Terazi
İçinde ve üzerinde bulunduğumuz bu ülkede yaklaşık 70 milyon insan yaşamaktadır.
70 milyon insanın inanç ve amel kimliği ise yüzde doksandokuz Müslümandır.
Biliyoruz ki insan inanmakla mümin, inancının gereğini yaşamakla da Müslümandır.
Sayın Başbakan'ın İspanya seyahatinde iken başörtüsü ile alakalı görüş ve kanaatleri, o günün akşamında televizyon haberlerine taşındı. Gerek haber okuyan bazı spikerler ve bazı parti sözcüleri, açtılar ağzını yumdular gözünü. Ağızlarından çıkan o sözler, yüzlerindeki gerilim şekli yorumsuz olarak tartı aletine taşınırsa, onu tartacak tek terazi Rabbimizin terazisidir.
Parti seçimlerinde, başları daraldığında, doğal afetlerin oluşumundan sonra dinden, Allah'tan bahseden ilgili zihniyeti, tarafsız olarak terazide tartmak gerekiyor. Sonra da bir soru sormak gerekiyor, "Siz örtüyü, kabul etmiyor musunuz? İnkâr mı ediyorsunuz? Ve siz yüzde doksandokuzu Müslüman olanların dışında mı kalıyorsunuz?
Pakistan'ın büyük şairi Muhammet İkbal'in şu sözü, aslında tüm denilecek, konuşulacak sözlere nokta koymaktadır. Der ki İkbal:
"20. Asır Müslümanlarının birçoğunun kafası mümin ama ne yazık ki kalbi kâfirdir."
Bir cümlelik sözün açılımı gayet kolaydır: İnsan, kalbindeki imanıyla mümindir, kafasındaki malumat yığınlarıyla değil...
Belki çoğumuza ağır gelebilecek bu tespitlerin kaynağı, Neml Suresi'nin 14. ayetinde gizlidir. İlgili ayet: "Mucizelerin Allah tarafından gerçekleştirildiğini bildikleri, inandıkları halde, kibirlerinden dolayı inkâr ettiler."
Firavun, gördüğü mucizeler karşısında aklı ile Hz. Musa'nın peygamberliğini kesin olarak kabul etmesine rağmen, kalbi ile tasdik etmedi. Günümüzdeki Firavun mantıklı nice insanlar aynı yolu izlemekte, aynı inancı paylaşmaktadır. Başına kippa geçirerek Kudüs'e gidip ağlama duvarında tövbe eden ABD başkanının başındaki simgeye karşı suskun olan zihniyet, Allah'ın farzlarından bir farz olan örtü konusuna gelince tüm gücü ile saldırmaktadır.
TV kanallarını iğrenç ve pis kokucu kanal haline getiren bazı bukalemun tipler, her sözü, her hareketi kendilerinin aleyhinde görürler ki, bu tavır Kur'an terazisinde tartıldığında münafıklara ait bir sıfat olarak karşımıza çıkar.
Yeryüzü coğrafyasında inanan insanların en büyük sıkıntısı, mert kâfirler değil, tarafsız inkârcılar değil, sağduyu sahibi liderler de değil. Sıkıntı Müslüman gibi gözüküp veya Müslüman olduğunu söyleyip, kâfir gibi konuşan ve hareket eden tiplerdir. Bir zamanar bir Aziz Nesin vardı. öldü. Ama mertçe tavır alarak öldü. Ne demişti? Hatırladığım kadarı ile: öldüğümde ömrüm boyunca mücadele ettiğim, reddettiğim din kurallarına göre bana muamele yapılmasın...
Bir insan kâfir olarak da, mümin olarak da yaşayabilir. Allah, kafir insana zor kullanmaz. Bana inanacaksın demez. Dilersen inan, dilersen inkâr et, buyurur. Ve inkârın neticesine katlanmak, o insana aittir artık.
Peki, bizde durum nedir? İnancından, imanından dolayı insanlar kınanır, aşağılanır, baskı altında tutulur ve temel değerleri ile alay edilir. Bunu yapan insanlara bir de bakarsın ki, Teşvikiye Camii'nin avulusunda cenaze namazı kılmaktadır.
"Sıkmabaşlılar, çember sakallılar ülkeyi kararttı" der, öğle namazında soluğu Hacı Bayram Camii'nde alır ve namaz kılar.
"Başını kapatarak okumak isteyenler Arabistan'a gitsin" denir, bir de bakarsınız ki aynı zihniyet "Allah başımıza böyle felaketleri bir daha vermesin" diye dua eder. İşte bu benzeri tipleri her terazide tartamazsınız. Allah'ın terazisinde tarttığınız zaman da, tepkiler alırsınız.
Sözün sonuna geldik. Kafası mümin, kalbi inkârcı olarak yaşamak isteyenler, bu ülkeye zarardan başka bir şey getirmemişlerdir. Bukalemun tipler, ülke halkına ciddi plan ve projeler üretememişlerdir. Başarısızlıklarını, laiklik, demokrasi, cumhuriyet kavramlarıyla ört-bas etmek isteyenlerin ise yüzlerindeki maske düşmüştür. Böyle olunca netice gayet açık ve nettir:
"Gölge olma başka ihsan istemem."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.