Çocuğu okuma sanatı
Psikiatristler çocukları okumaktan söz ediyor, acaba çocuk nasıl okunur? Her çocuk gerçekten de yazılmamış bir kitaptır. Hem yazılmamıştır, hem de okunması gerekmektedir.
Bunun hiç de kolay bir iş olmadığı malum. Ama mümkündür.
Biz çocuğumuzu (çocuklarımızı) kendi kopyamız gibi görme eğilimindeyiz. Halbuki her çocuk apayrı bir insandır: Apayrı, bambaşka, yep yeni bir insan.
Çocuğunuz sizden farklıdır. Farklı olmaya da, çocuk olmaya da hakkı vardır.
Fiziki görüntü olarak size benzeyebilir. Ama mantığı sizin gibi işlemez, hayata sizin açınızdan bakmaz, sizin endişelerinizi, zevklerinizi, nefretlerinizi taşımaz. Onun kendi dünyası, kendi değerleri var.
Bunları konunun hemen girişinde vurgulama gereği duyuyorum, çünkü çocuğu “kendisinden farklı biri” olarak kavrayan anne-babaya pek rastlayamadım.
Bu yüzden, büyüklerin dünyasında çocuk olmak, anne-baba olmaktan daha az zor bir zenaat değildir!
Çocuğu sadece kendi kopyamız olarak görmüyoruz, evde, okulda, sokakta oyuncak gibi de bakıyoruz. Sanki bizi eğlendirmek için, sanki bazı duygularımızı tatmin etmek için yaratılmış. O konuda mantıklı ve dengeli olmayı galiba pek beceremiyoruz. Çocuğun yanında ya hemen çocuklaşıyoruz, ya da o kadar büyüyoruz ki, çocuk bize (ana-babaya) ulaşamıyor. Onunla mantıklı bir iletişim kuramıyoruz.
Her şeyi anlık beklentilerimiz şekillendiriyor...
Eğer o anki beklentimiz çocuktan yararlanmayı gerektiriyorsa, büyük adam muamelesi yaparız.
Beklentimiz söze karışmaması şeklinde ise sık sık çocuk olduğunu, büyüklerin işine (ya da sözüne) karışmaması gerektiğini hatırlatırız.
Mesela, çocuk, konuklarımızla konuşurken söze karışıyor, hele de boyundan büyük laflar ederek bizi güç duruma sokuyorsa, şöyle azarlarız:
“Sus bakiim, çocuklar büyüklerin işine (sözüne) karışmaz.”
Diyelim ki, bu sözü ettikten on dakika sonra, konukların canı çay çekti, ama aksilik evde çay kalmamış. Hemen gözlerimiz salonda oynayan çocuğumuza takılır. Ve çocukla aramızda şöyle bir diyalog geçer:
“Kızım (oğlum-yavrum) hadi güzelim anneye (babaya) marketten bir paket çay alıver.”
“Oynuyorum anne...”
“Hadi ama, sonra oynarsın. Hem çocuklar oynar, sen büyüdün, kocaman oldun.”
Çocuk omuzlarını silker:
“Bana ne!..”
Anne çocuğunu övmeye başlar:
“Benim kızım (oğlum) büyüdü teyzeleri, hem de çok akıllıdır maşallah, marketten tek başına alışveriş eder.”
Çocuk az önce bebek muamelesi gördüğünü ve azarlandığını unutmamıştır.
“Bana ne işte!”
Anne-babasının kendisi hakkındaki kararsızlıkları çocukları oldukça etkiler. Hatta sadece kendisine ihtiyaç duyulduğunda iltifat edilmesi sevilmediğini dahi düşündürür. Şunu unutmamalıyız: Çocuklar sandığımızdan daha akıllı ve duyarlıdır. Hafızaları da kuvvetlidir.
Bir kere tavrımız o anlık ihtiyaçlarımıza ve beklentilerimize göre değişmemelidir. Ve çocuklar olur olmaz suçlanmamalıdır.
Bir başka yanlışımız şu:
Çocuğun her hatası beceriksizliktir, sakarlıktır, sorumsuzluktur. Elinden bardağı düşürse azarlarız. Ama aynı hal bizim başımıza gelse, ya şanssızlığa veririz, ya dalgınlığa, ya da hayra yorarız. Oysa değer ölçüsü değişmemelidir. Çocuğun yapması halinde “hata” ve “yanlış” olarak nitelenen fiil, bizim yapmamız halinde de aynı şekilde nitelenmelidir ki, çocuklarımız anne-babanın dürüstlüğüne inansınlar ve değer hükümlerine güvensinler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.