Çarşaf, Atatürk'ü nasıl kurtardı!
FATİH UĞURLU'NUN YAZI DİZİSİNDEN...
Gazi Mustafa Kemal, çarşaf ve peçeye şiddetle karşıdır, kaldırılması için de bütün gücünü kullanmaktadır. Gazi, zaman zaman çarşaf giyen ve son nefesine kadar da tesettür olarak bu kıyafeti kullanan annesini hatırına getirir. Ardından Fikriye Hanım’dan sonra evlendiği Latife Hanım’ı gözünün önüne getirir. Latife Hanım da çarşaflıdır, ama yüzünü gösteren çarşaflı! Gazi, eşinin tüm Anadolu kadınlarına örnek olacak bir değişim geçirmesini ister... (mi?) Mesela sık sık verilen Cumhuriyet Balolarında salonda bulunan evli-bekar bütün çiftleri birbiriyle dans ettiren ve toplumu böylece fiilen asrileştirmeye çalışan Mustafa Kemal, “Latife çok güzel olsa onu almazdım, ben kıskanç bir adamım” diyecekti. O başkalarının eşi ile dans edebilecek, fakat Latife Hanım’la dans etmeye kimse cesaret edemeyecektir. Çünkü Atatürk batılı gibi düşünse de, kendisinin hayatı söz konusu olduğunda doğulu gibi yaşamaktadır.
'ESKİYE AİT NE VARSA HEPSİNİ YIKACAĞIZ'
GAZİ, LATİFE HANIM’LA BATILI GELENEĞİNE GÖRE EVLENDİ
Ünlü İngiliz yazarı Lord Kinross, Gazi ve Latife Hanım’ın boşanmalarını anlatırken bu ince ayrıntıyı yakaladığını şöyle ifade eder: “Batı usulü bir ilişkinin, eşitlik koşullarıyla bağdaşamayan bu iki Doğulu karakterin yalnız boşanmaları değil, bu boşanmanın biçimi de tuhaftı. Gazi, Latife Hanım’la evlenirken Müslüman geleneklerini bir yana iterek, töreni Batı ilkelerine uydurmuştu. Boşanırken ise, bir erkeğe sorgusuz sualsiz karısını boşamak hakkını tanıyan İslâm yasalarına göre davranmıştı. ‘Boş ol’ ya da ‘Bir daha yüzünü görmeyeyim’ demekle bu iş oluyordu. O da böyle yaptı. Bununla birlikte, aldığı kararın sertliğini, ikisi arasında anlaşma ile alınmış olduğunu bildirerek, yumuşatmaya çalıştı.”
ALİ ŞÜKRÜ BEY TEK BAŞINA MUHALEFET
Şimdi dönüyoruz Mustafa Kemal’in çarşaflı bir başka imtihanına. Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Meclis’te Gazi’ye tek başına bir anamuhalefet partisi gibi muhalefet etmekte ve adeta kök söktürmektedir. Bir gün Ali Şükrü Bey aniden kaybolacak ve Meclis’teki muhalif milletvekilleri “Katiller bulunsun” sesleri ile tüm çalışmaları kilitleyeceklerdir. Ortada olağanüstü bir durum olduğu belirginleşmiş ve gözler Mustafa Kemal’in yakın korumalığını yapan Giresunlu Topal Osman ve müfrezesine çevrilmiştir. Ali Şükrü Bey, en son Topal Osman’ın evine girerken görülmüştür. Şahitler, Osman Ağa’nın Samanpazarı’ndaki evinden canhıraş feryatlar duyduklarını söylemişlerdir. Aynı gün Topal Osman’ın kapısına eşya nakli bahanesi ile bir araba yanaşmış ve tuhaf bir eşya yüklenilmiştir. Bu şüpheli durum emniyete aksedince Osman Ağa ve adamı Mustafa Kaptan hakkında tutuklama kararı çıkarılıyor. Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Topal Osman’la dosttu. Evine davet edildiğinde aklına onun zehirli bir yılan gibi sokacağı gelmemişti. Topal Osman Ağa bir anda adamları ile üzerine çullanmıştı. Sonradan Ali Şükrü Bey’in elbisesinin düğmeleri de bu evde bulunacaktı. Boğuşma sırasında kopan düğmeler!..
Gazi’nin sırdaşı, silahşörü, fedaisi olan Kılıç Ali bu olayı hatıralarında anlatırken çok önemli bir ayrıntıyı, “Topal Osman’ın; Gazi’nin kendisini feda ettiğini anladığında çetesi ile beraber Çankaya’da Gazi’nin evini kuşattığı”nı gizlemektedir:
ÇADIR BEZİNE SARILI CESET
“Osman Ağa bulunamadığı için hakkındaki tutuklama kararı uygulanamamıştı. Ankara dolayında da araştırma yapılıyordu. Bu araştırmayı yapan Mülazım Kemal o zaman bana şunları anlatmıştı: Her tarafı aramış, taramış, ümitsiz olarak şehre döneceği sırada, bir iz dikkatini çekmiş. Sonra başka izler de görmüş. Bu izler onu, üzerinde sineklerin uçuştuğu bir toprak kümesine götürmüş. Kümeyi açtırmış, altından çadır bezine sarılı bir ceset çıkmış. Cesedin Ali Şükrü Bey’e ait olduğu belirlenmiş.
Cinayetin Osman Ağa tarafından işlendiği kanaati kuvvetleniyordu. Arama çalışmaları daha da yoğunlaştırıldı. Sonunda Osman Ağa’nın Papazın köşkünde olduğu tesbit edildi. Fakat öyle kolay kolay teslim olmayacağı biliniyordu. Cinayeti haber alan Gazi, çok üzülmüştü. Başyaver Salih Bey (Bozok) ile Binbaşı Rauf Bey’i Osman Ağa’ya göndererek, bu işi kendisinin yapıp yapmadığını dürüst olarak söylemesini istedi. Osman Ağa, cinayeti kendisinin işlediği iddiasını kesinlikle reddediyor, böyle bir şey yapmasına imkan olmadığını söylüyordu.
Gazi’ye göre, Osman Ağa derhal tutuklanmalı ve adalete teslim edilmeliydi. Bunun için İsmail Hakkı Bey’e (Tekçe) emir verdi. İsmail Hakkı Bey, kıtasını alarak Topal Osman’ın bulunduğu evin çevresini sardı. Osman Ağa’ya ‘teslim ol’ çağrısı yapıldı. Bu çağrı kabul edilmeyince çatışma başladı. Yarım saat süren çatışma sonunda Topal Osman yaralı olarak yakalandı. Yarası ağırdı. 20 dakika sonra hastaneye nakledilirken sedye içinde öldü.
Çatışma sırasında Giresun müfrezesinden 12 ölü, çok sayıda yaralı vardı. İsmail Hakkı Bey’in kıtasından da bir kişi ölmüş, iki kişi yaralanmıştı.”
Latife Hanım’ın kızkardeşi Vecihe İlmen, yıllar sonra o gece hakkında bilinmeyen önemli bir ayrıntıyı yakın akrabalarına anlatacaktı. O gece, Topal Osman, üzerinin çizildiğini anladığında adamları ile Çankaya’yı basmıştı.
Mustafa Kemal’in hayatını ise kaldırılması için canla başla çalıştığı bir siyah çarşaf kurtaracaktı:
“Milli Mücadele’nin lideri tehdit altındaydı. Kısa bir tartışma yaşandı. Önemli olan Mustafa Kemal Paşa’nın yaşamıydı. Ona bir şey olursa zaten hiçbiri hayatta kalamazdı. Dışarıdakilerle pazarlık başladı. Adet olduğu üzere ‘Kadınlar ve çocuklar önden çıksın’ dediler. Plan şuydu. Mustafa Kemal Paşa kılık değiştirerek kadınlar ve çocuklarla birlikte dışarı çıkacaktı. Fakat evin içinde de birilerinin kalması gerekiyordu. Latife muhafızlarla birlikte evde kalmaktan yanaydı. ‘Ben onları oyalarım’ diyordu. Mustafa Kemal Paşa önce şiddetle itiraz etti. Ancak Latife’nin inadını bilirdi. Vecihe bir çarşaf bulup getirdi. Mustafa Kemal çarşafı giydi, baldızı Vecihe ve hizmetkâr kadınlarla birlikte dışarı çıktı.
Latife de bu arada onun kalpağını kafasına takmıştı. Erlerden birine ‘Mutfaktaki portakal sandıklarını getir’ dedi. Sandıkları pencerelerin önüne dizdiler. Evde ışıklar yanıyor ve bahçeden bakıldığında içeridekiler fark ediliyordu. Boyunun kısalığı dışarıdan fark edilmemeliydi. Latife, portakal sandıkları üzerinde bir ileri bir geri yürüyor, dışarıdan gelen habercilerle iletilen mesajları evde Mustafa Kemal varmış gibi alıp cevap veriyordu. Ölüm tehdidi altında çeteyi oyalamayı sürdürüyordu. O sırada Mustafa Kemal, Topal Osman’a karşı yürütülecek harekâtı planlıyordu. Sonunda Topal Osman’ın adamları eve kurşun yağdırmaya başladılar. Ardından eve girdiler. Mustafa Kemal’in gittiğini anlayınca çılgına dönüp ne buldularsa parçaladılar. Onların aradığı Mustafa Kemal’di. Ama ellerinden kaçırmışlardı. O sırada Topal Osman çetesi muhafız taburu tarafından sarıldı. Latife’ye zarar vermeye zamanları kalmamıştı.” (*)
Bu olaydan sonra Giresun müfrezesi lağvedilerek yerine İsmail Hakkı Tekçe’nin kumandasında bir tabur kurulacak ve Gazi’nin koruması bu birliğe verilecekti.
(*) İpek Çalışlar; “Latife Hanım” kitabından alınmıştır.)
Siyah çarşafın sembolik boyutu
İslam devriminin ilk günlerinden itibaren, çarşaf, mecbur tutulan bir örtü şekli olmamakla birlikte, devrime katılan kadın kalabalıklarının siyah çarşaf örtmeyi tercih etmesi bu örtü şeklinin devrime bağlılığı çağrıştırmasında etkili olmuştur. Ayetullah Humeyni, hicabın ille de çarşafla sağlanamayacağı görüşünü zaman zaman ifade etmiştir: “Evet, İslâm’da kadın hicaplı olmalıdır; ancak bu hicabın ille de çarşafla sağlanması gerekmiyor. Kadın hicabı sağlayacak herhangi bir giysiyi seçebilir. Biz kadını bir eşya ve bir bebek gibi istemiyoruz, İslâm da bunu istemiyor. İslâm kadının insani kişiliğini muhafaza etmeyi ve ondan ciddi ve üretken bir insan meydana getirmeyi istiyor.”
Ayetullah Humeyni’nin gelini ve Kadınlar Cemiyeti’nin üyelerinden Fatıma Tabatabai, hicabın çarşafla özdeşleştirilmemesi gerektiği inancına şöyle anlatıyor: “Din, örtü istiyor. Çarşafı din söylememiş ve emretmemiştir. Herkes, çarşafın bizim toplumumuzun adeti olduğunu biliyor. Elbette çarşaf çok iyidir ve asaleti de vardır. Onu iyi koruyoruz. Her halükarda her kavim ve milletin bir kültürü vardır. Zararın en kötüsü, bir kavmi kendisine yabancılaştırmaktır. Neticede eğer (bir kadın) çarşaf giymediyse, fakat örtüsü varsa, ona gayri islâmi demeyelim. Çünkü çarşaf mutlak anlamda İslâm’ın elbisesi olmayıp, sadece örtünün en iyisidir. Diyebiliriz ki biz de onu seçmişiz. İmam’ın kayıt ve şartı da kültürel mesele ve adetlerimizi İslâm Dini ile karıştırmamamızdı.” Önemli olan hicabın, kadının zahiri güzellikleriyle değil, şahsiyetinin cazibesi ve güzelliği ile varolmasını sağlamasıdır. Kadın, Hakk’ın cemalinin simgesidir ve her değerli cevahir gibi zarar görebilir; bu yüzden de İslâm hicab kuralıyla kadının kötü düşünceli ve namahrem gözlerden korunarak suiistifadeye maruz kalmamasını amaçlamıştır.
İçişleri Bakanlığı Kadın Sorunları Müşaviri Zehra Secai, çarşafı en gelişmiş, mükemmel, vakarlı, ağırbaşlı hicap şekli olarak gösterir ama bu inancını toplumdaki bütün kadınlara, genç kızlara zorunlu bir kural gibi yükleyemeyeceğini de hemen ifade eder. Halkın çarşafın faziletlerini kendi kendine derketmesini sağlamak gerekir. Örtünün rengi, modeli ve niteliğinin seçiminde halkın serbest olması daha uygundur. Ancak bu arada, izlenecek politikalar ideal ve mükemmel islami hicaba götürecek doğrultuda oluşturulmalıdır.
Entellektüel islamcı bir yaklaşımda hicabın sembolik anlamı, antiemperyalist bir boyut kazanır. Bu bakış açısında hicabın özel bir rengi ve biçimi yoktur. Bütün bunları, yaşanan dönemin, içinde bulunulan çağın şartları ve talepleri belirler. Hatta içinde yaşanılan ülkenin iktisadi, siyasi ve sosyal şartları, özellikler; yerli kültür ve gelenekler tayin eder. Ancak hicap aile içinde bir gelenek, özel bir giyim ve adet halini aldığında; bu giyimle birlikte bütün kadınsı tahmili zaafları da bünyesinde taşımaya başladığında, hicabı koruduğu sanılan şey, alışkanlık eseri giyinilmiş, herhangi bir giysiden ve “çevre bunu gerektirdiği için” uyulmuş bir şekilden öteye geçmeyecektir.
Cihan Aktaş / Devrim ve Kadın
VAKİT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.