İstediklerim, İstemediklerim...
DİNİME ve mukaddesatıma hizmet etmekten başka bir gayem yoktur. Parada gözüm yok, kanaatle geçinecek kadar gelirim vardır. Millî Gazete’de 1991’den bu yana ücretsiz, maaşsız yazı yazıyorum.
Hiçbir siyasî emelim yoktur. Milletvekili falan olmayı aklımın köşesinden geçirmem. Teklif edilse kesinlikle kabul etmem.
Makam, mevki, danışmanlık, idare meclisi üyeliği gibi işler istemem, teklif edilse kabul etmem.
Şöhretten nefret ederim. Çünkü büyükler “Şöhret âfettir” buyurmuşlardır.
Müslümanlar içinde derece ve rütbemin yüksek olmasını istemem. Müslümanlık bana yeter. Dünya üzerindeki bir buçuk milyar Müslümanın en sonuncusu, en hakiri olmak benim için en büyük şeref ve nimettir.
Kendimi asla beğenmem. Nefsimi çok kötülerim.
En nefret ettiğim insanlar din sömürücüsü namussuz, haysiyetsiz ve şerefsiz haşarattır.
Yüce İslâm dinini, Kur’ân’ı, mukaddesatı âlet ederek, vasıta kılarak şahsî menfaat, nüfuz, prestij, şöhret-i kâzibe kazananları sevmem, onlardan nefret ederim.
Şu değerlere çok önem veririm: İman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet, fıkıh, ahlâk, fazilet, hikmet (bilgelik), Ümmet, İmâmet-i Kübra.
Allah katında tek hak ve muteber din olduğu açık âyetle bildirilmiş olan İslâm’da reform yapılmasını isteyenleri tenkit ederim.
Dinde yeniliğe, değişime karşıyım.
İslâm’ın emir ve yasakları için “Onlar tarihseldir, eskiden geçerli idi, şimdi geçerli değildir” diyenlerle aram yoktur.
Mezhepsizleri, telfik-i mezâhib taraftarlarını, fıkhı ve şer’î hükümleri inkâr edenleri yanlış yolda görür ve uyarırım.
Müslümanlar arasında Ümmet şuurunun hakim olmasını isterim.
Faydalı, müsbet, meşru cemaatlere, tarikatlere taraftarım. Ancak, bu konudaki asabiyetlere karşıyım.
Belki yüz kere yazdım: Peygamberimize hakaret edilip saldırılınca susup da kendi şeyhine veya baronuna saldırılınca küplere binen Müslümanları çok ayıplarım. Onlara yazıklar olsun!
Şeriata bağlı olmak, zahirî fıkıhtan kıl kadar ayrılmamak şartıyla tasavvuf tarikatlarını severim, beğenirim ve desteklerim.
İmamet-i Kübra konusunda Müslümanların bilgili ve uyanık olmalarını isterim.
Dinimizden ödün verilmesini büyük hıyanet olarak görürüm. Kimsenin buna hakkı yoktur.
İslâm dininin müttefakun aleyh (üzerinde ittifak ve icma olan) hüküm ve müesseselerinde tartışılmasını istemem.
“Peygamber bir postacı idi. İslâm’ı tebliğ etti sonra öldü ve işi bitti...” mealindeki sözleri kabul etmem. Sevgili Peygamberimiz dinimizi tebliğ ettikten sonra vefat etmiştir ama işi bitmemiştir. O’nun hatırası, ruhaniyeti, önderliği Kıyamet’e kadar devam edecektir.
Peygamberimizin sünnetine karşı yapılan tenkitleri kabul etmem.
Ashabın tamamının âdil olduklarını kabul eder ve onlara yapılan saldırıları, hakaretleri, iftiraları meşru yollarla def etmeye çalışırım.
Ehl-i Sünneti beğenmeyenleri beğenmem.
Ehl-i sünnet dışı çığırlar açmaya, Müslümanları çıkmaz sokaklara sokmaya çalışanları tenkit etmeyi bir vazife bilirim.
Müslümanlar hicretin üçüncü asrından sonra Kur’ân’ın dört temel terimi olan Rab,İlah, din, ibadet konusunda sapıttılar, şimdi bu konuda doğruyu ben söylüyorum mealinde laflar eden, kitap yazan Pakistanlı yazarı doğru bulmam. (Büyük alim Ebu’l-Hasen Nedvî bu iddiaya bir kitapla cevap vermiştir.)
Müslümanların din konusunda cumhur-i ulemaya tâbi olmalarını isterim.
İslâm dinini Kur’ân’ın ve Sünnet’in ışığında en güzel ve derli toplu şekilde anlatan kitabın İmamı Gazalî’nin İhyau Ulum’u olduğunu kabul ederim.
Müslümanların lüks, israf, aşırı tüketim, gurur, kibir, aşırı konfor, gösteriş beyinsizliklerine düşmesinden dolayı çok üzüntü duyar ve onları dilimin döndüğü kadar uyarmaya çalışırım.
Bütün Müslümanların beş vakit namaz kılmasını ister ve bu yolda çalışırım. Hür ve mukim erkeklerin mümkün oldukça cemaatle namaz kılmasını arzu ederim.
Bütün Müslüman kadınların tesettüre girmesini isterim. Bu tesettürün elden geldiği kadar dine uygun olmasını arzu ederim.
Tefrikadan, parçalanmışlıktan, Müslümanların bölük pörçük olmasından hoşlanmam; birlik, beraberlik, tesânüd, ittihad isterim.
Zekâtların, Kur’ân’da çok açık şekilde belirtildiği üzere öncelikle fakir ve miskin Müslümanlara verilmesini isterim. Birtakım cemaatlerin ve vakıfların fıkha ve Şeriata aykırı olarak zekat toplamalarını doğru bulmam ve tenkit ederim.
Bütün Müslümanların, bu memleketin bin yıldan fazla kullanmış olduğu Kur’ân harfleriyle Türkçe okumasını, zengin Osmanlıca lisanını öğrenmesini temenni ederim.
Birtakım aşırıların hak fıkıh mezheplerine karşı çıkmalarını, mezhebe bağlı Müslümanları tahkir etmelerini, hattâ küfr ve şirkle itham etmelerini kabul etmem ve onlara karşı fıkhı ve mezhepleri savunurum.
Din hocalarının, din hizmetlilerinin, Ümmet önderlerinin icazetli ve faziletli olmalarını isterim.
Kopukluktan, ârızadan yana değilim, devamlılık taraftarıyım.
Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü cereyanına karşıyım. Bunu Müslümanlara kurulmuş bir tuzak olarak görürüm.
Müslümanların kâfirleri dost ve velî (idareci) edinmelerini, Kur’ân’a ve Sünnete aykırı tehlikeli bir davranış olarak görürüm.
Müslüman kesimin, bugünkü esaret ve zilletten kurtulmak için yeterli sayıda vasıflı, güçlü, üstün, faziletli, ahlâklı, cesur, bilge, mücahid, ihlâslı, takvalı eleman yetiştirmesini isterim.
Birtakım câhillerin bazı din büyüklerini erbab haline getirip onları putlaştırmalarından hiç hoşlanmam.
Bütün Müslümanların, bütün cemaatlerin şu temel değerler ve terimler için çalışmasını isterim: Din, iman, Kur’ân, Şeriat, Sünnet,İslâmî ahlâk, İmamet, Ümmet.
“Sen kim oluyorsun da bu satırları yazıyorsun?” diyerek bendenizi azarlayanlara da “Haklısınız, ben bir hiçim” cevabını verir, onlara selâm ve hürmetlerimi sunar, büyük küçük hepsinin ellerinden öperim.