Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Dinamik iki tarihsel müessese: Tekke ve zaviye

Dinamik iki tarihsel müessese: Tekke ve zaviye

Sadece çözülme-büzülme dönemleri itibariyle ele aldığımız tekkelerle zaviyeler, hiç kuşkusuz, kendi dönemlerinin en dinamik merkezleriydi.
Bu merkezlerde gündüz fen ve din eğitimiyle değerlendirilen zaman, akşam namazı sonrasında fikirle beslenir, yatsı sonrasında ise zikirle buluşurdu; şahsi olgunluk arayışı “halâka-i zikir” içinde kitleselleşip, yine bu mekânlarda birlik beraberliğe dönüşürdü.
Hayatın dayatmaları karşısında pes etmek üzere olan insanlar tekke ve zaviyelerdeki ruhani hava sayesinde tazelenir, mücadele gücünü yeniden kazanırlardı. Çeşitli baskılar, zorluklar, mahrumiyetler yüzünden mukavemeti kırılmış olanlar, “iman” ekseninde âdeta onarılıp hayata döndürülürdü.
Bu işlevleriyle, tekkeler ve zaviyeler, kendi dönemlerinin hem “moral merkezleri”, hem de “kâmil insan yetiştirme kurumları”ydı.
“Elif okuduk ötürü/ Pazar eyledik götürü/ Yaradılanı hoş gördük/ Yaradandan ötürü” (Yunus Emre) anlayışı içinde, her inançtan ve milliyetten insana salt “insanlık” açısından yaklaşılır, ihtiyaçları karşılanır, misafir edilir, böylece farklı kültürler arasında iletişim de sağlanırdı.
Tekkeler, ayrıca edebiyat, mûsiki ve tarih ocaklarıydı. İnsanlar hayata karşı güçlenme ihtiyacı içinde tekkelere koşar, vahiy kaynaklı ahengin zemzeminde ruhlarını yıkar, Allah’a “kul” olup “kulluk”ta “kül” olmanın özgürleştirici nefesi altında güçlenirlerdi.
Başlangıçta tekke ve zaviyeler, tarikat şeyhleri tarafından seçilen yerlere inşa edilirken, Osmanlılar bir amaç doğrultusunda tercihi değiştirdiler...
Amaç emniyet ve âsayişi temindi... Bu yüzden yolculuk için tehlikeli olan yerlere tekke kurmaya başladılar.
Bu anlamda tekke ve zaviyeler, bir bakıma “karakol” işlevini de üstlenmiş oldu.
Bu süreçte ıssız dağ başları, tehlikeli boğaz ve geçitler tekke ve zaviyelerle doldu. Bunlar hem yol emniyetini sağlamakta jandarma karakolu işlevi görüyor, hem yolcuları ağırlıyor, hem ticareti kolaylaştırıyordu; bir yandan da askeri sevk ve idarenin sağlanmasına katkıda bulunuyorlardı.
Tekkede kalan farklı inançlara ve milliyetlere mensup yolcuların getirdiği haberler, Osmanlı Devleti’nin haber alma örgütüne mensup elemanları tarafından derlenip rapor haline getirildikten sonra Başkente gönderiliyor, bu sayede Başkent, fazla emek harcamadan çevrede olup bitenler konusunda bilgi sahibi olabiliyordu.
Tekkeler aynı zamanda tedavi merkezleriydi: Ruh ve sinir hastalıkları için tedavi merkezi olarak kullanılıyor, ruh hastaları, Avrupa’nın “İçine şeytan girmiş” (Batı’daki bu yaklaşım Ondokuzuncu Asrın sonlarına kadar devam etmiştir) diyerek ruh hastalarını diri diri yaktığı bir dönemde su ve musikinin de yardımıyla tedavi ediliyordu.
Daha ziyade telkin ve irşad yolu ile hizmet veren bu kurumlar, bir bakıma “şifahâne” gibi çalışıyorlardı.
Tekkeler semâhane, çilehane, türbe, derviş odaları, selâmlık, harem, mutfak, kiler, kahve ocağı, misafirhane gibi bölümlerden oluşuyordu.
Zaviyeler ise, tekkelerden daha küçük birimlerdi. Büyük yerleşim alanları dışında, küçük köy ve kasabalarla yollar üzerinde kurulmuştu.
Çevredeki dervişlerin toplanma yeri olmasının çok ötesinde görevleri vardı. Bunların başında, Türk dünyasından gelen misafirlerin yeme, içme ve barınma gibi zaruri ihtiyaçlarını karşılıksız karşılamak ve üç gün boyunca misafir etmek geliyordu.
Ayrıca, misafirlerin kimlikleri tesbit edilerek ilgili makamlara bildiriliyor, geldikleri bölgelere ilişkin bilgi alınıyor, onlar aracılığı ile de Anadolu'nun durumu Orta Asya'ya iletiliyordu.
Misafirlere gerektiği gibi hizmet etmeyen zaviye görevlileri, kadı'ya haber verilerek görevlerinden alınıyordu.
Zaviyeler, Ahîlik düşüncesinin bağlı bulunduğu inanç sisteminin, medreseye oranla daha da özgürleştirilmiş tefekkürün merkezleriydi. Öncelikli olarak da inancın ve kültürün gelişmesine hizmet ediyorlardı.
Ahî zaviyeleri, verdikleri bilgi, semâ ve musikî ile gönülleri fethetmiş; mimarisi, adab, erkân, kıyafet ve dekorasyonuyla geniş ölçüde fikir, irfan ve medeniyete önderlik yapmış birer eğitim ve öğretim kurumlarıydı.
Pek çok açıdan ve pek çok anlamda insanlara, hatta insanlığa yüzyıllar boyu hizmet eden tekkelerle zaviyelerin varlığına, 30 Kasım 1925’te çıkarılan 677 sayılı “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlar ile Bazı Ünvanların Men ve İlgasına Dair Kanun”la son verildi. Aynı kanun şeyh, paşa, derviş, mürit, dede seyit, çelebi, baba, emir, halife gibi ünvanların kullanılmasını da yasaklıyordu.
Ünvanların kaldırılması (ama hâlâ kullanılıyor) neyse de, tekke ve zaviyelerin -ıslahı mümkün iken- kaldırılmaları, “sohbet-muhabbet” geleneğimizi de yıktı. Bu yüzden, sözel kültürden gelen toplumumuzun iç âleminde derin boşluklar oluştu. Bu boşluğu doldurmak amacıyla kurulan “Halkevleri” ise milletin tek parti kurumlarına karşı gösterdiği dindarâne refleksinden gelen direnişi karşısında bir varlık gösteremediler.
Bu yüzden de boşluk hâlâ dolmuş değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi