“Cehalete kurban giden bir menkıbe”
Ali Yurtgezen hocanın Semerkand dergisi ağustos 2018 sayısındaki “Cehalete Kurban Giden Bir Menkıbe” adlı yazısı, son günlerde belli çevrelerce gündeme getirilerek “algı operasyonu” yapılan ve bu yolla itibarsızlaştırılarak “iç tehdit” olarak gösterilmeye çalışılan tasavvuf ve tarikat hakkında düşmanca tavır içinde olanların câhilliğiyle mücadele etmek için vesika metin vasfındadır.
Tasavvufun millet ve müslüman oluşumuzdaki derin ve tartışılmaz tesirlerini bilenler ve inananlar bu değerli yazıyı bir başlangıç, bir girizgâh olarak mutlaka okumalıdır. Gündemin mevzuu olması ve önemine binaen adı geçen yazının büyük bir bölümünü sunmayı vazife addettik:
“Hacı Bayram Velî ks. Hazretleri, Sultan II. Murad’ın vergi muafiyeti üzerine müritlerinin hızla çoğalması ve Ankara’da neredeyse vergi mükellefi kalmaması sebebiyle bağlılarını şöyle bir imtihana tâbi tutar:
‘Bir tepeye çadır kurdurmuş ve kendisine biat edenleri bu tepenin eteğine çağırmıştır. Önüne dervişlik iddiasındaki herkes orada toplanmışken, Hacı Bayram Velî elinde bir kılıçla çadırın önüne çıkıp;
-Bana irade getirenleri bugün fisebilillâh kurban eylesem gerektir, diyerek bağlılarını kurban olmaya dâvet eder. Toplananlar büyük bir şaşkınlık ve tereddüt içinde âdeta donakalmıştır. Nihayet biri erkek diğeri kadın iki kişi;
-Başımız sana feda, diyerek Şeyh’in huzuruna varırlar. Hacı Bayram hazretleri onları çadıra sokar ve oraya önceden konulan bit koyunu boğazlayarak kanlı kılıcıyla dışarıya çıkar. O iki müridin kurban edildiğini zanneden kalabalık, ‘Şeyh çıldırmış’ diyerek darmadağın bir vaziyette telaş ve korkuyla kaçışır.’
NAKİLDE İTİNA GÖSTERMEYİNCE
Hemen hemen herkesin bildiği bu menkıbeyi miladi 1660 senesinde İstanbul’da vefat eden meşhur Mesnevî şârihlerinden Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-Fuâd isimli eserinden sadeleştirerek aktardık. Bütün nakiller, söz konusu menkıbenin bilebildiğimiz kadarıyla en eski kaynağı olan bu eserden yapılıyor. Fakat menkıbeyi nakledenler, bu ilk yazılı kaynaktaki bazı ayrıntıları gözden kaçırmaları, bilgisizlikleri yahut mesajı kuvvetlendirmek gibi masum bir niyetle yaptıkları ilâveler sebebiyle tasavvuf aleyhtarı çevrelere bühtan imkânı verdiklerini fark edemiyorlar.
Nitekim aslında mürşid-i kâmile teslimiyetin, dolayısıyla hakiki dervişliğin iddia edildiği kadar kolay olmadığını anlatan bu menkıbe, insanların eskiden beri bir takım dünyevî çıkarlar için tarikata girdiğine, müritlerin samimiyetsizliğine delil gösteriliyor. Tarikatlara elbette nefsanî hesaplarla girenler de olabilir. Ama varsa eğer, bu istisnaî örneklerden hareketle tasavvuf düşmanlığı yapmak da bu menkıbeyi tasavvuf erbabını itham için kullanmak da iyi niyetle ve insafla bağdaşır bir tutum değildir.
Neden böyledir, izah edelim: Osmanlı arşivlerinin sıradan işlemleri bile yazıya geçiren en detaylı, en sağlam ve güvenilir bir kaynak olduğunu bütün dünyâ kabul ediyor. Şimdiye kadar bu arşivlerde II. Murad’ın Hacı BayramVelî dervişânına vergi muafiyeti tanıdığına yahut daha sonra bu muafiyetin istismarını önlemek için mektupla mürit sayısını sorduğuna dair bir belgeye rastlanılmadı.
Buna karşın Fatih Sultan Mehmet döneminde, Ankara’da Hacı Bayram Velî dergâhının bulunduğu mahalle sâkinlerinin, ‘Hacı Bayram Veli hazretlerinin yüzü suyu hürmetine örfî vergilerden muaf tutulduğuna dair bir belge var. Osmanlının büyük mürşitlerin muhitinde, onlara bağlı olmayanlara bile imtiyaz tanıma usulü, vergilerden muaf tutulan müridânın çokluğundan yakınmasına mâni gibi. II. Murat döneminde
Böyle bir muafiyet olduğunu kabul etsek bile, istismara yeltenenlerin Sarı Abdullah Efendi’nin ifadesiyle ‘kisvelerini Hacı Bayram Veli dervişlerinin kisvesine benzetenler’ diye nitelenmesini gözden kaçırmamalı. Bu arada bir mürşidin yakından tanıdığı ve sadakatinden şüphe etmediği müritlerini böyle aleni bir imtihana tâbi tutmayacağı, Şeyh’in emrine uyan iki veya bir buçuk müridin hakiki dervişlerin azlığından kinaye olabileceği ihtimalini de dikkate almak gerekiyor.
(…)
ŞU VERGİ MUAFİYETİ MESELESİ
Osmanlı’nın bütün tekkelere olduğu gibi Hacı Bayram Veli tekkesi dervişlerine tanıdığı vergi muafiyeti, böyle bir muafiyet verilmişse eğer, sadece örfî vergilerden ibarettir. Yâni tekke mensupları ister şeyh, ister mürit olsun, eğer vergi mükellefi iseler her halükârda zekât ve öşürlerini verirler.
(…) Bu örfi vergi muafiyeti sadece tekkelere özgü bir imtiyaz değildir. Osmanlı vergi sisteminde ‘kamu hizmeti’ gören bütün unsurlar bu muafiyetten faydalanır. (…) Tekkeler de verdiği tasavvuf tâlim ve terbiye ile, ihtiyaç sahiplerine yardımı ile, bulunduğu çevreye maddî mânevî katkısı ile ‘kamu hizmeti’ gören bir yapılanma olduğu için örfî vergilerden muaf tutulmuşlardır.
BİLGİSİZ İDDİA SAHİBİ OLMAK
Bu menkıbeyi aktaranlardan bazıları, Semerâtü’l- Fuâd’daki metnin hilafına, vergi vermemek için derviş görünenler arasına bir de askerlikten muaf olmak isteyenleri katarlar. Böyle bir ilâve, askerlik kutsal bir görevden kaçınanların tarikatlara kapağı atarak kurtuldukları iddiasına mesnet yapılmaktadır.
Hattâ bazen güya tasavvuf uzmanı bir profesörü dahi tasavvuf ehlini, ‘vergi, toprak ve askerlik muafiyetiyle 600 yıl boyunca keyif çatan tufeyliler zümresi’ diye tanımlamak gibi bir câhil cüretine sevk etmektedir. Evet, Osmanlı’da tasavvuf erbabı ‘ilmiye’ sınıfına dâhildir ve ilmiye sınıfının bütün mensupları gibi askere alınmazlar. 14. Asırda bu muafiyet değil, kuraldır…”
---------------------------------------------------
İLÂVE YAZI:
HECE TAŞLARI AYLIK ŞİİR DERGİSİNİN 42. SAYISI ÇIKTI
Gelenekli hece ve âşık tarzı şiirinin yaşatıcısı Hece Taşları Aylık Şiir Dergisi’nin Ağustos 2018 / 42. sayısı okuyucu huzuruna çıktı. Gelenekli atışma şiirinin ustalarından Tayyib Atmaca’nın sahipliğini ve Yayın Müdürlüğünü yaptığı Hece Taşları Aylık Şiir Dergisi’nin bu sayısında Türkiye ve Türk dünyasından gelenekli şiirler yine ağırlıkta. Şiir hakkında söyleşiler, şair ve ozanları anlatan yazılar Anadolu kültürünün zenginliğini bir daha gündeme taşıyor.
Ali Yurtgezen hocanın “Âşık Âgâhî’nin Seher Vakti Çaldım Yârin Kapısın Matlalı Manzumesi Üzerine Seyyâh-ı Vatan Âli Çelebi’nin Şerhi” başlıklı yazısının iktibas edilmesi derginin muhtevasını daha da zenginleştirmiş. Ayrıca, Nuri Peksöz’le yapılan “Şiir ve Gelenek Üzerine Konuşmalar” Türk şiirinin geçirdiği safhaları, değişmeleri ve istikameti hakkında doyurucu bilgiler veren bir metin… Bu sayıdaki imzalar şöyle:
Temur Melik, Dedekurt Nuri Peksöz, Ali Göçer Yörükoğlu, Mustafa Pınarbaşı, Ali Kemal Mutlu, Ahmet Yalçınkaya, Özgür Çoban, Mustafa Ayvalı, Abdulhakim Eren, Azade Turap, Həmən Həşimqızı Əkbərova, Erol Koca, Ali Yurtgezen, Ali Rıza Kaşıkçı, Yaşar Özden, Çağan Azizoğlu, Mustafa Ferit Yıldız, Tayyib Atmaca, Məmməd İlqar, Ahmet Erener, Seyfettin Karamızrak
İletişim adresi: [email protected]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.