Spellberg’in “Neo-Oryantalist Maceraları”
Bugün, hafta sonu katıldığım bir toplantıda yapılan bir sunumu paylaşmak istiyorum sizlerle. Washington, MESA yani Ortadoğu Çalışmaları Örgütü’nün yıllık toplantısına ev sahipliği yaptı. Benim için bu seneki toplantı diğerlerinden daha da anlamlıydı. Zira doktora çalışmamı danışmanlığında yaptığım değerli Prof. Dr. Mervat Hatem MESA’nın yeni başkanı seçilmişti. Uluslararası ilişkiler, mukayeseli siyaset alanında Ortadoğu ve oryantalizm üzerinde eksper olan Hatem’in Edward Said’in Oryantalizm’ini ürettiği zamanın üzerinden tam da otuz sene geçmiş olmasını göz önüne alarak bu yılki toplantıdaki Başkanlık Konuşması’nı oryantalizme ayırması anlamlıydı. Yine başkanlığını yaptığı ana panelle Said’in ve oryantalizmin dününün, bugününün ve geleceğinin tartışılması da bu seneki MESA’yı diğerlerinden farklı kıldı benim için.Şimdi gelelim yazımın konusu olan sunuma: Texas Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Denise A. Spellberg, Amerika’da İslâm: Neo-oryantalizm Maceraları başlıklı sunumunda bazı ilginç tarihi tesbitlere yer verdi. Konuşmasında geçtiğimiz günlerde yapılan başkanlık seçimi öncesinde Obama’nın Müslüman köklerine dair yaşanan tartışma sırasında gündeme gelen Müslüman biri Amerika’nın başkanı olabilir mi sorusuna, neo-oryantalizmin kol gezdiği bugünlerde, cevap için aslında tarihin tozlu sayfalarına bakmamız gerektiğini hatırlattı Spellberg.
Bu köşede daha önce de belirtilen, Amerika’nın kurucu atalarından Thomas Jefforson’ın dönemin süper gücü Osmanlı İmparatorluğu’nun kanunlarını incelediği, İslâm’ı ilk elden tanımak ve anlamak için Williamsburg’den aldığı Kur’an-ı Kerim’i yanından ayırmadığı gibi detaylara da değinen Spellberg, Federal sistemin kurulması aşamasında 1788’de yaşanan sancılı dönemde eyaletler arasındaki tartışmada İslâm’la ilgili nelerin, hangi bağlamda gündeme geldiğinden bahsetti.
İlk olarak Güney Carolina eyaletinde Osmanlı’ya atıfta bulunuluyor, mesela. Federal sisteme karşı çıkan Dollard, önlerindeki anayasanın imzalanmasıyla oluşacak federalist yapının Türk yeniçerilerinin kurduğu askeri yapıya benzeyebileceğinden karşı çıktığını söylüyor.
Benzer bir tartışma Virginia’da da yaşanıyor. Bu tartışmaların en ilginciyse New Hampshire ve Güney Carolina eyalet meclislerinde geçiyor. Birincisinde geçen konuşmalarda anayasanın imzalanmasına karşı çıkan bir delege muhalefetine sebep olarak ileride bir gün bir Türk’ün veya Yahudinin veya Katoliğin başkan seçilme ihtimalinin kendinde oluşturduğu korkuyu gösteriyor. İkincisindeyse vatandaşlık haklarından yeni kurulacak federasyonun dine karşı mesafeli bir duruş sergileyeceğine kadar bir dizi mesele konuşuluyor delegeler arasında. İslâm’a beş defa, “Büyük Türk” olarak Osmanlı’ya da bir defa referans yapılıyor. Üç ayrı yerde de Müslümanların kamusal alanda çalışması ve başkan seçilme ihtimali üzerinde konuşuluyor. Baptist rahip Abbot, devletin ileride Katolizmi benimsemesi ihtimalinde katolik olmayanlara dinlerini yaşama zorluğu çıkabileceğinden endişe ettiğini dile getiriyor.
Konu sonunda “Müslüman bir başkan seçilirse aynı endişelerin geçerli olup olmayacağı” sorusuna gelip dayanıyor. Abbot bir taraftan dini özgürlüklerin güvence altına alınmasından yana tavır sergiliyor; ancak diğer taraftan da dini özgürlüklerin içinde geldiği paketin bir diğer maddesi olan fırsat eşitliği konusunda aksi tavır alıyor. Abbot’a en güçlü muhalefet Iredell’den geliyor. Iredell “Bir insan bizim dini görüşlerimizden farklı dini görüşlere sahip olabilir, ille de toplumun kötü bir üyesi olarak görülmeden de” diye itiraz ediyor. “Nasıl olur da bir grup insanın, dinlerini yaşama özgürlükleri ellerinden alınmadan -ki biz bu özgürlükler için mücadele verdik- dışlanmaları mümkün olabilir?” Bu çıkışıyla, diyor Spellberg, Iredell Amerikan düşünce sisteminde Müslümanlarla ilgili olarak o zamana kadar yerleşmiş standart önyargıları ilk kez delmiş oldu. Tartışmalar bundan sonra Müslüman bir başkanın seçilmesi için önce hangi şartların oluşması gerektiği konusuna kilitleniyor. Johnston, bunun ancak Amerikalıların Hıristiyan kimliklerinden tamamiyle vazgeçmeleri durumunda veya diyelim ki bir Müslümanın iyi karakter özellikleriyle Amerikan halkının kalbini ve güvenini kazanması halinde olabileceğini dile getiriyor. Tartışmaların bu bölümünde, olmaz ama olsa da ancak bu şartlarda olur tonunda, yani gerçeklikten alabildiğince uzak, hayali birer hipotezle oyalanma rahatlığı fark ediliyor.
Bugün içimizdeki neo-oryantalistlerden uzaktaki geçmiş oryantalistlere bir yolculuk yapalım istedim. Y
ukarıda aktarılan bilgilere Spellberg’in, Eighteenth-Century Studies adlı akademik derginin 2006 yılında çıkartılan vol: 39, no: 4 sayısındaki “Could A Muslim Be President? An Eighteenth-Century Constitutional Debate” başlıklı yazısından ulaşabilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.