“Bildiğimi bilseydiniz!...”
Resulullah’tan böyle bir “hadis” rivayet edilir: “Eğer bildiğimi bilseydiniz; çok ağlar, az gülerdiniz”.
Ben buradaki ağlamanın saç-baş yolarak, bağıra çağıra ağlamak olmadığını düşünüyorum: Hüzünlü, buruk bir tebessümle gözyaşı dökmenin kahkahalarla gülmekten çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Hem de “Çile” yüklü bir hayata, acılara rağmen!
Ben bütün olumsuzluklara rağmen umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Umudumuz, her zaman korkularımıza galib gelmeli. Çileyi keyfe tercih etmeliyiz. Ben çileli bir yolculuğun sonunda acı çeken insanlara yarım etmenin, onların acılarını dindirmenin, onların yüzündeki hafif bir tebessümün bile en keyifli anlardan çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Dünya hayatı bizim için bir “oyun” ya da “eğlence” yeri değil. Hiç oynamayacak, eğlenmeyecek değiliz, ama hayatımızın anlamı bu değil bizim için.
Bizim geleneğimizde “kahkaha” kalbi öldürür. “Keder” de öyle. Aslolan “Korku” ile “umut” (havf ile reca) arasında bir yerde durmaktır. Sabırlı olmak, şükretmek, direnmek! Değil mi ki, bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var. Değil mi ki, bizim bir kaderimiz, rızkımız ve ecelimiz var. Ve bu hayat bizim için bir imtihandır! Değil mi ki, yolun sonunda mahzun olmayacağız. O zaman başımızı göklere yükseltip, bize ilahlık taslayanlara, “Tapmam sizin taptıklarınıza, siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Benim İlahım ve Rabbim Allah’tır. Sizin dininiz size, benim dinim bana” diyelim.
Bugün öyle bir hayata çattık ki, “hayata kurmuş pusu”. Ve “Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek”, sormak gerek “Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek!”
“Ağzımızın tadını kaçıran ölümü sıkça anacaktık” ama reklam metin yazanları bize paketlenmiş ölümü sunarken, güleç bir yüzle “Bağlan hayata” diyor. Fondaki afişte “bu hayat senin” diyor. Bir çamaşır makinası reklamı dönüyor bu günlerde baba oğlunun elbisesini yıkıyor, kurutuyor, giydirip okula gönderiyor. Öyle ya artık “cinsiyet ayrımcılığı” yoktu değil mi! Hem zaten o erkek görünümlü ki, o oğlanın annesi de olabilir. Cinsiyet değiştirmiştir. Ne de olsa o bedenen kendinin. İster piercing takar, ister dövme yaptırır.
Şu günlerde beynelmilel bir vicdan hareketinin başlattığı bir “Hılful Fudul / Erdemliler Hareketi” var. İlk kanın döküldüğü Bilad-ı Şam’da dökülen kana dikkat çekmek istiyor. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılara reva görülen zulme karşı insanlık vicdanını harekete geçirmek için bir hareket başlatıldı. Artık “Karanlığa küfretmekten öte” bir şeyler yapmak gerekiyor. “Kalkıp bir mum yakmak” gerekiyor. Karanlık aydınlığın yokluğudur.
Tek başına Esed’i ya da rejimini hedef almak bana çok gerçekçi gelmiyor. Esed’i o ülke halkının başına bela eden İngilizler ve Fransızlar değil mi? Bugünkü rejimin arkasında ABD ve Rusya yok mu?
Peki, Batılılar yanlış yapıyor. ABD oraya gelirken DAEŞ’i bahane etti değil mi? DAEŞ’e hayat veren zihniyet “Suudi”lerin ve “Şeyh ailesi”nin İngiliz ifsad hareketi Vehhabi zihniyeti değil mi? Onun da arkasında İslam dünyasını birbirine düşürmek isteyen ve böylece kendine hayat alanı oluşturma çabasındaki Siyonist akıl var. Bu aklın arkasında da şeytan var.
Arkadaşlar, şeytanın varlığı bizim günah işlememizin gerekçesi ve bahanesi olamaz. “Hak geldi, batıl zail oldu” diyeceğiz biz. Bize emir bu. Allah böyle demiyor, bizim böyle dememizi istiyor. “Karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık geldiğinde karanlık yok olur. Karanlık aydınlığın yokluğudur.”
“Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek ister”. Haydin o zaman. Allah’ın bizden istediğini biz Allah’tan isteyerek dua etmiş olmayız. Sahi, “dualarımız olmasaydı biz ne işe yarardık ki!”
Tamam, Suudiler kötü. Peki, İran ne yapıyor? “Husi”ler nereden çıktı? Esed’e arka çıkan Lübnan Şia’sından bazı kişilerin ARAMCO beslemesi, Suudi petrolünün zekât fonu tarafından desteklenen Vehhabi teröristlerden ne farkı var. Kaşıkçı örneği ortada. Sisi’nin yaptıkları da. Esed ya da Sisi, bunlar zihniyet ikizleridir. Kimliklerinde İsrail, Mısır ya da Irak bayrağı olmasının fazla bir anlamı yok. DAEŞ, Irak ve Suriye’de ne yapıyorsa, Husiler Yemen’de aynı şeyi yapıyor. Lübnan’daki Şii milisler Esed’in zulmüne destek vererek Esed’le suç ortağı olmuş olmuyorlar mı? Bu durumda biz ötekileri suçlarken, aynı zamanda kendi içimize de bakmalıyız. Ve “Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmekten Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir.”
Önce şunu da tesbit edelim; “Bizim zalimlerimiz” bizden değildir. Ve bir yerde zulüm varsa, zalimin ya da mazlumun kim olduğu da önemli değildir. Sonuçta, “haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır.”
Şunu aklımızdan çıkarmayalım, hiçbir zalim ya da hiçbir mazlum, cennete ya da cehenneme yalnız başına girmeyecektir. Bilad-ı Şam ya da Yemen, Myanmar ya da Bangladeş, Çin ya da Somali, ne farkeder ki!
Aslında milyarlarca insanın uyuyan vicdanını uyandırmak, acı çeken yüz milyonların acılarını dindirmekten çok daha önemli. Hatta bu acıların sebebi, zalim diktatörlerin zulmü kadar, bu vicdanı uykuda milyarlarının gafletinin eseridir. “İçimizdeki beyinsizlerin işleri”ne karşı sessizliğimiz zalimlere cür’et ve cesaret veriyor. Ve bu sessizliğimiz sonunda o ateşin gelip bize dokunmasına sebep oluyor.
Ha! Bu arada; biz bu işe “Vicdan hareketi” diyoruz da, bu iş bizim için sadece bir vicdan hareketi değildir. Dini bir mes’uliyet / sorumluluk ve mecburiyet / zorunluluktur. Din vicdanı reddetmez, ama vicdandan da ibaret değildir. Eylemin kapsamı itibarı ile milletlerarası bir eylem olduğu itibarı ile erdem temelli bir hareket olduğu için, vicdan sahibi olan herkesi kapsaması yönünden “Vicdan hareketi” adını almıştır. Biz bu anlamda, Müslümanlarla müttehid, müellefetil gulub anlayışı ile erdem sahibi insanlar ve mazlumlarla müttefik, Allah’a, resulüne, kitaba ve Müslümanlara düşman olmayan ve zulme alet olmayan herkesle nimet ve külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştireceğiz.
Hadi o zaman, ne duruyoruz, elimiz, dilimizle harekete geçme zamanıdır.
Selam ve dua ile.
NOT: Dünkü yazımda alıntıladığım bazı bölümler, yanlışlıkla, eksik ve kaynak gösterilmeden doğrudan benim görüşlerim gibi yazımda yer almıştır. Düzeltir, özür dilerim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.