Fatma Tuncer

Fatma Tuncer

Adı insan

Adı insan

Evrende hacmi olan her varlık Allah’ın yarattığı yasalara tabi olmuştur ve varlıklarını bu minval üzere sürdürürler. Yani tüm fiziksel dünya İslam üzere konumlandırılmıştır ve Yaratıcıya itaatsizlik söz konusu değildir.  İnsan ise üst bir konumda yaratılmış ve konumunun gereği olarak bazı sorumluluk taşımaktadır.

İnsanı etkin kılan fiziki özellikleri değildir, aksine onu etkin kılan ruhsal zenginliği ve fıtratında taşıdığı hidayet çekirdeğidir.  Rabbimiz Kur’an’da insanın yaradılış evrelerini şöyle ifade eder:  “Andolsun ki biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz Adem’in nesli olan) insanı sarp bir metin bir karargahta (rahim) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışkan şey) haline getirdik derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık.  O bir çiğnem eti kemiklere çevirdik ve kemiklere de et giydirdik… Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik…” Günümüzde bütün ilgi ve alakasını görünürlüğü üzerine çeviren insan acziyetinin farkına varmaz ve her şeyi kendinden bilir. Allah’ın bedeninde yarattığı onlarca mucizeyi kendi eseri olarak görür ve fiziğinin güzelliği ile genç ve sağlıklı olması ile öğünür. Oysa bütün bu imkanlar kendisine yaratıcısı tarafından bahşedilmiştir… Bunun da ötesinde o evrende halifelik görevini üstlenmiş etkin bir varlıktır. Fakat insanlık tarihinde bu kutsal görevi kuşanıp yaşamını hakikat ekseninde sürdürebilen pek az insan olmuştur. Bunun dışındakiler zifiri karanlığı aydınlık zannedip kendi elleriyle kendi kuyularını kazmış ve bahşedilen görevden istifa etmişlerdir. Resulü Ekrem hadisinde şöyle buyurur:

“Her birinizin yaratılışı ana rahminde nutfe olarak 40 gün derlenip toparlanır. Sonra aynen öyle (40 gün daha) alaka (yapışan şey) olur. Sonra yine öyle (bir 40 gün daha) mudga (et parçası) halinde kalır. Ondan sonra melek gönderilir. Ona ruh üfler...”

Günümüzde putlaştırılan bilim, insanın sadece maddi boyutunu ele alır ve insan bedeninde görülen onlarca mucizeyi birer tesadüf olarak açıklar. İnsanın yaşamını etkileyen duyguları dikkate almaz, ruhun varlığını ve ihtiyaçlarını hesaba dahi katmaz. Oysa insanı değerli kılan sadece fiziki özellikleri değildir aynı zamanda onun engin dünyası, erdem ve faziletleri barındıran ruhsal derinliği ve buradan çağıldayan imanıdır. O yüzden Rabbimiz insanı imanı ve sahip olduğu ahlaki ilkeleri ekseninde değerlendirmiş ve sorumluluklarını sık sık hatırlatarak ona kemalat yolunda ilerlemeyi tavsiye etmiştir.

 İnsanın yaradılış evrelerini dikkate aldığınızda onun iki boyutlu bir varlık olduğunu anlamakta güçlük çekmezsiniz. Evrende üst bir noktada konumlandırılan insan bir yönüyle toprakla olan akrabalığını sürdürürken diğer yönüyle uhrevi aleme dönük yaşıyor. Yani o fiziki yönüyle diğer canlılarla müştereklere sahip. Aynı havayı soluyor ve aynı topraktan besleniyor. Fakat fıtratında taşıdığı öz sebebiyle diğer canlılardan ayrılıyor ve üst bir noktaya yerleşiyor… Peki, onu ayrıcalıklı kılan bu öz nedir? Bu öz onun imanı ve buradan çağıldayan değerleridir…O inanıyor, inandığı değerleri bünyesinde toplayarak   topraksı özelliklerinin ötesine geçiyor ve cennet ehli bir varlığa dönüşüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Tuncer Arşivi