İnsan Kalmak
İstikamet, aynı doğrultuda devam etmektir. Bize göre her daim Müslüman kalmaktır. Müslüman yaşamak, Müslüman ölmektir. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan, onun kanunlarından başkasını tanımadan, sadece ona kulluk ederek yaşamak. Bir gün komünist, bir gün kapitalist, bir gün faşist, bir gün ırkçı, bir gün laik olmadan, her zaman Müslüman kalmaktır istikamet.
Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarını her an gözeterek yaşamaktır. Her yaptığımızı Allah Teâlâ’nın emir ve iradesi doğrultusunda, onun rızasını kazanmak için yapmak. Riyadan, süm’adan, gösterişten uzak, ihlas ve samimiyetle uygulamaktır her emrini O’nun.
Böyle bir hayat bizim çıkarımıza olur, bundan biz fayda görürüz. Bu istikimet ve ihlasa ters düşer mi?
Ne demek?
Din zaten bizim menfaatlerimizi, iyilik ve faydalarımızı gerçekleştirmek için vardır. Din bizi mutlu etmek için vardır. Biz dindar olsak veya olmasak bundan Allah Teâlâ’nın bir fayda veya zararı yoktur. Elbette dini yaşamak bize fayda verecektir. Zaten Allah Teâlâ’nın muradı da bu değil midir? Şeytanın sağdan gelen bu tür vesveselerine aldırmamak gerekir.
Bir kul olarak bize düşen, Rabbimizin huzurunda doğru ve düzgün olmaktır. Açık ve içten olmaktır. ihlas ve samimiyettir. Özümüzde, sözümüzde ve işimizde bile bile hata etmemeye çalışmaktır.
Buna güç yetirmek kolay mıdır?
Hem evet, hem de hayır!
Aklımızı, kalbimizi, vicdanımızı doğru kullanabilirsek, evet, çok kolaydır. Hayat da böyle olmaya yardım eder, destek verir.
Ama nefsimize, içgüdülerimize, eğitimsiz duygularımıza, kötü arkadaş çevresine ve şeytanlara kulak verirsek, işimiz kolay değildir. Bunlar bizi helak edip cehennemde kendileriyle beraber yanacak yoldaş edinmeye bakarlar.
Hayat da bunlarla çelişir aslında. Bunlara uymak dünyayı da bozar. Ama keyfin ve şehvetin azgın sellerine kapılan harisler, batıp çıkmayı zevk sanırlar, boğuluncaya kadar işin ciddiyetini pek anlamazlar.
Akıllı insan, öncekilerin felaketinden ders almasını bilir. Bunu bilen ve başaran için tarih ibret sahneleri ile doludur.
İnsan, bu hayatta kendine sunulan bu güzel dinin kanun ve kuralları uygun güzelce yaşarken, onu azdıracak ve istikametinden saptıracak içten ve dıştan birtakım baskılar ve tuzaklarla karşılaşır.
İçten gelen baskıların başında nefis vardır. Daha doğrusu nefs-i emmare. Yani eğitilmemiş cahil ve zalim nefis. Daima "ben" merkezli düşünen ve hep zevke, keyfe, şehvete, hırsa yönelen nefis. Her meselede kendini öne çıkarmaya çabalayan nefis. İnsan zevk, şehvet, menfaat ilişkilerinde bu nefsin baskısına maruz kalır. Bunu hissetmemek mümkün değildir. Özellikle de bu nefsanî isteklerin başında şehvet, şöhret, şan, makam, masıp, sevilme arzusu ve baş olma sevdası gelir.
Eskiler cümle hata ve günahın kaynağı üçtür derler: İttibai heva, hubbi dünya ve rü’yetül gayr. İlki zevk ve şehveti, ikincisi dünya menfaatlerini, üçüncüsü de başkalarına sevilme ve üstün olmayı ifade eder. Terbiye bu üç azgın canavardan kurtulmak içindir.
Bazen bu duygular, bu huylar içimizde bastırılmış halde bulunabilir. İblis, uzun süre melekler arasında yaşayabilir. Ama buldukları ilk fırsatta baş kaldırarak, şeytan olduğunu aleme gösterir. Kedi uzanamadığı ciğere murdar dermiş. İnanma, uzandığında bir bak ne yaptığına. İşte bu kontrol altında tutulan bu nefsani duygular, insanın mal, makam, güç, iktidar gibi imkanklar ile sınandığı zamanlarda meydana çıkar. Cibilliyetini o zaman açıkça sergiler. Ne derece eğitim ve terbiye aldığı o zaman belli olur. “Ensesine vur, lokmasını al” dediğin, “parmağını ver ısırmaz” dediğin dervişleri işte bir de o zaman gör, nasıl canavarlaşırlar. Derviş dediğin bir de bakmışsın ki her iyiliği devirmiştir, yemediği halt kalmamıştır.
Bütün güzellikler dindedir. Din ise iyi bir eğitim ile öğrenilir, iyi bir terbiye ile kazanılıp içselleştirilir. İstikamet bunun alametidir. İnsan ancak böyle kemal bulur.
Bunlar yoksa insandan bir şey bekleme. İnsan o zaman insanın kurdu olur. Yaptığı bütün güzellikler de göstermeliktir, daha büyük çirkinliklerin perdesidir.
İnsanın azması, her mahlukun azmasından beterdir. Korkmak gerek.