'Lozan Masası', Türkiye sevdası, yeni sürprizler
Son aylarda Türkiye'yi merkeze alan çok önemli gelişmeler oluyor. Her ne kadar birbirinden kopuk gibi görünse de, bu gelişmelerin hikmeti, önümüzdeki dönemde belirginleşecek, bu gelişmelerin somut ve etkileyici sonuçlarını o zaman göreceğiz. Bir yerden başlayalım:
İlk kez bir İsviçre Devlet Başkanı Türkiye'yi ziyaret etti. İsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal Couchepin, beş günlük ziyaretinde kendince Türkiye'ye en büyük jesti yaptı. Lozan Üniversitesi salonunda imzalanan Lozan Antlaşması'na tanıklık eden “masa”yı Türkiye'ye hediye etti. Buraya kadar anlatılanlar bilindik şeyler.
Türkiye ile arası pek iyi olmayan İsviçre'ye ne oldu da böylesine bir Türkiye sevdasına kapıldı? Ziyaretin bu yönü pek irdelenmedi. Kamuoyunun dikkatleri “masa”ya takılıp kaldı.
Oysa ziyaretin ilginç bir gündemi vardı. Couchepin; Orta Asya, Kafkaslar ve Ortadoğu enerji kaynakları üzerinde Türkiye ile ortaklık yapmak istiyordu. İsviçre'yi seksen yıl sonra Türkiye ile yakınlaşmaya iten sebep buydu. Sadece bu mu, ben kendi adıma tam emin değilim. Hislerim başka şeyler de olabileceğine işaret ediyor.
İsviçre bu kadarla kalmadı. Yine Kasım ayında son derece dikkat çekici bir çıkış yaptı. İsrail'in Gazze'deki Filistinlilere yönelik insanlık dışı ambargosunu hedef aldı. İsrail uygulamasının Cenevre Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu açıkladı. Tel Aviv'i şok eden bir açıklamaydı bu. Çünkü İsviçre ilk kez böylesine İsrail karşıtı bir açıklama yapıyordu. Sadece İsviçre mi? İlk kez bir Batı Avrupa ülkesi, Charles de Gaulle'den bu yana İsrail'e karşı böylesine sert bir tavır sergiliyordu.
İki keskin yaklaşım, iki temel politika değişikliği. İlk bakışta enerji bağlantılarıyla ilişkiliydi. Çünkü İsviçre hem Türkiye ile bölgesel ortaklıklara girişmek istiyordu hem de İran'la. ABD ve İsrail'in İran'a ambargo politikasına karşı tavır alan İsviçre, İran'la milyarlarca dolarlık enerji anlaşmaları da imzalamıştı.
İsviçre'nin Türkiye ile yakınlaşırken İsrail'le arasında soğuk savaş başlatması, üstelik bu iki alanda köklü politika değişikliğine gitmesi ne tür gelişmelerin habercisi olabilir? Ermeni meselesi, PKK meselesi dahil, bir çok konuda ısrarla Türkiye karşıtı duran bu ülkeyi değiştiren başka şeyler de olabilir mi? Lozan masasından sonra gelecek yılki Cenevre Kitap Fuarı'nda Türkiye'yi onur konuğu yapmasının hikmeti ne olabilir?
Bir kaç not daha aktaralım:
Benzer yaklaşım önce Fransa'dan geldi. Paris, gerek AB ile ilişkiler konusunda gerekse PKK ve Ermeni meselelerinde Türkiye'ye karşı hep gergin politikalar izlemişken, Türkiye'yi Avrupa'da istemediğini açıkça deklare etmişken, Türkiye'nin bölgesel politikalarını baltalamaya çalışmışken, keskin bir dönüş yapıp Ankara'nın son denem bölgesel politikalarından rol çalmaya girişti. Ortadoğu-Kafkaslar ekseninde hemen her alanda Türkiye ile ortaklıklar kurma iradesini açıkça deklare etti.
Aynı tutumu Fransa'dan sonra İtalya'da gözlemledik. Silvio Berlusconi'nin son Türkiye ziyareti bunun göstergesiydi. Roma da, Paris gibi, Türkiye'nin bölgesel açılımlarını övüyor, “işbirliği değil ortaklık” istediğini açıkça söylüyordu. İki ülkeyi şimdi İsviçre izliyor. Sırada hangi Avrupa ülkesi var, merakla bekliyorum. Çıkardığım sonuçlar şöyleydi:
AB ülkeleri, birlik şemsiyesinin dışında ve ondan bağımsız olarak Türkiye ile özel ilişkiler geliştirmek istiyor. Bu ilişkinin biçimi işbirliğinin ötesine geçip ortaklık olarak telaffuz ediliyor. Türkiye yakın çevresinde, AB politikalarından daha ağırlıklı bir etkinlik alanı oluşturdu. Kürt meselesi dışında Türkiye'nin nüfuz alanındaki genişlemeyi durduracak bir faktör kalmadı. Ermeni meselesi, iki ülke arasındaki hızlı temas ve ziyaretlerle AB ülkelerinin ve ABD'nin yaptırım aracı olmaktan çıkarılmak isteniyor. Türkiye ile özel ilişki isteyen ülkelerse, bu arada, Kürt meselesi ve Ermeni meselesi konusunda tutum değişikliğine gidiyor.
Bütün bunlar sadece enerji projeleriyle sınırlı bir gelişme olabilir mi? Bence değil. Türkiye bir yol çiziyor artık ve güç saygınlık uyandırıyor. Ayrıca, İsviçre gibi ülkelerin İsrail'le ilişkilerini germesi, geleneksel politikalarını değiştirmenin ötesinde bu ülkeye karşı sertleşmesi sadece enerjiyle sınırlı olamaz.
Küresel ekonomik krizin ABD ve Batı Avrupa'ya diz çöktürmek üzere olduğu, yüzyılın en sarsıcı sermaye hareketliliklerinin yaşandığı bir dönemde Türkiye bu ülkeler için ne anlam ifade ediyor? Bu ülkeler İsrail'e neden sertleşiyor?
ABD'nin yeni Başkanı Barack Obama'nın, Bush yönetimini aratmayacak ölçüde şahin, İsrail'le “yakınlık”ları esas alınmış izlenimi veren bir kabine oluşturması, Ortadoğu'ya yönelik ABD politikalarında köklü bir değişiklik yaşanmayacağına işaret ederken, bugüne kadar olduğu gibi, İsrail politikalarına endeksleneceği izlenimi verirken Avrupa ülkelerindeki bu tutum değişikliği ciddi bir ayrışmayı ifade ediyor.
Cevabını henüz veremediğin sorularım da var: Bu kriz döneminde Türkiye üzerinden bir sermaye operasyonu mu hazırlanıyor? Türkiye, bazı ülkeler tarafından bir sermaye üssüne dönüştürülüyor olabilir mi?
Graham Fuller'in, “Kürt meselesini aşarsa Türkiye bölgesinin süper gücü olur, artık ABD ile çıkarları örtüşmez, ABD ile müttefik olamaz çünkü Türkiye kendi yolunu çizer” mealindeki sözlerini işte bu ortamda dikkatle okumak gerekiyor.
Eğer öyleyse, hem Ermeni meselesinde hem Kürt meselesinde çok ciddi gelişmeler olacak demektir. Eğer öyleyse, Türkiye küresel ekonomik krizi hafif atlatacak demektir. Eğer öyleyse yakın gelecekte bambaşka bir Türkiye dünya sahnesinde yerini alacak demektir.
Bu da yeni bir Türkiye doğuyor demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.