şuydu: Muhalifleri ve karşıtları bile onun faziletlerini kabul ederdi.
Yetim bir çocuğu himayesine almıştı, onu okutuyor ve yetiştiriyordu.
Bir tarikata mensup olduğu, kâmil bir şeyhten el aldığı söylenirdi ama tarikatın ve şeyhin hangisi olduğunu kimse bilmezdi, öğrenemezdi.
Ayda en az üç adet çok ciddî, çok faydalı, çok objektif makale, analiz yazar yayınlatırdı.
Evine gidenler anlatıyor: Maaşının yarısını tasadduk ettikten sonra elinde kalan para hizmetlere ve geçimine yetmediği için eşyaları, mobilyaları pek demode ve külüstürmüş, yemekleri pek basitmiş…
Özel arabası, yürür ve sağlammış ama ikinci el gösterişsiz ucuz bir otomobilmiş.
En sert tartışmalarda bile karşısındakilere beyefendi, hanımefendi, istirham ediyorum, müsaade buyurunuz, arz-ı hürmet ederim efendim üslubu ile İstanbulterbiyesi ve görgüsü sınırları içinde hitap edermiş.
Devamlı faydalı kitaplar yazılar okurmuş.
Dışarıdan yabancı dillerde yayınlanmış önemli kitapları getirtir, incelermiş.
Çok enteresan: Evinden yok denecek kadar gayet az çöp çıkarmış.
Kendisini övdüğü hiç duyulmamış. Övgülerden sıkılırmış.
Zaruret dışında, beş yıldızlı, yedi yıldızlı, içkili şu’lu bu’lu lüks otellerde kalmazdı.
İçkili lüks lokantalarda yemek yemezdi.
Helal, meşru, ahlakî olmayan hiçbir şaibeli, şüpheli işe bulaşmazdı.
Yirmi otuz konuda çok ciddî dosyaları vardı. Eğitim, üniversite, tarım, hayvancılık, otomobil ve elektronik sanayii, Singapur, Güney Kore, Tayvan, Norveç, sağlık, iç barış ve sosyal mutabakat, millî el sanatları… vs.
Ehliyeti ve liyakati olmadığına inandığı kimselerin bir işe tayininde aracılık etmezdi.
Sembolik ucuz hediyeler dışında hediye kabul etmezdi.
Kendisine bakanlık teklif edilmişti. Birtakım şartlar sürmüş, garantiler istemişti. Tatminkâr cevap alamayınca teklifi reddetmişti.

Bu zatın daha başka özellikleri, menkabeleri var ama bu kadar yazıyorum. Sanırım bir fikir verecektir.

***

Günlük gazetelerde, TV’lerde birbiriyle çelişen, bazıları gerçekten garip sağlık, beslenme yazıları görülüyor.

Ekmek sağlığa zararlıymış… Büyük hezeyan. Ekmek beslenmek, sağlıklı olmak için şarttır. Zararlı olan hibrid buğdaydan yapılmış, kepeği elenmiş, ekmekliğinden çok şey kaybetmiş olanıdır. Tam buğdaydan yapılmış doğal ekolojik ekmek şifanın şifasıdır. Ölçülü tüketmeli ama mutlaka tüketmeli. Şişmanlamamak için ekmek yemeyenler kesinlikle sağlıklı kalamaz.

Meyve yememeli, meyve suyu içmemeliymiş. Bu da çok yanlış bir şey. Tüketilmemesi gereken, beyaz rafine şekerdir. Yeterli miktarda meyve mutlaka yenmelidir. Lakin bunların ilaçsız, kimyevî gübresiz yetişmiş olanları… Hormonlu, kimyalı sebze ve meyve yiyenler uzun vadeli intihar etmiş olur.

Aşılar konusunda da çok dikkatli ve araştırıcı olmak gerekir. Medenî ülkelerde aşılara karşı büyük bir tepki ve protesto hareketi var. İncele, sor, öğren,  bil, üç kere derin derin düşün, ondan sonra çocuğuna aşı yaptır.

***

İstanbul’da sağlıklı bir ömür sürmek mümkün müdür?.. Kesinlikle değildir. Çünkü sağlığın temel şartlarından biri temiz hava solumaktır, o da İstanbul’da yoktur. Bugünkü havasıyla, İstanbul’da sağlıksız bir ömür sürülebilir, ömür tüketilir ancak.

***

Bugünkü Dönme medya ile Türkiye düze çıkabilir mi? Çıkamaz. Türkiye’ye millî kimliğe, millî kültüre, bilgeliğe, evrensel insan haklarına saygılı ve bağlı; çok ciddî, çok haysiyetli, çok seviyeli, çok vatansever, çok faziletli, çok âdil bir medya lazımdır. Bu olmazsa işler düzelmez.

***

Doktor olmak isteyen doktor olabilir. Mühendis olmak isteyen mühendis olabilir… Sadece doktor veya mühendis olmakla otomatik olarak adam olunmaz. O ayrı bir konudur. Bu ülkede gençliği adam edecek kurumlar, zihniyet, eğitim var mıdır?

***

On kişilik bir genç grubu gösterdiler. İşte bizim pırlanta gençlerimiz, onlarla iftihar ediyoruz dediler. Gençlere sorular sorabilir miyim, onları imtihan edebilir miyim dedim. Hay hay buyurun dediler. Osmanlıca bilip bilmediklerini sordum, hiçbiri bilmiyormuş. Çok basit ilmihal sorularına da cevap veremediler. Fuzulî’den, Ziya Paşa’dan birer hikemî beyit okuyunuz dedim, hepsi de bakakaldı. Tarih kültürleri yok denecek kadar azdı.  Singapur, Norveç, İsviçre hakkında bilgi istedim, sustular. Çok basit mantık soruları yönelttim, tıs yok. Talik ile sülüs yazılarını ayırt edebilir misiniz dedim. O ne ki dediler…  Ceplerinizdeki defterleri, dolmakalemleri göreyim dedim, sadece birinde varmış… Abdülkadir Meragî kimdir dedim, bilemediler. İçlerinden biri Tokatlı idi. Şeyhülislam Mustafa Sabri efendiyi hiç duymamıştı!.. Altın oran nedir? Saf saf melül melül baktılar. Namaz kılıyor musunuz? Evet dediler. Namaz takkelerini görebilir miyim? Hiçbirinin yoktu. Cep telefonlarınızı görebilir miyim?... Ooo hepsi lüks ve pahalı idi. Bir teki bile ucuz ve basit değildi. O esnada birinin telefonu çaldı. Yanındaki büyüklerden izin istemeden saygısızca konuştu… Velhasıl bizim beylerin pırlanta, elmas, yakut, zümrüt, zebercet, pembe inci çocukları o kıymetli taşlara benzemiyordu. Zavallı harcanmış çocuklara kızmadım. Onları harcayan, ham ve nâkıs bırakan büyüklerine içimden ağır şeyler söyledim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi