İtibar en büyük sermayedir
Picasso sanatın "bizi gerçeğe götüren bir yalan" olduğunu söylemiş. Yalan belki ağır bir kelime oldu; biz abartı diyelim. Eski savaşları tasvir için "mübalağa cenk olundu" derlerdi. Roman da bir tür mübalağa sanatıdır belki. Ahmet Midhat, Müşahedat kahramanının faaliyetlerini tasvir ederken bakın nasıl coşuyor: "Seyit Mehmet Numan'ın poliçeleri her piyasada gayet muteberdir. Hatta pek zengin bir adam olduğu için değil. O 'zengin' unvanına ol kadar müstahak bile değildir. Mesela Midilli zeytin bahçelerinin kendisine ettikleri kredi ile İzmir'deki kuru üzümcü veyahut meşe palamutçusunun hesabını görür veyahut Fiyume'den İskenderiye'ye gönderttiği kâğıt ve mukavvanın bedelini Akka, Ladikya ve Antakya taraflarından toplatıp Triyeste'ye sevk ettirdiği yapağı bedeliyle ödettirir."
Tasvir abartılı değilse, ortada somut bir servet veya sermaye yok, sadece hüner ve itibar vardır. Girişimcilerin gerçek dünyasına aşina olanlar aslında bu sözlerde abartı olmadığını bilirler. Rahva kralı söz konusu olduğundaysa, romancı tasvirinin iskontolu olduğuna bile hükmedebiliriz. Ne diyordu Ahmet Midhat: "Seyit Mehmet Numan'ın şu turfandacılık diye hafife alınan ticareti yeniden icat ettiğini bilir misiniz? Ona gelinceye kadar bu tarik-i ticaret keşfolunamamış idi. Tarik yok idi ki bu ticaret dahi icat olunabilsin."
Türkçesi şu: Seyit Mehmet Numan'ın başarısındaki en önemli faktör yeni açılan yollardır. Ondan önce yol (tarik) yoktu ki turfandacılık icat edilebilsin. İşte Rahva kralı Mecit ile Midhat Efendi'nin göklere çıkardığı roman kahramanı arasındaki fark: Mecit, yol yok iken icatçı olabiliyor. Hem de hayatı pahasına!
Siirt ve Diyarbakır'dan getirip Muş'ta sattığı helva, meyve, şeker, çerez gibi ürünler kar bastırıp da tez zamanda tükenince, bu sefer yürüyerek gidip yeniden mal getirmeyi aklına koyuyor. "Kışın soğuğu ve yolun uzunluğu yanında bir de kurt ve tipi tehlikesi vardı. Ortağım karşı çıktı, fakat ben kararımı vermiştim. Muş ile Bitlis arasındaki 85-90 kilometrelik yolu yürüyecektim."
İşte Rahva krallığına giden yol böyle başlıyor. Rahva, Nemrut eteklerinde 1850 rakımlı zor bir geçittir. "Her yıl 15-20 kişinin ölümüne sebep olan fırtınalarıyla bilinir. Bugün bile, güçlü motorları olan gelişmiş araçlara rağmen, fırtınalı havalarda Rahva'da ilerlemek mümkün değildir." Henüz bıyığı terlememiş genç Mecit bir sabah erkenden kalkıyor, tiftik çoraplarını giyip, tiftik başlığını başına geçiriyor ve yola koyuluyor. "Dostlarımın uyarılarına bir de yolda gördüğüm ürkütücü, uçsuz bucaksız bembeyaz manzara eklenince içime bir korku düştü fakat geri dönmedim." Bitlis'e kadar yürüyerek, oradan otobüsle Kurtalan'a; sonra trenle Diyarbakır'a varıyor. Tam dört günde!
Diyarbakır'dan aldığı malları trenle Kurtalan'a, sonra kamyonla Bitlis'e getiriyor. Bitlis-Muş arasındaysa bir kervanla anlaşıyor ve malları üç günde Muş'a ulaştırıyor. "Muş'taki dükkânımızın önüne vardığımda hissettiğim duyguyu tarif edemem. İmkânsız görülen, kimsenin cesaret edemediği bir işi başarmış olmanın gururu, para kazanmanın sevincinden daha baskındı."
Mecit Bey, beklemeye tahammülü olmayan adamdır. "İş konusunda beklemeye hiç tahammülüm yoktur" diyor. Yıllar sonra ayakkabı ticaretini bunun için terk edecektir. "Bütün gün aynı yerde durup müşteri beklemek beni tatmin etmiyor, vakit kaybettiğimi hissediyordum. Sabahtan akşama kadar mağazaya gelen hanımlara ayakkabı giydirip çıkartıyorduk." Yine bir gün bu huyu yüzünden Rahva'da çok ciddi bir ölüm tehlikesi geçirecek, ancak "yaraya tuz basarak" paçasını kurtarabilecektir:
"Birden bir yorgunluk çöktü üzerime ve göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. Bu yaşadığımın 'ölüm uykusu' olduğunu anladım. Muhakkak toparlanmalıydım. Böyle zamanlar için çantamda sürekli tuz ve jilet taşıyordum. Hemen jileti çıkarıp sol elimin üzerine hızlıca sürttüm ve kesiğin üzerine tuzu boca ettim. Canımın nasıl yandığını tahmin edemezsiniz. Boşuna dememişler 'yaraya tuz basma!' diye. Elimden boşalan kanla karların üzeri kıpkırmızı oldu ama bu şiddetli acı beni uykudan kurtarıp kendime getirdi."
Bu korku ve heyecan dolu serüvenlerinden dolayı Mecit'e "Rahva kralı" denmeye başlıyor. Hatta ulusal bir gazetede haberi bile çıkıyor. Artık Muş'tan Diyarbakır'a kadar herkes kraldan haberdardır. "Gittikçe büyüyen bir itimat ve saygı besliyorlardı bana karşı. Muş ve Bitlis'teki ticari itibarım, gazete haberinden sonra Diyarbakır'da da bilinmeye başladı. Hasanpaşa Hanı'nda beni tanımayan kalmadı. Öyle bir kredim oluştu ki, artık istediğim bütün malları para vermeden alabiliyordum."
Ne diyordu Ahmet Midhat: Seyit Mehmet Numan'ın senetleri her piyasada geçerlidir. Pek öyle zengin bir adam olduğu için değil. Hatta o 'zengin' unvanına layık bile değildir. Sadece kredisi vardır. Kredi yani haklı şöhret; kredi yani itibar. İtibar en büyük sermayedir.
İlk yazıyı bir vazgeçiş hikâyesiyle bağlamıştık. Mecit ortaokulu birincilikle bitirip Erzurum parasız yatılıyı kazandığı halde niçin lise tahsilinden vazgeçiyor? "Başından beri tüm uğraşlarıma şahit olan ve beni oğlu gibi seven Fransızca öğretmenimiz Cevdet Karlıdağ, ticarete müthiş bir yatkınlığım olduğunu söyledi. Ona göre Muş'ta kalıp bu sahada ilerlemem daha doğru olurdu. Uzun ve bana mantıklı gelen samimi bir konuşmayla görüşlerini anlattı. Çok etkilendim. Bir haftalık düşünme süresinin ardından kararımı verdim: Erzurum'a gitmeyecek ve ticarette ilerleyecektim."
Lise tahsilinden vazgeçişin maliyeti muhtemelen yüksek dereceli bir memuriyet, ödülü ise Rahva krallığından Türkiye'nin peynir krallığına terfi oldu.