Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Siyasallaşan hukuk, cezalandırılan Türkiye!

Siyasallaşan hukuk, cezalandırılan Türkiye!

Bugünkü yazıma, bir "gazeteci" olarak değil, "sıradan bir vatandaş" olarak başlamak ve elbette sormak istiyorum: "Türkiye'de yargı, gerçekten hukukî kararlar mı vermektedir, yoksa siyasî kararlar mı?"... Hani; her tarafın ve herkesin "siyasallaştığını" söylüyorlar, "siyasal kadrolaşma"nın zirvede olduğunu iddia ediyorlar ya; işte ben de "sıradan ve saftorik bir vatandaş" olarak sormak istiyorum: "Her taraf siyasallaştı da, yargı siyasallaşmadı mı?.. Yargının verdiği kararların hepsi hukukî midir, yoksa siyasal atmosfere göre kararlar vermekte veya vermemekte midir?"

AHMET TÜRK'Ü HAKLI ÇIKARAN TAVIR
Sözü, dün AA'dan geçen "DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ün sözleri"ne getirmek istiyorum.
Ahmet Türk, dün parti genel merkezinde bir basın toplantısı düzenlemiş ve demiş ki;
"Yerel seçimlerde aday belirleme çalışmaları 21 Kasım-5 Aralık tarihleri arasında tamamlanacak."
Bunun üzerine, bir gazeteci sormuş:
"Siz aday belirlemesini yapıyorsunuz ama bir yandan da DTP ile ilgili kapatma davasıyla ilgili süreç işliyor. Seçim sürecinde parti kapatılırsa, bu konuyla ilgili B planınız var mı?"
Türk, bu soru üzerine demiş ki;
"İhtimaller üzerine çalışma yapmıyoruz... Türkiye'de, Süleyman Bey'in (Demirel) söylediği gibi birçok alternatif var, 'çareler tükenmez.' Ama inanıyoruz ki, bir seçim atmosferine girildiği bir süreçte, Anayasa Mahkemesi bir partinin kapatılmasını gündemine getirmez."
İşte bu sözler üzerine, gayrı ihtiyari sordum:
"Mahkemelerin karar vermesi, zamana ve zemine mi bağlıdır?.."
Mahkeme eğer "seçim atmosferi"ne girildi diye kararını ertelerse; yarın benim gibi "sıradan bir vatandaş" da ortaya çıkıp; "Şu anda kış mevsimine girdik... Kış mevsiminde ben çok üşürüm... Onun için mahkeme tarihini bahar aylarına atın!" derse, ne yapacaktır mahkeme?..
"Hay, hay, duruşma tarihini bahara erteledim" mi diyecektir?.. Yoksa, "Gel karşıma, ver ifadeni" mi diyecektir?..
Mahkemeler, nasıl böyle karar veremezse, "beyefendilerin talebine" de eyvallah edemezler!..
Etmemelidirler!..
Ama, görünen o ki;
Ahmet Türk'ü haklı çıkarırcasına; "DTP'nin kapatma dâvâsı"nın görüşülmesi, bir süre daha ertelenecek!..
Haa, hemen söyleyeyim:
"Partilerin mahkemelerce kapatılması"na şiddetle karşıyım... Dolayısıyla, bir "terör bağlantısı" tesbit edilmedikçe, DTP'nin kapatılmasına da karşıyım... Eğer, "terör bağlantısı" varsa da, "bağlantısı olanlar"ın cezalandırılmasından yanayım!..
Yani, "parti"ler değil, "kişi"ler cezalandırılmalı, "kapatma" işlemini, "o partiye oy vermeyerek" millet yapmalıdır!..

SÜREÇ NİYE UZADI?
Bunu, böylece ifade ettikten sonra gelelim, "DTP ile dâvânın süreci"ne...
Kapatma dâvâsı, 16 Kasım 2007'de açılmış... Yani, üzerinden "tam bir yıl" geçmiş!.. Hâlâ karar yok!..
Oysa, AK Parti hakkındaki dâvâ 14 Mart 2008'de açılmış ve sadece 4 ay sonra, yani 30 Temmuz 2008'de sonuçlanmıştı!..
Tamam, AK Parti, "sürecin hızlanmasını ve kararın bir an önce verilmesini" kendisi istedi. Bu yüzden, karar da çabuk çıktı...
Peki ama, bunun "makul bir süre"si yok mudur?.. 4 veya 5 ayda değil ama, meselâ 7-8 ayda veya 1 yılda karar verilemez mi?..
Dedim ya; bu olaya "hukukçu" veya "gazeteci" gözüyle değil, "sıradan bir vatandaş" olarak bakıyor ve Anayasa Mahkemesi'ne sormak istiyorum:
"Kapatma sürecinin yavaş işlemesinin hukuki bir tarafı var mıdır?.. Yoksa, Ahmet Türk'ün de ifade ettiği gibi, atmosfere göre mi hareket ediyorsunuz?"
Bugün "mahalli seçim" atmosferindeyiz!.. Yarın "baş"ları veya "karın"ları ağrıdı, "sağlık atmosferi"ne girdik!.. Bir başka gün, "PKK'nın saldırıları" arttı, "terör atmosferi"ne girdik?..
Şunu demeye çalışıyorum:
Mahkemeler "siyasal atmosfer"e göre mi karar verirler, yoksa "hukuk"a göre mi?..
Eğer "hukuk"a göre karar veriliyorsa, bu "uzatma" niye?.. Eğer "atmosfer"e göre karar veriliyorsa, "hukuk" nerede?..

BUNU, EVREN VE ARKADAŞLARI DA YAPMIŞTI!
Bu, neye benziyor biliyor musunuz;
"12 Eylül Darbesi"ni yapan "Kenan Evren ve cuntacı arkadaşları"nın; "Darbe yapmak için şartların olgunlaşmasını bekledik" demelerine?..
"Şartların olgunlaşması!!!"
Yani, "günde 3-4 gencin öldürülmesi" yeterli değildi!.. Her gün "30-40 genç öldürülmeli" ki, darbeye "gerekçe" oluşsun!..
Hadi, "darbeci"ler "hukuk" aramaz!.. Peki, "mahkeme"ler de mi hukuk aramaz?.. Onlar da mı; "şartların olgunlaşmasını" yani "ortamın uygun hale gelmesini" beklerler?..
Değilse; AK Parti hakkında hemen karar veren Anayasa Mahkemesi, DTP hakkında niye ağırdan alıyor?..
Bunun adı, "siyasallaşma" değil mi?..
Evet, bal gibi siyasallaşma... DTP hakkında, nasıl "siyasal bir tavır" sergileniyorsa; "şartların olgunlaşması"nı beklerken; "oluk oluk kan akması"na ve "gençlerin birbirini kırması"na sebep olduğu için "Evren ve cunta arkadaşları"na dâvâ açan Savcı Sacit Kayasu'nun "meslekten ihraç" edilmesine karar veren Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) kararı da "siyasi"dir!..
Öyle ya;
Anayasa'nın 10. maddesine göre "herkes eşit"tir!.. "Hiç kimseye imtiyaz ve ayrımcılık tanınamaz!"... Yani "sıradan bir vatandaşa dâvâ açılabiliyor" ise, Evren ve cuntacı arkadaşlarına da dâvâ açılabilir!..
Gelin, görün ki, burası Türkiye!..
Bu ülkede "herkes eşit"tir ama, "bazıları daha eşit"tir!..

SAVCI SACİT KAYASU OLAYI
Bunu, Savcı Sacit Kayasu örneğinde bir defa daha gördük!..
Olayı biliyorsunuz...
Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in yargılanması talebiyle 28 Mart 2000'de iddianame hazırlayan dönemin Adana Savcısı Sacit Kayasu; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun kararıyla 27 Şubat 2003'te meslekten ihraç edilmişti... Kayasu, bu karara itiraz etmiş, ancak 20 Kasım 2003'te Kurul'un itirazı reddetmesiyle karar kesinleşmişti...
Hakkını aramak için "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gideceğini belirten Kayasu, "Meslekten ihraç edildiğim için avukatlık da yapamıyorum" demişti... Evren'in, darbe yaptığı için Türk Ceza Kanunu'nun 146 ve 147. maddelerine göre yargılanması gerektiğini belirten Kayasu, şöyle konuşmuştu:
"Anayasa'nın geçici 15. maddesi ileri sürülerek yargılanmadan kaçınılamaz. Geçici 15. madde 1982 Anayasası'nda yer alıyor. Demek, darbe yapıldığı zaman böyle bir koruma mevcut değildi. Evren, 1961 Anayasası'nı ihlâl etti. 1982 Anayasası'nın geçici 15. maddesi, Milli Güvenlik Konseyi'nin 2356 sayılı kanunla kurulduğunu söylüyor. Bu kanun, 12 Aralık 1980'de çıktı. Yani, 12 Aralık 1980'den önce, fiilleri himaye gören bir Milli Güvenlik Konseyi de mevcut değildi. Her halukârda yazdığım iddianamenin bir şikâyet dilekçesi gibi mütalâa edilip, Adana Cumhuriyet Başsavcısı tarafından işleme alınmaması hukuka aykırıdır. Ben bir kâtip değil, savcıyım. Sadece mahkeme, iddiaları geçerli görmezse, takipsizlik kararı verebilir."
Milletin askerden korktuğunu, bu yüzden 19 Nisan 2000 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'nın kendisini şikâyet etmesi üzerine meslekten ihracına yol açan sürecin başladığını hatırlatan Kayasu, "Adeta bir komedi filmi, ama benim için bir korku filmi oldu" demişti...

FATURAYI HSYK ÜYELERİ ÖDEMELİ
Sonuç?.. Sonuçta, Sacit Kayasu, gerçekten de AİHM'e gitti ve karar önceki gün çıktı...
AİHM, "Savcı Sacit Kayasu'nun haklı olduğunu, darbeci generallerin yargılanabileceğine" hükmetti ve "Türkiye'nin, Sacit Kayasu'ya 41 bin Euro tazminat ödemesini" istedi!..
Şimdi, merak edilen şu:
"Bu parayı kim ödeyecek?"
"Türkiye" mi, yani "70 milyon insan" mı, yoksa "kararı verenler" mi?.
Açık ve net söylüyorum;
"41 bin Euro"luk tazminat parası, doğrudan "HSYK üyeleri"den tahsil edilmelidir!..
Ne yani;
HSYK üyeleri "yanlış karar" verdi diye, 70 milyon insan bunun bedelini ödemeye mecbur mu?..
Bu para, "milletin ödediği vergiler"den değil, "HSYK üyelerine ödenen maaş"tan kesilmelidir!..
Ki, "adalet terazisi"ni doğru kullansınlar!.. "Siyasî ve ideolojik ağırlık"larını koyarak, teraziyi yamultmasınlar!..
Kaldı ki, bunun örnekleri de var...
23 Haziran 2008 tarihli gazeteler:
¥ "İçişleri Bakanlığı eski müsteşarlarından Yahya Gür ve Emniyet eski Genel Müdürü Turan Genç hakkında "rücu davası" açıldı. Özel hayatının ihlâl edildiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuran Avukat Taner Kılıç'ın yaklaşık 6 yıl süren davası sonuçlandı ve Türkiye, Kılıç'a tazminat ödemek zorunda kaldı.
Parayı faiziyle ödeyen Hazine ise, Borçlar Kanunu'nun 41. maddesi uyarınca kusuru bulunan bürokrattan parayı istedi. Bir başka ifadeyle eski müsteşar ve emniyet müdürüne "Sizin kusurunuz yüzünden devlet tazminat ödedi. Bu parayı Hazine'ye ödeyeceksiniz" dedi.
22 Ekim 2008 tarihli gazeteler:
¥ "Danıştay 5. Dairesi, Türk idari sistemini derinden etkileyecek tarihi bir karar verdi. Emsal niteliğindeki karara göre devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare bir zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından ödenmesini idare istemezse, vatandaşlar isteyebilecek.
Bergamalı köylülerin AİHM'den çıkan tazminat kararının uygulanmasına yönelik talebini haklı bulan Danıştay, işkence ve kötü muamele davalarına da emsal teşkil edecek bir karar verdi. Artık işkence suçu işleyen memurlar tazminatı cebinden ödeyecek."
Ne demiş Danıştay;
"İdare, bu tazminatın ödenmesini ilgili memurdan istemezse, vatandaşlar isteyebilir!"
Yazının başında, bu yazıyı "sıradan bir vatandaş" olarak yazdığımı söylemiştim... Şimdi de ,"70 milyon vatandaştan biri" olarak diyorum ki;
"Sacit Kayasu'ya ödenmesi gereken 41 bin Euro, Hazine'nin kasasından değil, HSYK üyelerinin cebinden ödenmelidir!"
Aksi halde "siyasal tavır"lardan ve "siyasal karar"lardan kurtulamayız!..
Kimsenin, "hukuka tecavüz" etmeye hakkı yok!..


Maslahatgûzar seviyesinde!
Hani, bazı ülkeler "tavır" koydukları ülkelerden "Büyükelçi"lerini çekerler ve "maslahatgûzar" gönderirler, böylece "ilişkilerini en alt seviyeye indirdiklerini" gösterirler ya; Ergenekon Terör Örgütü'nün tutuklu sanığı Muzaffer Tekin de, aynı dâvâda yargılanan Veli Küçük'le olan ilişkisinin "en alt seviyede" olduğunu gösterebilmek için, "Kendisini 5-6 defa gördüm" demiş!..
Evet, böyle demiş ama, her ne hikmetse, Veli Küçük'ü her gördüğünde ellerine yapışıp, şapur-şupur öpmüş!.. Dahası; Veli Küçük neredeyse, Muzaffer Tekin de orada!..
Hem sonra; Veli Küçük, adının "Muzaffer" olduğunu bile bile "Süleyman" diyormuş kendisine!.. Çünkü efendim; Veli Küçük'ün "Süleyman isimli bir askeri" varmış, şehit olmuş, Muzaffer Tekin de ona benzediği için "Süleyman" diyormuş ona!..
Lütfen dikkat!.. "Pek fazla samimi değiller" ama, birbirlerini öyle seviyorlar ki, göz yaşartacak cinsten!..
Haa, bir de... Veli Küçük de, Muzaffer Tekin hakkında, "Kendisiyle öyle bir samimiyetim yok" demişti, iyi mi?!?..
Millet bunları yer mi?.. Ya da hakimler?!?.. Göreceğiz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi