Demokrası değilse ne?
Demokrasiyi daraltmayı savunan, hatta reddeden görüşler son yıllarda daha bir seslendiriliyor. Kuvvetler ayrılığı kavramını çoktan unutmuştuk, şimdi Cumhurbaşkanının rektörler gibi bazı belediye başkanlarını da ataması isteniyor, tabii güvenlik gerekçesiyle.
İlçe belediye başkanlarının Büyükşehir Belediye başkanı tarafından belirlenmesi de önerildi.
Meclis’te anayasa komisyonu varken Anayasa Mahkemesine lüzum olmadığı da söylenmişti.
Bir de “bekamızı demokrasiye feda etmemek” tezi var!
En önemlisi, bazı kimselerin demokrasiyi İslam adına reddetmesidir.
Demokrasi ve İslam
Muhafazakâr camiada önemli bir ağırlığı bulunan Sayın Hayrettin Karaman şöyle diyor:
“Felsefesi ve tekniği ile, demokrasi Müslümanların siyasi sistemi olamaz. Ancak demokratik mekanizma, İslâm ve siyaset teorisinin ilkeleri doğrultusunda -daha iyisini buluncaya kadar- kullanılabilir...” (Yeni Şafak, 29.5.2014)
Karaman, demokrasinin temelindeki “eşitlik” ilkesine de karşı. Çünkü fıkıhta “mümine, münafıka, fâsıka, kâfire ve müşrike karşı birtakım davranışlar sergilenmiş, hükümler konmuş”tur, demokrasi ise herkesin hak eşitliğini kabul eder.
Temel sorun şudur: Hak ve yükümlülükler insanların dini inançlarına göre mi, “eşit vatandaşlık” ilkesine göre mi belirlenmelidir?
Meşrutiyet devri İslamcılarının tamamı, hatta Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi bir isim bile, insanların inancı ne olursa olsun kanun önünde eşit olduğunu, dinî hususların öbür dünyayla ilgili olduğunu yazmış, modern vatandaşlık kavramını savunmuştu.
Dönemin önde gelen İslamcılarından Said Nursi de “müsavat fazilet ve şerefte değildir, hukuktadır” diyerek Rum ve Ermeni vatandaşların da hukuken eşit olduğunu yazıyordu, “Münazarat” kitabına bakabilirsiniz.
Yüz yılda nereden nereye, hayret doğrusu.
Temel siyasi değerler
Demokrasinin temellerinde eşitlik, seçme ve seçilme hakkı, kuvvetler ayrılığı, fikir ve ifade hürriyeti gibi değerler vardır.
Peki, “demokrasi Müslümanların siyasi sistemi olamaz” ise, İslam toplumlarında “eşitlik, seçme ve seçilme hakkı, kuvvetler ayrılığı, fikir ve ifade hürriyeti” gibi temel değerlerin hangisinden vaz geçeceğiz?!.
Demokrasinin Müslümanların rejimi olmayacağını söyleyerek İslam toplumlarında bu temel değerler nasıl gelişir? Bu değerler gelişmeden istikrarlı ve yönetebilir demokratik rejimler kurulabilir mi?
İslam dünyasına bakın, bu soruların cevabı bellidir!
Meşrutiyet İslamcıları reel sorunların içinde yaşayarak çözümler düşünüyorlardı. Hürriyet, eşitlik, vatandaşlık, kuvvetler ayrılığı gibi modern değerlerin zorunlu olduğunu görüyorlardı.
Bugün ise hepsi değil ama bir kısım İslamcılar muhayyel kurgularla ideoloji yapıyorlar. Kurgularını tarih laboratuvarında test etmiyorlar; mesela hilafetin sadece çeyrek asır devam edip ondan sonra istibdada dönüşmesini tahlil etmiyorlar…
Kurgularının çağımızda ne tür uygulamalar ortaya çıkardığını da araştırmıyorlar.
Beka meselesi
Bekamızı demokrasiye feda etmeyelim!
Demokrasiyi önemsizleştirmek için söylenen bu söz bana, eski Anayasa Mahkemesi’nin bir kararını hatırlattı. AYM, türban yasağıyla eğitim ve çalışma özgürlüğünü kısıtlayan ünlü kararını “laikliği özgürlüğe kıydırmamak” gerekçesine dayandırmıştı. (Karar no: 1989/12)
Niye laiklik ve özgürlük birbirini bütünleyen değil de birbiriyle çatışan değerlerdir?!
Bugün de bekamızı demokrasiye feda etmemek deniliyor; aynı otoriter madalyonun iki yüzü.
Ya bekamız demokrasimizin gelişmesini gerektiriyorsa; niye bu akla gelmiyor?
Sorunlara nasıl bir çözüm? “Kodumu mu oturtarak” mı, ortak akılla rasyonel çözümler mi?
Mart 1925, Şeyh Sait isyanı üzerine haklı olarak ilan edilen sıkıyönetim yeterli mi, yoksa daha “şiddetli” tedbirler mi alınmalıydı?
2 Mart günlü Tek Parti grup toplantısında Recep Peker, beka için “şiddet şarttır” diye konuşuyor,
“Almanya içeride şiddetli tedbirler almadığı için harbi kaybetti” diyor.
Liberal Başbakan Fethi Bey kürsüden cevap veriyor:
“İngilizlerle Fransızlar aynı harp senelerinde hiçbir şiddet göstermeden, hatta memleketlerindeki gazeteleri bile geniş bir hürriyet ve serbesti içinde bıraktıkları halde niçin galip geldiler? Arkadaşlar, esasen Recep Bey’in bu husustaki itirazlarına hayret ediyorum.”
94 yıl geçti, 21. yüzyıldayız, hayretimiz bitmiyor; hayret doğrusu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.