Ankara’da çarşafa dolanır... İstanbul’da çarşafa sarılır!
Yazıyı yazmaya başlamadan önce; "Artık Demirel'in gözleri açık gitmez!.. Çünkü, Demirel'den doğan boşluğu Deniz Baykal doldurur" diye düşünüyordum ki, sonradan aklıma geldi... Ben, bu sözü daha önce de sarfetmiştim... Arşivlere bakınca anladım ki, 22 Şubat 2008 tarihli Ayna'da "Baykal varken, Demirel'in gözü arkada kalmaz" demişim... Çünkü o zaman da, yine "başörtüsü" gündemdeymiş... Hoş, ne zaman değil ki!.. Türkiye'nin zaten iki gündemi var... Birincisi; "Değişmez, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" denilerek bir "tabu" ve "dogma" haline getirilen "laiklik" mevzusu; ikincisi de, "değişmez" gündem konusu "Başörtüsü!"
İşte o günlerde; Bay Deniz Baykal'ın "başörtüsü" konusunda "dün" söyledikleriyle "bugün" söylediklerini aktarmış ve sormuşum:
"Bu durumda hangi Baykal'a güveneceğiz?"
"Laikliğe sarılan" Baykal'a mı,
"Kur'an hükmü"nü hatırlatan Baykal'a mı?..
Evet, "hangi Baykal"a kulak vereceğiz?..
Başörtüsü için, "İffet, namus ve güzellik simgesi" diyen "Dünkü Baykal"a mı, yoksa aynı başörtüsü için "İrtica simgesi!.. Siyasal simge!" diyen "Bugünkü Baykal"a mı?..
Söyleyin, "gerçek Baykal" hangisidir?..
Ya da, "gerçek Demirel" hangisi?..
İşte bunun için diyorum ya;
"Dün, Dündür"cülüğün ustası "Demirel'in postu"na oturmaya lâyık tek kişi, Bay Deniz Baykal'dır!.
ÖRTÜ; İFFET, NAMUS, GÜZELLİK SİMGESİ
Evet, bunları yazmışım 22 Şubat 2008'de...
Aslında var ya; aynı yazıyı alıp, bugün yayınlasam olur... Çünkü Deniz Baykal’ın ne "eylem"inde bir fark var, ne de "söylem"inde!..
Baykal, aynı Baykal!..
Yani, "dün dündür, bugün de bugün!"
Bence, "dün" farklı konuşmak, "bugün" farklı konuşmak konusunda, yani "Dün, Dündür"cülük konusunda Demirel ile Baykal arasında hiçbir fark yok!..
Biliyorsunuz, "dün" yani 30 Aralık 1992'de Bosna-Hersek'e giden Bay Baykal, şöyle diyordu:
"Bosna-Hersek'te Müslüman kızlar ve kadınlar tecavüze uğruyor... Anadolu kızlarının işlediği yazmaları, yaşmakları oraya götürüyoruz!.. Tecavüze uğramış, ırzına geçilmiş, onuru ayaklar altına alınmış kızların başına bir İFFET SİMGESİ, bir NAMUS SİMGESİ, bir GÜZELLİK SİMGESİ olarak bu yaşmakları bağlayacağız!"
Lütfen dikkat; Bay Baykal, bu sözleri "kapalı kapılar ardında" değil, üç-beş kişinin katıldığı "özel bir sohbet ortamı"nda da değil, "kamuoyunun huzurunda" diyordu...
Demek oluyordu ki;
"Dünkü Baykal"ın gözünde örtü, bir "iffet simgesi"dir!..
"Dünkü Baykal"ın gözünde örtü, bir "namus simgesi"dir!..
Ve yine, "Dünkü Baykal"ın gözünde örtü, bir "güzellik simgesi"dir!..
İşin daha da ilginci, Bay Baykal bunları söylemekle yetinmemiş, "Bosna'dan döndükten sonra" da, aynı sözleri tekrarlamıştı!..
Deniz Baykal, 31 Mayıs 2002'de; Kanal 7'de katıldığı bir programda, bütün millete "sözlerinin arkasında olduğunu" göstermiş ve şunları söylemişti:
"O ziyaretimize giderken yanımızda başörtüsü götürdük. Başörtüsünü o iğfal edilmiş kadınların başına sararak, bir şey söylemek istedik. Onlara dedik ki, ‘Sizleri iğfal edenlerin karşısında, sakın ha kendinizi kirlenmiş hissetmeyin. Siz masumsunuz, siz temizsiniz, siz bu başörtüsü kadar temizsiniz’ demek istedik. ‘Başörtüsü bir simge, o simge size yakışıyor’ dedik. (...) İnsanlar gözyaşlarıyla o başörtülerine sarıldılar. İşte bir görev yapmaya çalıştık orada."
Tekrar hatırlatayım;
Bu sözler, herhangi bir yerden değil, 31 Mayıs 2002 tarihinde "Baykal'ın ağzı"ndan çıktı!..
Zaten, başkası da olamaz!..
Yani, "söz" dediğin, zaten "ağız"dan çıkar ve insanlar "sözlerinin arkasında" olurlar!..
Peki, "Bugünkü Baykal" sözlerinin arkasında mı?..
TÜRBAN VE 2008’DEKİ BAYKAL
"Dünkü Baykal"ın sözlerini aktardığımıza göre, bir de "bugünkü Baykal"ın söylediklerine kulak verelim!..
Bugünkü Baykal, Başbakan Erdoğan'a hitaben diyor ki:
¥ "Türbanın; Kur'an'ın, dinin emri olduğunu söyleyenlere biz 'hayır' diyoruz. Türban ne İslâm'ın şartı, ne imanın şartı. Ne büyük günah, ne de küçük günah.
¥ ‘Din devleti yapmayacağız’ diyor. Türkiye'de ne olacağına senin karar verme imkânın hızla kayboluyor. Sen düğmeye bastın. Seni de aşan olaylar olacak. Sen bunun farkında değilsin.
¥ "Türban, Kur'an'da yok... Anayasa'ya dinin öngörmediği biçimi kural olarak koymayın!.. Hükmün Anayasa'ya girmesi için Kur'an'ın referans alınması gerekir!"
Evet, Baykal söylemiş bunu.. 20 Şubat 2008 tarihli gazeteler de, bu sözleri geniş biçimde yayınlamış!..
Garabete bakar mısınız;
Bir yandan, Başbakan'a hitaben "laikliği sana emanet etmeyeceğim" diyerek, "laiklik bekçiliği"nde kararlı olduğunu söylüyor, bir yandan da "Kur'an'da türban yok" diye "fetva" veriyor!.. Bu ne perhiz, bu ne turşu!..
Ne biçim laiklik buuu?!?
Ne biçim lastik buuu!?!
Peki, Bay Baykal neye istinaden söylemiş bu sözleri?..
Hele hatırlayın... Başbakan Tayyip Erdoğan İspanya'dadır... Düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin "İslâm ve başörtüsü" ile ilgili sorularını cevaplamaktadır...
Basın toplantısında "üniversitelerdeki türban yasağı"na da değinen Erdoğan, başını örtenlere "başörtüsünü siyasi simge olarak kullanıyorsun" şeklinde baskılar yapıldığını söyler ve devam eder:
"Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere bir yasak getirebilir misiniz? Sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?
Buradaki dert başka aslında. Biz bunu çok iyi biliyoruz. Bunu maalesef takdirde zorlanıyoruz. Bugün Avrupa'da, Amerika'da değişik ülkelerde rahatlıkla başı örtülü olarak üniversiteye kızlar gidebiliyor.
Oralarda bir sorun yok. Ama halkının yüzde 99'u Müslüman olan ülkemde, böyle bir sıkıntı yaşanıyor maalesef. Ama bu sıkıntıyı aşacağımıza inanıyorum."
BAYKAL’DAN TEHDİT VE KAPATMA DÂVÂSI
Vayy, sen misin bunu diyen?..
Bay Baykal, "başörtüsü" için "iffet, namus, güzellik simgesi" dediği, "dini tercihin kamusal düzene yansıması sorun oluşturmamalıdır" dediği günleri unutup, Erdoğan'a "gözdağı" verir:
"Kur'an'da türban yok... Sen düğmeye bastın!.. Seni de aşan olaylar olacak!!! Sen, bunun farkında değilsin!"
Lütfen "sözün zamanlaması"na dikkat!..
Başbakan Erdoğan'ın "Velev ki..." diye başlayan sözleri, 14 Ocak 2008 tarihli gazetelerde yer alıyor!..
Aradan "1 ay" geçiyor ve Bay Baykal 20 Şubat 2008'de yukarıda naklettiğim sözleri sarfediyor:
"Türban, Kur'an'ın emri değil!..
Türban, İslâm'ın şartı da değil!"
Ama, "Bay Baykal'ın bir cümlesi" var ki; sanki "felâketi" haber veriyor:
"Seni de aşan olaylar olacak!..
Sen, bunun farkında bile değilsin!"
Ne ilginç değil mi;
Baykal'ın "felâketi" haber veren bu sözünden "3 hafta sonra" yani 14 Mart 2008'de AK Parti hakkında "kapatma dâvâsı" açılıyor!..
14 Ocak'ta, Erdoğan'dan "Velev ki!.."
20 Şubat'ta Baykal'dan gözdağı!..
Ve 14 Mart'ta kapatma dâvâsı!..
Buna, şunun için dikkatinizi çekiyorum:
O günkü gazeteler; "Başbakan, eğer o sözü sarfetmeseydi ve de üniversitelerde serbest bırakan kanunu Meclis'ten geçirmeseydi, kapatma dâvâsı açılmazdı" diye yazmışlar ve bunu da "Yargıtay Başsavcısı A. Yalçınkaya'nın açıklaması"na dayandırmışlardı!..
Gerçekten de; A.Yalçınkaya, o günlerde Aydın Doğan'a ait Referans gazetesine konuşmuş ve "AK Parti hakkında kapatma davası açması"nın sebebini; "Uyarılara rağmen başörtüsü serbestliği konusunda geri adım atılmaması" olarak açıklamıştı.
KANUNLAR, CHP’YE İŞLEMİYOR!
Her neyse... Malûm, "geçmişe mazi, yenmişe pazı" derler... "Kapatma dâvâsı" da geçti gitti!..
Ama, "hafıza"lara kazındı ki;
"Başörtüsü siyasal bir simgedir.. Hangi parti bu simgeyi serbest bırakmaya kalkarsa, kapatılır!!!"
Kim ne derse desin; Yargıtay Başsavcısı'nın da, Anayasa Mahkemesi'nin de verdiği "mesaj" budur!..
Ama; kabul ve itiraf edelim ki;
Bu mesaj, "AK Parti'ye" verilmiştir!..
Yani; "başörtüsü" ile ilgili söylem ve eylemler "AK Parti için kapatma sebebi"dir ama mesela, "CHP'nin, istediği kadar örtü istismarı yapması"nda bir sakınca yoktur!..
"Çünkü, CHP'ye kanun işlemez!"
Bunu, özellikle söylüyorum!..
Öyle ya; AK Parti kurmayları "Baş" dese, sen "Başörtüsü" dedin diye dâvâ açmak için pusuda bekleyenler, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, kaç gündür "Çarşaflı ve başörtülü kadınlara CHP rozeti takıyor" da, kimseden "tık" yok!..
Demek oluyor ki;
"Başörtüsü" konusunda "samimi çözüm" istemek "suç"(!)tur ama "istismar" etmek sonuna kadar serbesttir!..
BAYKAL’DAN ÇARŞAFLILARA ROZET!
Biliyorsunuz;
Bay Baykal, her "seçim sath-ı mailine girildiği"nde, her ne hikmetse, "başörtüsü" ve "çarşaf"a sarılıyor...
Yine öyle yaptı...
Eyüp ve Gaziosmanpaşa'da düzenlenen etkinliklerde, "başörtülü ve çarşaflı hanımlara CHP rozeti" taktı!..
Her ne kadar, "rozet" taktığı hanımlar, "CHP'den belediye başkan adayı" olmayı düşünen Ercan Karabayır'ın ablası, yengesi ve yeğeni gibi yakın akrabaları olsa da, kamuoyuna yansıyan fotoğraf, "CHP'nin din istismarı yaptığı" gerçeğini ortadan kaldırmaz!..
Ben, Bay Baykal'ın tavrını; "İstanbul'da dincilik, Ankara'da kincilik yapar" diye özetliyorum...
Tabiî, bu tavrı; "Ankara'da çarşafa dolanır, İstanbul'da çarşafa sarılır" şeklinde izah etmek de mümkündür!..
Çünkü Bay Baykal, "22 Temmuz seçimleri öncesi"nde de, CHP Grubu'nu "taşıma başörtülüler" ile doldurmuş ve bu "istismar"ının gerekçesini de; "Biz, başörtülü hanımlardan da oy istiyoruz" şeklinde izah etmişti.
Sadece Baykal değil, "CHP kurmayları" da bunu açıkça itiraf etmişti.
"22 Temmuz seçimleri"nden sadece 1 ay önce, yani 12 Haziran 2008'de Trabzon'a giden, Usta Park Otel'de basın toplantısı düzenleyen CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol'a, bir gazeteci şöyle sormuştu:
"2002 seçimlerinde seçim otobüslerinizde bir Türkiye mozaiği oluşturan bir fotoğraf kullandınız. Bu fotoğrafta en önde başörtülü bir kadın fotoğrafı vardı. Son kurultaydan önce siz, ‘Din de bizim, devlet de’ diye afişler asarak iktidara 'çekil aradan' dediniz.
Yapılan Anayasa değişikliğinin iptaline yönelik de başvuru yaptınız. Siz CHP olarak bunu bir sorun olarak da gördüğünüze göre ve bu sorunu da çözmeye aday bir parti olduğunuzu söylediğinize göre, üniversitelerdeki başörtüsü sorunu nasıl çözülecek?"
Bu soruya CHP'li Kemal Anadol'un verdiği cevap, daha doğrusu "itiraf" aynen şöyleydi:
"Başörtülülerden oy istememizin sebebi, seçim kampanyası sırasındaki taleptir!"
Evet, "seçim kampanyası" sırasındaki talep!..
Ya da, ihtiyaç!.. Ya da, mecburiyet!..
İşte, yine "yerel seçim atmosferi"ne girdik!..
Bay Baykal, yine "şirinlik atağı"na kalktı!.. Bugün, "başörtülü ve çarşaflılara rozet takmak"la meşgul...
Hiç şüpheniz olmasın ki; seçim yaklaştıkça, "başörtüsü ve çarşaf dağıtmaya" da başlarlar!..
Öyle ya, "istismarda sınır yok!"
Hem, nasıl olsa;
"CHP'ye kanun işlemiyor!"
BU SÖZLER UNUTULUR MU?
Ne var ki; "söz uçup gitse" de, "hafıza"lardaki ve "arşiv"lerdeki yerini koruyor!..
Yani, "insanlar" unutsa da, "arşivler" unutmuyor!..
Baykal'ın şu sözleri unutulur gibi değil:
"Türban, ithal bir kıyafet, yabancı bir üniforma...
Türbanın kadın özgürlüğü ile ilgisi yoktur, erkeklerin dayatmasıdır... Türban girişimi siyasi istikrarsızlık girişimidir... Türban Kur'an-ı Kerim'in emri değil... ‘Sen bu türbanı çöz’ dersen, Türkiye perişan olur... Türban düzenlemesi laikliğe aykırı."
Haa, hemen şunu söyleyeyim:
Bunca yazıyı yazdım diye, sakın ola ki "Başörtülüler aldanıp da, CHP'ye oy verir" gibi bir endişe taşıdığım sanılmasın!..
Başörtülü hanımların; kendilerini "ikinci sınıf" olarak gören ve yine "Sümer fahişeleri"yle bir tutan CHP kurmaylarının sözlerine aldanacağını ve "CHP'ye oy vereceğini" hiç sanmıyorum!..
Bu kadar yazıyı yazdım ki;
"CHP'nin maskesi" düşsün, “gerçek çehre”leri ve "dincilik"leri iyice ortaya çıksın!
Bilmem, anlatabildim mi?..
Bu hanımlar mazoşist mi?
Hani, “şehit cenazeleri”nde elleri öpülüp, “askerî kışla”lara sokulmayan “başörtülü hanımlar” için hep demek isterler ya;
“Sen ırgat ol, tarlada çalış!.. Sen işçi ol, vergi öde!.. Sen ana ol, asker yetiştir!.. Ama kamusal alana sakın gelme!”
Maalesef “başörtülü” kadına bakış bu!..
Aynı bakış, CHP’de de var!.. Aşağıda uzun uzun anlattığım gibi; CHP, “başörtülü” hanımları sadece “seçim dönemleri”nde hatırlıyor!..
O da, “oylarını almak” için!..
Yani, “başörtülü” isen “seçmen” olabilirsin!..
“CHP’ye oy vermende” de bir sakınca yok!.. Ama, “üniversite”de okuyamaz, “devlet dairesi”nde çalışamazsın!..
Aslına bakarsanız, bu istismarı pek de yadırgamıyorum..
Hani, “CHP’dir, ne yapsa yeridir” deyip geçiyorum!..
Ama birader; yakalarına “rozet” taktıran “başörtülü” ve “çarşaflı” hanımların CHP’de ne işinin olduğunu da sormadan edemiyorum!.. Bu kadar aşağılanacak, bu kadar hakarete uğrayacaksın ama yine de CHP’ye gidip, yakana rozet taktıracaksın!..
Merak ediyorum, bu hanımlar “kendilerine hakaret edilmesinden hoşlanan” birer “mazoşist” midir acaba?!?