Kargil’den Mumbai'ye: Savaş durumu
Mumbai saldırılarını gerçekleştiren ve Hindistan'a milli bir kâbus tattıran 10 eylemcinin sanıldığının aksine 'küresel cihad' eksenini temsil eden Kaide ile hem ideolojik ve hem de örgütsel bağlantıların zayıf çıkması Pakistan bağlantısını güçlendirdi. İngiliz gazetelerinin ilk günlerde dile getirdiği hatta bir nevi temenni kabilinden olan Londra saldırılarındaki gibi eylemcilerin 7'sinin veya en azından birkaçının Pakistan asıllı İngiliz uyruklu kimseler olduğu yönündeki tezi faillerden birinin yakalanması ve tabir caizse 'bülbül' gibi konuşması sonucu suya düştü. Canlı eylemci Azam Emir Kasap eylemcilerin Karaçi üzerinden ve deniz yoluyla geldikleri tezini doğruluyor. Bu durumda, Pakistan bağlantısı güçleniyor. Bununla birlikte gerçekten de Pakistan bağlantısı varsa bile bu bağlantı hangi grup üzerinden sağlanmış? Pakistan yeknesak ve yekpare bir yapı değil. Pakistan İstihbarat Teşkilatı (ISI)'nın dahli var mı? İkinci kategoride, Hindistan'ın işaret ve ima ettiği gibi bu iş bir Leşker-i Tayyibe eylemi mi? Üçüncü kademede veya kategoride, eylemin hükümet parmağı var mı? İhtimalleri sondan başa doğru devirecek ve değerlendirecek olursak; Zerdari hükümetinin komisyonculuk dışında böyle ideolojik meseleyle bağlantılı olabilmesi akıl dışı bir ihtimal. Zira Zerdari pragmatik akıl ile düşünüyor. Üstelik, Hindistan'ı karşısına alamayacak kadar da zayıf. Zaten hem Zerdari, hem Geylani, hem de İçişleri Bakanı Rahman Malik olayı kınamakla kalmamış aynı zamanda işgal altındaki Keşmir Üst Düzey Yöneticisi Faruk Abdullah gibi ilginç ve olayı objektif olarak tasvir eden bir ifade kullanmıştır: Teröre karşı mücadelede Hindistan ile aynı hendekte ve cephede bulunuyoruz. Aslında buna, 'Bush küresel cephesi' demek daha doğru olur ama galiba Bush gitmeden bu cephe de Mumbai eylemi üzerinden dağılmak üzere.
-
Fakat Hindistan yönetimi iç dengeler nedeniyle hem Rahman Malik ve hem de Faruk Abdullah'ın söylediklerine kulak asacak halde değil. Saldırının altında darmadağın olmuş vaziyette. Krize birkaç kelle verdi ama yatıştırmak için daha ne kadar bedel ödemesi gerekir, kestiremiyor. Faruk Abdullah terör karşısında ortak cephe yerine Hindistan yönetiminin 'blame game' yani suçlama oyununa başvurmayı tercih ettiğini söylüyor. Bu doğru ama iç dinamikler buna zorluyor. Birincisi halk, istihbarat ve tedbir/önlem zafiyetinden dolayı mevcut yönetimi suçluyor. Buna mumasil rakip milliyetçi BJP de ilan yoluyla olayı kullanarak veya durumdan vazife çıkartarak hükümeti sarsmaya çalışıyor. Bu durumda yerini korumak için Kongre Partisi hükümetinin gerilimden medet ummaktan başka çaresi kalmıyor. Bundan dolayı da Pakistan'ın işbirliği tekliflerini elinin tersiyle itiyor; gerilim ve tırmandırma politikalarından medet umuyor. Lakin durum Asya'da Bush'un dizayn etmeye çalıştığı gibi teröre karşı ortak cepheyi sarsıyor ve belki de yıkıyor. Hindistan'ın gerilimi tırmandırması halinde Pakistan da Afganistan'la sınır bölgesi Veziristan'daki kuvvetlerini Hindistan sınırına çekebilir ve yığabilir. Bu yığınak ise Veziristan bölgesindeki baskıyı hafifletir ve ABD'nin Afganistan'daki çabalarını olumsuz yönde etkileyebilir. Bu itibarla, Mumbai saldırısının Pakistan üzerindeki muhtemel etkileri ABD çıkarlarını zedeleyebilir. ABD Müşerref'ten sonra Zerdari'den de feragat etmek durumunda kalabilir veya gelişmeler muvacehesinde onu da kaybedebilir. Hoş ABD için biri gider biri gelir ama telafi edilemez boşluklar da doğabilir. Mumbai üzerinden Hindistan'ın Pakistan üzerine baskısı içerideki Zerdari hükümetini zayıflatabilir. Onun zayıflaması İslâmi kesimleri bir de ordu seçeneğini güçlendirecektir. Kendisini de Gaulle zanneden Müşerref de Pakistan'dan ayrılmayarak aslında zayıf karakterli Zerdari hükümetinin düşeceği günü dört gözle bekliyor. Zerdari'nin sayılı günlerin ardından gidebileceğini ve yerine de tekrardan kendisinin gelebileceğinin hesaplarını yapıyor.
-
Zaten 1998 ve 1999'da Müşerref'i iktidara taşıyan böyle bir kriz olmuştu. Kargil üzerinden Keşmir'e sızan Pakistanlı eylemciler birçok bölgeyi kurtarmışlar ve Hindistan büyük bir itibar kaybına uğramıştı. Bunun üzerine, Hindistan meseleyi çözmek için tırmandırma yoluna sapmış ve tepyekün savaş seçeneğini masaya koymuştu. Oyunu bırakan Yeni Delhi yönetimi masayı devirebileceğini ve kubbeyi Nevaz Şerif hükümetinin başına yıkabileceğini göstermişti. 1998 Mayıs'ında Pakistan nükleer denemeler yapmış ve nükleer bir güç haline gelmişti. Ardından Kargil krizi patlak vermiş ve Hindistan'la topyekün bir savaştan kaçınan ama nükleer seçenek nedeniyle ABD'de istenmeyen adam olan Şerif buna rağmen Clinton'ın yanına gitmiş ve onun arabuluculuğuyla Hindistan'la tırmanmayı aşmak ve soğutmak istemişti. Bunu fırsat bilen Müşerref, Kargil'den çekilmeyi bahane ederek kansız bir darbe ile yönetime el koymuştu. Lakin Müşerref'in Keşmir'e ilgisi iktidara gelmek için siyasi manipülasyondan öteye geçmemiş ve bundan ibaret kalmıştı. Şu anki kriz de yeni bir Kargil krizini andırıyor ve hükümeti istikrarsızlaştırabilir. Kargil krizi bizde Yunanistan'la Kardak Kayalıkları krizini de hatırlatıyor. Pakistan ve Hindistan 2002 yılına yine karşı karşıya gelmişti. Teröre karşı ortak cephenin iki üyesi olan iki ülke arasındaki savaş fitilini Bush çekmişti. Lakin bugünkü pozisyon New York Times gazetesine göre biraz daha farklı görünüyor. Topal ördek ve sabık başkan olan Bush etki gücünü kaybetmiş duruma. Halefi Obama seçilmiş olsa bile henüz iktidarda değil. Bununla birlikte, Rice taraflara itidal tavsiye ediyor ve Hindistan Dışişleri Bakanı Pranab Mukherjeeyi sukunete davet etti. Olayla alakalı olarak parmaklar Pakistan'daki hükümet kontrolü dışındaki bazı odakları gösterirken bu bağlamda iki isim ön plana çıkıyor. Leşker-i Tayyibe'nin başkanı Hafız Muhammed Seyyid ile Bombay/Mumbai'nin eski yer altı babası Davud İbrahim. Davud İbrahim aynı zamanda ISI'nın adamı olarak biliniyor ve bu özelliğinden dolayı geçmişte ikamet ettiği Dubai'den atılmıştı. Karaçi de yaşadığı sanılıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.