Ülkemizde yaşayan üç tip insan vardır
İskenderun’daki Ulu Cami’de okunan hutbeden söz edecektim.
Son dönemlerin ayakları yere pek basmayan bir mesleği vardır, adına “Kişisel Gelişim” denir. Bir şekilde ben de bu işi icra edenlerdenim ama kitaplarda yazdığı gibi lafla şişirilmiş balonları değil, balonların nasıl şişirilmesi gerektiğini anlatarak işimi yapmaktayım.
Kişisel gelişim vadisine girip yol almaya başlayınca aklımdan hep şu geçmiştir. Aslında bu meseleler camilerde anlatılmalı ama neden Diyanet İşleri Başkanlığı veya müftülükler bu konuya uzak kalıyorlar derdim.
Hatay Müftülüğü bu farkı fark etmiş ve “farkı fark eden neticeyi belirler” düsturunca çok güzel bir hutbe hazırlamış. Hutbenin güzelliği yanında, asıl hutbeyi irad eden hocanın da büyük önemi var tabii.
Cuma vazifemizden sonra Müsiad İskenderun Şube Başkanı Fatih Tosyalı’ya; hutbeyi okuyan hoca efendinin kim olduğunu sordum, “Emekli müftülerimizden Remzi Yavuz Hoca” diye cevapladı ve akşamki yemeğe geleceğini söyledi.
Müsiad İskenderun şubesinin şehrin protokol ve işadamlarına verdiği açılış yemeğinde öyle bir tevafuk yaşadık ki, hani hayret ifademizi belirtmek için, “Olmaz böyle şey” denilir ya tam da öyle oldu.
Büyükçe bir salonda verilen yemekte herkesin hangi masaya oturacağı bütün detaylarıyla belirlenmişti. Müsiad yönetim kurulu üyesi Mehmet Develioğlu, genel sekreter Nihat Alayoğlu ve ben, hutbeyi okuyan hocamız Remzi Yavuz, Hatay Müftüsü Mustafa Sinanoğlu ve İskenderun Müftüsü Bekir Gülce ile aynı masaya denk düştük.
Tabii mevzu hemen hutbeden açıldı ve “Hocam” dedim, “Bugünkü hutbenizin camilerde okunmasını öyle çok istiyordum ki, sizi dinlerken not almaya çalıştım ama yetişemedim, eğer metin üzerinizdeyse, ‘İşte hutbeler böyle olmalıdır’ diye yayınlamak isterim” dedim. Hocam da sağ olsun verdi. Hutbe şöyle:
ülkemizde üç türlü insan vardır. “Keyif ve rahat adamı,” “fikir adamı,” “işadamı.” Bunlardan milletimizin takdirini kazanan fikir adamları ile işadamlarıdır. Bunların da geleceğe yürürken dört temel dayanakları vardır. “Zeka”, “Bilgi”, “Vicdan” ve “Cesaret.” Bu prensiplerle yola çıkanların yapmaları gerekenler ise şöyledir:
İşine erken gelmeli, yüzü gülmeli ve kararlı olmalıdır. Hızlı düşünüp yavaş konuşmalı, geç kızıp, erken bağışlamalı, bazen cevap yerine karşısındakinin yüzüne gülümsemelidir. Dünya için çok çalışmalı fakat ölüm ötesi için hiç çalışmamış durumda olmamalıdır.
Hayatta hata yapmanın hile yapmaktan onurlu olduğu, para kazanma zevkinin üretime harcanması gerektiği, gözü midesinden büyük olanı doyurmanın zorluğu bilinmelidir. Başkalarında başarıyı ölçmek için senin neler başardığını işe başlarken değil, bitirince alkışlanırsan başarılı sayılacağın kabul edilmelidir.
Dünyaya başımız taçlı, elimiz kılıçlı, altın emzikle gelmediğimize göre kazandıklarımız kadar, harcadıklarımıza da dikkat etmemizi, anıtları taşların değil, yapılan iyi işlerin oluşturduğu gözden kaçmamalıdır.
Az da olsa alın teri emekle kazandığınızın, hiç terlemeden emeksiz elde edilen çoklardan daha onurlu olduğunu, vergi kaçıranın o miktarı ailesi ile de yese, helal sayılmayacağını, kullandığı kaçak elektriğin ışığında yaptığı ibadetin kimlere gideceğini, kaçak su ile temizleniyorum zannedenlerin içi kirli kaldıkça boşa ıslandığını bilinmelidir.
Her yerde kimliğini, kişiliğini, kendin olmayı koruyup, emanet kişilikle yaşanmayacağını, zira taklidin şahsiyeti öldürdüğünü, bu değerler yok olduğunda özü çürüyen ağacı kabuğunun ayakta tutamayacağını, kendi kimliğini beğenmeyip, başka arayışlar içine girenlerin tarihe müstemleke olarak geçtiği hatırlanmalıdır.
Emeğini ve birikimini en yüksek seviyede değerlendirmeni, amma sakın ola ki, vicdanına ve ruhuna asla fiyat etiketi koymamanı, çünkü onurlu insanı satın alacak paranın henüz basılmadığını bilip, davranışlarımızı ona göre düzenlememiz gereklidir ve önemlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.