Nerede ve nasıl?
21. yüzyılda yaşayan Amerikalı Müslümanların durumuna göz atalım istiyorum, bugün. 1200 adet cami, 165 okul, 425 tane İslâmla alakalı sivil toplum örgütü ve 85 adet yayım kurumu. Evet, kölelik öncesi zaman dilimine uzanan bir geçmiş, sonra sivil savaş dönemindeki varlıkları dikkate alınsa da öyle veya böyle kitlesel görünürlüğün ve toplumsal bir güç oluşlarının başlangıcının 1950’lere kadar çekilebilmesiyle henüz bebek adımları atan körpe bir topluluk ABD Müslümanlarınınkisi. Aşmaları gereken engelleri de yeni gelişmekteliklerini yansıtıyor. Üç ana alanda çıkmazdalar mesela. Üçü de hem onları daha kompleks yani karmaşık kılıyor, hem de açıyor, onlara şeffaflık sağlıyor. Bunlar kimlik, katılımcılık ve değer yargıları krizleri başlıkları altında toplanabilir. Kimlik krizi ABD’de yaşayan Müslümanların “kim” oldukları sorusuna dürüst bir cevap arıyor. Onların çoklu aidiyetlerinin birbirleriyle nasıl uyum sağlayabildiğini veya uyumsuzluklarının neler olduğunu merak ediyor. Katılımcılık, kimlik sorusunun bıraktığı yerden alıyor ve bir adım daha ileri giderek bir Müslümanın dar-ul harp olarak tasvir edilen bu “yabancı” topraklarında toplumsal hayata katkısının ne seviyede olması gerektiğini araştırıyor. ‘Koltuğun ucunda oturup her an ayrılmaya hazır misafir olmalı ve öyle mi hissetmeli onlar, yoksa arzı cihat mekanı addederek zaman ve mekandan bağımsız bir varoluşla yanlışları eli yoksa diliyle değiştirmek suretiyle katılımcılığı savunan bir kitle mi olmalılar’ sorusuna cevap aranıyor. ‘Ucundan köşesinden biraz da ben tutayım derken dengeyi sağlayamamak ve böylece de yutulup yok olup gitme endişesi ile dışarıda ama aynı zamanda da dışlanmış kalmayı tercih etmek mi evla olan’ diye sorgulatıyor. Tabii dar’ul harp konusunu telaffuz edince de İslâm dünyası bu işin neresine düşer acep diye de biraz muzip, biraz haince sordurtuyor. Değerler sorgulamasında ise karşımıza siyasal katılımda sergilenecek genel ahlak kodlamasıyla ilgili sorunlar çıkıyor. Müslümanların kürtaj meselesine bakışı, homoseksüelliğe tavrı nasıl olmalı değil sadece, ama aynı zamanda da bu tutum hangi çerçevede ifade bulmalı diye soruluyor. Bu köşede daha önce de dillendirildiği gibi bunlar sadece ABD’de değil, Batı’da yaşayan Müslümanların gün be gün uğraşma durumunda kaldıkları meselelerin sadece bazıları. Aile değerlerine bağlılığı vurgulayan siyasi çizginin aynı zamanda da Müslümanlara göz açtırmayan çizgiye dönüşmüş olması, acaba diğer vagona atlayıp biraz rahat nefes alabilir miyiz diye sorarken, ama yoksa bu sefer de Lut’u ve kavmini hafızalardan silmekle mi itham oluruz diye dert yanılıyor. İşin dini boyutu bir kenara bırakılamayacak kadar insanı köşeye sıkıştırsa da, siyasi temsiliyetle alakalı genel etik anlayışı da bir o kadar bunaltıcı olabiliyor. Demokrasi kültürünün, çoğulculuk geleneğinin meyvalarını toplayıp, komşuda pişer bize de düşer mentalitesiyle geldik şu yaban ellere rahat diye içler titrek titrek çekilirken, sizi davet eden Amerikan hayat tarzının sizinle beraber başkalarını da davet ettiğini görünce de, misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini istemez acı gerçeğinin etkilerini bir nebze de olsa hafifletmek için, ‘el ele versek yok, tamam o olmaz, o zaman yan yana dursak olamaz mı acep’ diye sorduran da işte bu üçüncü çeşit açmazlar oluyor.
Bir kere karar verdiniz toplumsal hayata tam teşekküllü katılıma diyelim, bu sefer de buraların yolları bizimkilere benzemez, şöyle biraz bilgi edineyim diye çoğu Elijah Muhammed’in İslâm Milleti’nin kalıntıları olan yerli Amerikalı Müslümanlara yanaşınca da, yüzünüze git kardeşim işine denmese de, bir bakmışsınız ‘bizim önceliklerimiz sizinkilerden ayrıdır efendim’ mesajı bilinçaltınıza ışınlanıveriyor.
Bütün bu ahval ve şerait içinde giriyor sekiz milyon Müslüman bu yeni siyasi döneme. Umutlar endişelerle kovalanıyor, fırsatlar ağırdan almalarla imtihan ediliyor şimdilik. Bakalım Obama dönemi ABD Müslümanları için yeni bir açılımı da beraberinde getirecek mi? Bekleyip göreceğiz...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.