“Bir derdim var bin dermâna değişmem”
Şah Hatayî gibi “Bir derdim var bin dermâna değişmem” âcizâne. Dert ile arınmak ne güzel. Derdimin gönlünü almak için onun mısralarını nenni gibi okurum:
“Ben derdimi dost edindim kendime / Bir dostumu bin yabana değişmem / El çek tabip dermân olma derdime / Bir derdimi bin dermâna değişmem.”
“GELİN HEY DERTLİLER / BU DERDİMDEN SİZDE ALIN”
Yunus Emre Hz.lerinin mısralarıyla, “Gelin hey dertliler gelin / bu derdimden siz de alın / Dertli bilir dertli hâlin / ya dertsizler bunda n’eyler” diyerek cezbeye kapıldığımız oldu mu?
“Gündüz bir derd, gece bir derd / Bilemedim nice bir derd /Sol böğrümde ince bir derd / Batar Yunus Yunus diye” geceleri inleyip vecdden başımız döndü mü hiç?
“ALLAH DERDİNİZİ ARTIRSIN…”
Âşıklığın ve dervişliğin birinci şartı dert ehli olmaktır, diyor ârifler. Bir türkümüzün dediği gibi: “Dert ehli olanlar dergâha gelir.”
Bundandır ki dervişler, “Allah derdinizi artırsın erenler” diyerek dertten gâfil olmamak için birbirlerine zarf atarlarmış. Ehl-i dil derdinden şikâyetçi olmaz. Bilir ki, nefsine dert ve elem görünen hâller bir şifadır. Hamlıktan kurtulup, olgunluğa eriştirir. Gafletten uyandıran, dalâletten hidayete eriştiren bir vâsıtadır ulvî dert.
“EY DERMÂN İSTEYEN / YETMEZ Mİ DERT SANA”
Derdini çekemeyip dermân arayanlara, cezbesine meftun olduğum Niyazî-i Mısrî Hz.leri, “Ey derde dermân isteyen / Yetmez mi dert dermân sana?” diyor.
Derdine rıza göstermeyen mümin olabilir mi? Rabbini tanımayan ulvî dertlere tiryaki olamaz. Derdimiz yoksa dertli olmaya çalışmalı. Derdimiz yoksa ham ve çiğ kalmışız demektir.
Dertten şikâyet edenler, “Dert sendedir bilmezsin, çâre sendedir göremezsin” diyen Hz. Ali Efendimiz ’in yüzüne nasıl bakacaklar? Gönlünde dert olmayanlara yazıklar olsun!
“MEVLÂM BİRÇOK DERT VERMİŞ…”
“Mevlâm birçok dert vermiş / Beraber dermân vermiş / Bu tükenmez derdime / Neden ilaç vermemiş” ve “Bu dert beni iflah etmez del'eyler / Benim dert çekmeye mecalim mi var!” diyen âşık daha yolun başındadır.
Oysa dertle kuşatılmak bahtiyarlıktır. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri “Tevhid ile olur her derde dermân, derd Hakk’ın bize ihsanıdır” diyor. Yetmez mi?
Hz. Mevlânâ “Allah, kuluna: ‘canı ben yarattım ama ona bir de dert verdim. Derdi veren, elbette onun dermanını da verir” diyorsa, dertten şikâyet edilir mi? Ardından da “Eskileri yenileyen kimyadır dert. Dert ara, dert ara! Gizlice Allah’ı çağırmanı sağlayan dert dünya malından da daha iyidir. Dertsizken yapılan dua soğuktur. (…) Allah sevdiklerine dert verir” diye biz âcizlere nasihat eyliyorsa ehl-i dert olmaklığımıza sevinmemiz gerekmez mi?
Neyi dert edinmeli? Kâmil insanların dediği gibi, Allah’ı râzı edebilmeyi, sonra hakiki imanı elde etmeyi ve âhiret saadetine ulaşmayı dert edinmeli. Derde uzak kalmak, Allah’a uzak kalmaktır. Dertle baş başa iken, şeytan tebelleş oluyorsa o dert süflî ve nefsîdir. Dert, insana Allah’ı hatırlatıyorsa o dert iyi ve ulvîdir.
RABBİNİ BİLEN DERT MAKBULDÜR
Ehl-i dünya nazarında dert makbul değil, Rabbini bilen için dert makbuldür. Derdin kıymetini dert çekene sorup öğrenmek gerek. Dertli olmayan derde yanar mı? Başında dert eksik olmayanları çokça dinlemeli.
Eğer derdimiz yoksa, türkülerin söylediği gibi, “Dertsiz iken dert ehlinden dert aldım” diyerek dert sahibi olmalıyız hemen. Derdi olmayanları dost edinmemeli, dert çekenlerle dost olmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.