Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Zaman mekânda billûrlaşır

Zaman mekânda billûrlaşır

Zaman mekânda billûrlaşır... İnsan mekânla bütündür, herkes ister istemez yaşadığı mekândan etkilenir... Mekânın insan üzerine kalıcı, hatta belirleyici tesirleri vardır.
Mesela, eski evlerin cephesi kıbleye dönük olduğu için Osmanlı insanı kıble yürekli olurdu… Kıbleye dönük evlerde “kıble yürekli insan”lar otururdu.
Odaların tavanları yüksek, duvarları genişti… Yüksek tavanlar ruhu dinlendirir, geniş duvarlar ufku sonsuza açardı.
Modern çağda beton, çelik, cam karmaşası tepemize çöktü. İrtifa ve ısıtma endişesiyle tavanlar ruhumuzu prese sokacak kadar alçaldı…
Duvarlar alabildiğine daraldığı için daracık mezarlarda yaşayan canlı cenazelere döndük.
Estetik değerlerimizdeki Batılılaşma, ruhumuzu tüketti.
Artık yıllardır alçak tavanlı daracık evlerde ufuksuz, umutsuz insanlar yetiştiriyoruz.
Ufuk ve umut olmayınca ahret analizi de olmuyor.
Tek dünyaya mahkûm olduk.

Eski insanımız iki dünyalıydı… Bir kapısı fani dünyaya, bir kapısı ebedi hayata açılırdı.
“Dünya ahretin tarlasıdır” anlayışı içinde yaşar, Allah’tan “Saadet-i dareyn” (İki dünya saadeti) dilerdi.
“Haram yiyen haramî (eşkıya-terörist) olur” anlayışıyla “Haram”a yaklaşmazdı…
Belki bu yüzden hayatlarında kriz olmaz, darlık olmaz, geçim sıkıntısı olmazdı.
Bugün ise ne yöneten, ne yönetilen, ne “dindar”, ne “laik”, “helâl” ve “haram” konusunda fazla hassas değiliz. Tüyü bitmemiş yetim hakkı yeniyor, eline fırsat geçiren milletin kanını emiyor.

“Nesl-i cedid”i özleyen Bediüzzaman’ın, “Kökü mazide olan ati”yi ömür boyu arayan Yahya Kemal’in, “Asım’ın nesli” diye diye ölen Mehmed Âkif’in muradını kavrayan insan, kendi geçmişi ve geleceğiyle hangi alanda, hangi anlamda ilişki kurabileceğini daha iyi anlıyor.
Ne çare nesiller arasındaki bağı koparmış, böylece geçmişimizi silerken geleceği riske sokmuşuz.
Kuşaklar arasında her an biraz daha derinleşen uçurumlar, tarihî eserlerimize de sinmiş gibi...
İki katlı cumbalı, yeşil panjurlu ahşap evlerle onların üstüne baykuş gibi tüneyen apartmanlar arasında derin uçurumlar var...
Biri kudret eliyle kondurulmuş kadar zarif, güzel, mânâlı, insanın yaradılış hikmetine uygun; diğeri gökten düşmüş bir meteor gibi savruk, dengesiz, estetikten yoksun...
Bizim nesil iki dünya arasında şaşkın mı şaşkın!
Mimarîdeki şaşkınlığımız tüm sosyal hayattaki şaşkınlıklarımızın bir parçası aslında. Ne Doğulu kalabildik, ne Batılı olabildik...
Doğudan esen ılık meltemler, Batıdan gelen fırtınalarda savruldu. Tüm hayatımız Doğu ile Batı arasına sıkıştı: Şaşkına döndük...
Müzikteki arabeskleşme bile bu şaşkınlığın eseri aslında. Hayatın arabeskleştiği yerde müzik orijinalitesini koruyabilir mi?.. Bizim hayatımız arabesk!
Sonuçta hem cumbalı evimizden olduk, hem huzurumuzdan, hem de “helal dairesi”nde yaşayan insanımızdan. Her şey bir birine bağlı...

Bayram ve tatiller çocuklarımızla buluşmamız ve onları milletimizin geçmişiyle buluşturacak sohbetler yapmamız açısından büyük fırsatlardır.
Normalde çok işimiz olduğu için ister istemez çocuklarımızdan kopuk yaşıyoruz. Aynı çatı altında ayrı dünyalardayız: Fikrimiz ayrı, zikrimiz ayrı, düşüncemiz ayrı...
Ramazan aile içi bütünleşmeye açılan büyük bir kapı idi, ama geldi geçti mübarek. Eğer ramazan boyunca çocuklarımızın yürek kapılarına ulaşıp açamadıksa, bayram bir başka büyük fırsattır...
Çünkü bayram sevgidir... Bayram hoşgörüdür... Bayram şefkat ve paylaşımdır. Bayramlar ortak sevinç günlerimizdir...
Bayramlarda kendiliğinden bir sevgi ekseni oluşur ve bu eksende yürekler yumuşar, dargınlar barışır. Bu bayramdan faydalanıp başta çocuklarımız olmak üzere, tüm sevdiklerimizin yüreklerine birer “yürek seferi” düzenleyebiliriz...
Onları “fark” edebilir, “idrak” edebilir, sevgi sözcükleriyle gönüllerini okşayabiliriz. Ve eşimizle, çocuklarımızla hayatı paylaşmaya çıkabiliriz.
“Aile hayatı” dediğimiz hayat, aslında bir paylaşmadır değerli dostlar: “Sevgi paylaşması”. Ortada “sevgi” kalmazsa aile de kalmaz.
Çoğumuz çocuklarımızı maalesef tanımıyoruz. Ancak birlikte vakit geçirirsek onları tanıyabiliriz. Onları tanıdığımız ölçüde anlayabilir, kavrayabiliriz.
Çocuklarımızı kulağından çok sık tutarız da iş yüreğinden tutmaya gelince ortalarda gözükmeyiz. Bayramlar, çocuğu yüreğinden tutmak için en müsait fırsatlardır. Normal zamanlarda yapamadıklarımı bayram sevinci içinde yapabiliriz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi