Böyle üslup var mı?
Başbakanlık, 7 gazeteciye akreditasyon sınırlaması getirdi. Açıkçası, hangi kurum kaynaklı olursa olsun akreditasyonun her türlüsüne karşı çıkan biri olarak, bu uygulamayı doğru bulmadığımı belirtmek isterim.
Karar, gerekçesi ne olursa olsun yanlıştır.
Maalesef, ‘akreditasyon’ medyanın temel problemlerinden biridir. Bugün sadece başbakanlık değil, Genelkurmay’dan CHP’ye kadar birçok kurum ve kuruluş akreditasyon uygulamasına cevaz veriyor.
Burada üzücü olan, meslek kuruluşlarımızın soruna sadece ‘hükümet’ perspektifinden bakmasıdır. Sanki iktidar partisi akreditasyon uyguluyormuş gibi davranmak, iyi niyetli bir yaklaşım olmadığı gibi çifte standarttır.
Aynı şekilde hükümete ağır ithamları içeren haberlerin ödüllendirilmesi, sözgelimi asrın davası Ergenekon’la ilgili tek habere iltifat edilmemesi, Silivri’de ve TÜYAP’ta Ergenekoncuların saldırılarına maruz kalan gazetecilere sahip çıkmayıp başbakanlığın akreditasyon uygulamasına tepki gösterilmesi, çifte standardın bariz örneklerinden sadece bir kaçıdır.
Oysa doğru yaklaşım, hangi merkezden yükselirse yükselsin tüm haksızlıklara karşı meslektaşlarımıza sahip çıkılmasıdır. Üzülerek belirtmek gerekirse bu konuda meslek kuruluşları sınıfta kalmıştır.
O nedenle kamuoyunda itibar görmemektedir. Ayrıca haksızlığa maruz kalan birçok meslektaşım gibi bu kuruluşları bir ikisi dışında hiç ciddiye almadığımı ifade etmeliyim. Sözgelimi Basın Konseyi gibi...
Çuvaldızı kendimize batıralım
Bu temel tespiti yaptıktan sonra akreditasyon sınırlamasının, bir hayra vesile olmasını ve özeleştiri mekanizmasının işletilmesini teşvik edici sürece dönüşmesini ummak istiyorum. Buna çok ihtiyacımız var.
Neden mi? Anlatalım...
13 Mart 2005 tarihli Hürriyet’i satın alanlar, Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu’nun AK Parti’de krize yol açtığını okudular. Habere göre; Başkan Topçu, Ruslar tarafından hediye edilen Noel Baba heykelini kaldırtarak yerine plastik heykel diktirmiş, bu duruma tepki gösteren AK Parti Genel Merkezi başkana çok kızmış, durumunu MKYK’da ele almayı kararlaştırmış!
Oysa Başkan Topçu, AK Partili değil DYP’liydi.
17 Aralık 2006 tarihli Hürriyet’e bakanlar, ‘Tesettür Faciası’ manşetini gözlerine inanamayarak okudular. Habere göre; Çoban A.G, testislerinde şiddetli ağrı ve şişlik şikayetiyle Konya Numune Hastanesi’ne gitti. Acilen Ültrasona gönderildi. Tesettürlü Radyoloji uzmanı geri çevirdi! Ertesi gün yine ultrason çektirmeye gönderildi. Görevli olan ikinci tesettürlü kadın doktor da geri çevirdi!
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 30 Ocak 2007 tarihli köşesinde bu haberin ‘yalan’ olduğunu açıkça itiraf etmek zorunda kaldı.
2007 yılı Nisan ayında AK Parti’de Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunun istişare edildiği dönemde Hürriyet’te yayınlanan bir haberde; MKYK Üyesi Egemen Bağış’ın Başbakan Erdoğan’ı aday olmaması konusunda uyardığı belirtiliyordu.
Bağış, o toplantıda yoktu, ABD’deydi.
Bu haberden kısa süre sonra 6 Haziran 2007 tarihli Hürriyet’te 1 Mart Tezkeresi’ne karşı çıkan Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen’in liste dışında bırakıldığı haber veriliyordu.
O tarihte liste açıklanmış ve Ergezen Bitlis’te 1. sıradaydı.
4 Ağustos 2008 tarihli Hürriyet’te bir ilginç haber daha vardı. Başbakan Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Gönül, Yüksek Askeri Şura’da ihraç kararlarına ‘şerh’ koymuştu!
Aynı gün şura kararları açıklandı. YAŞ’tan çıkan tek bir ihraç kararı yoktu. Haliyle ‘şerh’ de söz konusu değildi.
1 Ekim 2007 tarihli Akşam Gazetesi’nde de 28 Şubat sürecinde Sultanbeyli Belediyesi Mezarlıklar Müdürü olan ve o dönemde açıklamalarıyla tartışmalara neden olan İmdat Kaya’nın müridi (!) Emre Kahyaoğlu aracılığıyla Başbakan Erdoğan’dan yurda dönebilmek için izin istediği haberi vardı!
Halbuki İmdat Kaya, 3.5 yıldır Artvin’de yaşıyordu.
Başbakan Erdoğan’ın Ürdün’e Kral Abdullah ile Kraliçe Reina’yı barıştırmak için gittiğine dair ‘yalan’ haberleri ise saymıyorum.
Herhalde basın özgürlüğü, ‘yalan rüzgarı’ değildir.
Bir de ‘üslup’ meselesi var
Geçen Ramazan’da tanık oldum, Radikal Gazetesi’nin bir genç muhabiri, Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’ya soruyor: ‘Almanya’da Deniz Feneri davası sonuçlandı. Epeyi malı götürmüşler, nasıl değerlendiriyorsunuz?’
Allah aşkına, gazetecilikte böyle bir soru üslubu var mı?
24 yıllık gazetecilik hayatımda böyle bir tekniği hiç kimse bize öğretmedi. ‘Yeni dönem böyle’ diyorsanız, o zaman Genelkurmay brifinglerinde ‘Özür dileyerek’ başlanıp yöneltilen soruları, birilerinin bize izah etmesi gerekir.
Bu brifinglerde açıklama sahiplerini, ‘Efendim açıklamalarınız yanlış anlaşılabilir’ diyerek basın müşaviri gibi uyaran gazeteci arkadaşlarımızı da dikkatlerinize sunmak isterim.
Evet...
Akreditasyonlara tümüyle karşı çıkalım, isyan edelim, öfkemizi haykıralım. Ancak; Medya kuruluşları da kendine çeki düzen vermeli, meslek kuralları karargahlara göre esneklik taşımamalı, haksızlıklar, muhataplarının ideolojik kimliklerine veya çalıştıkları kurumlara göre ele alınmamalıdır.
Var mısınız?...