Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Yoksulluğu tek başımıza tüketemeyiz!

Yoksulluğu tek başımıza tüketemeyiz!

Hani, bir “tekerleme” vardır ya... “Az gittik, uz gittik... Dere tepe düz gittik... Altı ay bir güz gittik... Geriye dönüp bir de baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz!”... Şimdi, ben de arkama bakıyorum, “ne kadar yol katettik” diye... Görüyorum ki; “katedilen” bir yol yok, ama “katledilen” duygular var... “Yardımlaşma” duyguları, “dayanışma” duyguları, “merhamet” ve “iyilik” duyguları... Bu duygular öyle katledildi, öyle tarumar edildi ki; “züccaciye dükkânına girmiş bir fil”in geride bıraktığı manzaradan farksız!..
Deniz Feneri’nden bahsediyorum... “Terkedilen” Deniz Feneri’nden... Daha doğrusu, Deniz Feneri bahanesiyle terkedilen “fakir”lerden, “yoksul”lardan, “aç ve açıkta” olanlardan!..
Şu garabete bakın;
Hucurât Sûresi’ndeki “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın” ilâhî emrine muhatap “Müslüman”lar; “iş”lere ve “hizmet”lere, en önemlisi de “yönü kıbleli, alnı secdeli” kardeşlerine değil, “fâsık”ların verdiği haberlere itibar edip, Deniz Feneri’nden ellerini-ayaklarını ve tabiî “yardım”larını çektiler!..
Ne acı ki;
Daha düne kadar fakir ve yoksul insanlara “ilgi” gösteren Deniz Feneri’nin, bugün kendisi “ilgi”ye muhtaç!..

ULUSLARARASI BİR TEZGÂHIN PARÇASI!
Hayır!.. Şahsen ben, bu işin içinde, “yolsuzluk”, “dolandırıcılık” veya “zimmete para geçirme”nin ötesinde “siyasi hesaplar ve kişisel çıkarlar” olduğuna inanıyorum.
Bizim Serdar Arseven, olayın bu yönü ile ilgili 3 yazı yazmıştı... Yazılarından birinde, MİT’çi Mehmet Eymür’ün, bir TV kanalında sarfettiği sözlerden hareket ederek, “Deniz Feneri Dâvâsı”nın “bahane” olduğunu, bu vesileyle “Türkiye’ye mesajlar” verildiğine dikkat çekiyor ve diyordu ki;
“Canlı Yayın’da “Deniz Feneri” meselesinin “perde arkasını” anlatan MİT’çi Eymür, bu kirli kampanyanın “Ergenekon’un misillemesi” oluşuna dikkat çekmekte.
İki önemli tesbiti var:
1- Deniz Feneri bir çekişmenin yansıması!..
2- Alman devleti, Ergenekon’un arkasında!..
(...)
Biz bugün, Eymür’ün değerlendirmeleriyle güç kazanan o yazıdaki tespitleri mercek altına alalım...
Evet; şu üç tespite şöyle topluca bir bakın lütfen:
“1- Rus-Alman dostluğu son yıllarda hızla gelişiyor,
2- Bu iki ülkenin çıkarları, Balkanlar-Kafkasya-Körfez-Doğu Akdeniz dörtgeninde örtüşmekte,
Ve de;
3- Almanya-Rusya ittifakı, bu çıkarlarla örtüşmeyen tavırlar içindeki AK Parti’ye cephe almış durumda!..”
(...)
“Çok yönlü politika” uygulamaya çalışan AK Parti, daha fazla bağımlı olduğumuz “ABD’nin iyice bastırdığı” dönemlerde, o tarafa meyletmek durumunda kalınca... “Ergenekon saldırılarına” hedef oluyor.
Bakın; PKK’nın aslında “Ergenekon’un bir şubesi” olduğu, “Apo-Ergenekoncu” temaslarını ortaya koyan yüzlerce fotoğraf ve belge ile gözler önüne serildi.
Ortada, “Filler tepişiyor, çimenler eziliyor” durumu var yani...
ABD ile diğerleri tepişirken, “ezilen” de biz oluyoruz!..”

YAYIN İZNİ VERİLDİ, KAVGA BİTTİ!
Doğru... Ezilen, “biz” oluyoruz...
Ya da, Deniz Feneri!..
Sorarım size;
“Alman-Rus İttifakı”nın Türkiye üzerinde “hesap”ları olmasaydı, bu hesaplara “siyasetten birileri” ile “Aydın Doğan medyası” destek vermeseydi “Deniz Feneri” diye bir olay patlatılır mıydı?..
Hadi, “cerahat” patladı ve “irin”ler aktı!.. Peki, kapandı mı yara?!?..
“Aydın Doğan medyası”nın iddiasına göre kapanmadı!..
Çünkü, “yargılanması gereken 3 kişi” daha var!.. Daha doğrusu, “vardı!”
Zekeriya Karaman, Zahid Akman, Mustafa Çelik!
Evet, onlar da yargılanmalıydı!..
Bastırıyorlardı!..
“Alman Yargısı” görevini ifa etmişti... Şimdi sıra “Türk yargısı”ndaydı!..
Günlerce kampanya yürüttüler...
Evraklar “istendi”ydi, “gecikti”ydi, “yola çıktı”ydı, “geliyor”du, “geldi”ydi filân!..
Sonra, ne olduysa oldu;
Bıçak gibi kesiliverdi yayınlar!.
“Acaba niye?” diye merak ediyorduk ki; “RTÜK’ün, CNN Türk’e karasal yayın izni verdiği” haberi geldi ajanslardan!..
Demek oluyordu ki;
Bir taşla, birkaç kuş birden vurmuşlardı...
Hem “Türkiye’ye mesaj” vermişler, hem de “karasal yayın izni”ni koparmışlardı!..
İzni koparınca daaa!..
Ne “Deniz Feneri” kaldı gündemlerinde, ne “yolsuzluk” ve ne de Zahid Akman veya Zekeriya Karaman!..
Hepsini ve her şeyi unuttular!..
“İzin” geldi, “kavga” bitti!..
Biraz önce dediğim gibi;
Bütün çabaları, bütün duyarlılıkları, “CNN Türk’e karasal yayın izni” alıncaya kadarmış!..
Öyle olmasa;
“Almanya’daki Deniz Feneri” ile ilgili “iddia”ları ve “iddianame”yi günler boyu manşetlerden ve sürmanşetlerden indirmeyen Aydın Doğan medyası, herhalde “gerekçeli karar”a da balıklama atlar ve yine “manşet”ten verirdi!..
Ama, RTÜK Başkanı’nı sıkıştırıp “CNN Türk’e karasal yayın izni”ni aldılar ya, kim ipler Deniz Feneri’ni?.. “Gerekçeli karar”ı o kadar “geçiştirdiler” ki; neredeyse “yok” saydılar!..
“Acaba” diyorum;
“Karasal yayın izni”ni almamış olsalardı yine böyle mi davranırlardı?!?.. Zahid Akman, yine “manşet”lere çıkarılıp, “hedef”e oturtulmaz mıydı?..

FİL’LER TEPİŞTİ, ÇİMENLER EZİLDİ!
Şunu söylemeye çalışıyorum... Deniz Feneri dâvâsı; tek başına bir “yolsuzluk” veya “dolandırıcılık” dâvâsı değildir!.. Bu dâvâ, üzerine “yolsuzluk ve dolandırıcılık kılıfı” geçirilmiş, hem “uluslararası” bir dâvâdır, hem de “menfaat” dâvâsı!..
Sonuçta, herkes amacına ulaştı... Almanya, “Türkiye’ye mesajı”nı verdi, Aydın Doğan da “karasal yayın izni”ni kopardı!..
Olan, “gariban”lara oldu!..
Bizim Serdar’ın dediği gibi;
“Fil”ler tepişti, “çimen”ler ezildi!..
Ezilen çimen, “Deniz Feneri”dir!.. Deniz Feneri dolayısıyla “yoksul”lardır, “muhtaç”lardır, “kimsesiz”lerdir, “aç ve açıkta olan”lardır, “yetim”lerdir, “öksüz”lerdir!..
Ne acıdır ki; işlerin bu raddeye gelmesinde; “Elhamdülillah Müslümanım” deyip de “fasık”tan gelen habere itibar eden insanların büyük rolü olmuştur!..

BA’DE HARABÜL BASRA
Ne yalan söyleyeyim;
“Deniz Feneri Derneği”nin dün elime ulaşan “dergi”sine bakıp, Editör Recep Koçak’ın “Ba’de Harabül Basra” yazısını okuyunca, yüreğim burkuldu, içim kanadı...
Sadece Türkiye’deki değil, dünyanın öteki ucundaki “yoksul”lara yardım eli uzatan bir dernek, ne hallere gelmişti Yarabbim...
Şöyle diyordu Recep Koçak:
“Üzerinde “küçük bir çizik bile bulunmayan 10 yıllık bir kurum”un kendini ifade etmek, savunmak, birilerini ikna etme çabasına girmek zorunda kalması ne yazık, ne acı.
Her mecliste “işin aslı?” sorusunun muhatabı olmak ne kötü:
Bizde işin aslı; yazdığımız, yaptığımız, söylediğimizden ibarettir.
“İşin aslı?” sorusu, “bize yöneltilen en ağır soru”dur.
Zira biz çok açık, çok net, şeffaf ve izlenebilir işler yapan bir kurumuz. Hep tek ajandalı olduk. Öyle de devam edeceğiz. Bizi yakından tanıyanlar “İşin aslı?” sorusunun bize ağır bir hakaret ve iftira anlamı taşıdığını bilirler.
Ramazan ayının başlamasıyla birlikte Deniz Feneri Derneği’ne yönelik ağır bir mesaj bombardımanı başlatıldı.
İşin içinde çokça hesap olduğu aşikar. Kimi çevrelerin “Deniz Feneri Davası” adını taktıkları bu kampanya sayesinde sadece derneğimizi yıpratmakla kalmayıp zayıflamasını istedikleri, birden çok kişi ve kuruma “çamur at izi kalsın” anlayışıyla zarar vermek istedikleri anlaşılıyor. Hesap sahipleri kısa vadede emellerine ulaşmış bulunuyorlar.
Bin bir yoldan ve en şeytani yöntemlerle verilen yalan yanlış, çarpıtılmış haber, yorum ve bilginin arasında bizim verdiğimiz doğru mesaj sınırlı bir kitleye ulaşmakla kaldı.
Deniz Feneri Ailesi olarak, bağışçılarımız ve gönüllülerimizin desteğiyle 10 yıldır yaptığımız her yardımın doğru adrese, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaştığını biliyor olmanın huzuru içerisindeyiz.
Bir Ramazan ayında çıktığımız “iyilik yolculuğu”nda, Türkiye’de ve dünyada yüz binlerce ihtiyaç sahibinin yardımına koştuk, nakit, gıda, giyim, sağlık gibi pek çok alanda yardımlar ulaştırdık. Dara düşmüşün, yolda kalmışın, “imdat” diyen herkesin yanında yer aldık.
Bir insani yardım kuruluşu olarak yoksulluğu tek başımıza tüketemezdik elbette. Ama son yıllarda yoksullukla mücadele konusunda ülkemizde bilinç düzeyinde ve uygulamada çok önemli mesafe kat ettiğimiz de bir gerçek. Bu noktaya gelişimizde ve yoksulluk bilincinin gelişmesinde Deniz Feneri’nin payını kimse inkar edemez.
Zorlu bir Ramazan geçirdi Deniz Feneri. Almanya Deniz Feneri Dâvâsı’nı bahane eden kimi çevreler, 10 yıldan beri tırnaklarımızla kazıyarak inşa ettiğimiz güven köprüsünü bombaladı. Yürütülen linç kampanyası ile hem Deniz Feneri, hem bütün yardım kuruluşları, hem de yardım anlayışı ciddi darbe aldı.
Üzüntülüyüz... Çünkü yıllardan beri yardım ulaştırdığımız ailelerden bazılarına gidemiyoruz. Onlar her ay Deniz Feneri’nden kendilerine ulaştırılan gıda kolilerini bir süre göremeyecekler. Uzun bir süredir ev sahibi tarafından kapıya konulma tehlikesinden uzak yaşayan bazı ailelerimize nakit yardımlarını gönderemedik.
Derneğimiz hakkında herhangi bir suçlama yok.
Açılmış bir dâvâ yok.
Verilmiş bir hüküm yok.
Ortada, Almanya’daki dava bahane edilerek yapılan hakaretler, atılan iftiralar, tamamen mesnetsiz suçlamalar ve bilgi sahibi olmadan, bilgi alma zahmetine katlanmadan yapılmış karalayıcı, itham edici yorumlar, yayınlar var.
Ailelerimizin üzerinden yardım ellerinizi çekmeyin... Zira onların sizlerden gelecek bağışlara ihtiyaçları şiddetle ve acilen devam ediyor.”

YARDIM HEYECANI YAŞASIN!
Evet, Recep Koçak’ın yazısı, özetle böyle... Benim demek istediğim ise şu: Gerek “ulusal” güçlerin, gerek “uluslararası” mihrakların “Deniz Feneri üzerinden” yapmaya çalıştığı tek şey; “Müslüman Türk insanı”nın yüreğinden “Yardımlaşma!.. Dayanışma!.. Merhamet!.. İyilik!.. Sevap!.. Bağış” kavramlarını söküp atmaktır!..
Acı fakat gerçek;
Bunu, büyük oranda başardılar!..
“Yardım kuruluşları”na eski ilgi yok!.. İşin garibi, “yardım heyecanı” da azalmış görünüyor!..
Demem o ki; sadece Deniz Feneri’ne değil, İHH’ya, Cansuyu’na, Kimse Yok mu’ya, Yardımeli’ne ve diğer yardım derneklerine sahip çıkalım, onları yaşatalım ve güçlü kılalım!..
Unutmayalım ki; bugün biz sahip çıkmaz isek, yarın da bize sahip çıkan olmaz!..
Ve yine unutmayalım ki;
Yoksulluğu tek başımıza tüketemeyiz!..
Ama yardımlaşırsak, başarırız!..
=================
Açılım-Kapanım!
Bay Deniz Baykal, “çarşaflı hanımlara rozet” taktı ya, her kafadan bir ses çıkıyor... Kimi, bu olayı hayra yorup “açılım” diyor, kimi de “açılım değil, katılım” iddiasında!..
Arada; ürkek, çekingen ve baltayı taşa vurmaktan korkan yorumlar da yapılmıyor değil... Onlar, “CHP’de değişen bir şey yok!.. Partinin oya ihtiyacı var bu rozetler de oy için!.. Hiç kimse, çarşafın üniversiteye ve kamusal alana da gireceği zehabına kapılmasın!” diyorlar ama “CHP’yi zora sokmak”tan ve “oyunu deşifre etmek”ten de çekiniyorlar!..
Ama, Vakit’in bugünkü manşetinde yer alan Yılmaz Ateş’in sözlerini nasıl tevil edecekler, merak ediyorum... Zira, Yılmaz Ateş, “deri gaspı”na tepki gösterip diyor ki; “Sana ne kardeşim, halkın derisinden?”
Görünen o ki; “çarşaf açılımı”ndan sonra, CHP şimdi de “deri açılımı” yapıyor!.. Dilerim, bu “açılım”ların arkasında dururlar!..
Haa, “açılım” dedim de, aklıma geldi... “Dışa açılım” yapan CHP’nin, Alman Ebert Vakfı’ndan aldığı 85 Bin Euro yüzünden başı dertte!.. İster misiniz, “açılım” yapan CHP, “kapanım”la karşı karşıya kalsın?!?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi