Garih dâvâsındaki “Kalp krizi”!..
İşadamı Üzeyir Garih'i “Ergenekon terör örgütü”nün katlettiği, Yener Yermez adlı gencin ise daha olayın meydana geldiği günlerde ısrarla belirttiğimiz gibi, bu işe “bulaştırıldığı” ortada...
Muhabirimiz Hakan Güneş, Garih'in yakın arkadaşı ve ithalat koordinatörü Doğan Kasadolu'nun, Ergenekon terör örgütü soruşturmasını yürüten Savcılığa verdiği dilekçeyi gözler önüne sererek, dosyanın 7 yıl sonra yeniden açılmasını sağlamıştı.
Ergenekon terör örgütünün, Garih'in birinci dereceden yakınlarını tehdit ettiğini ve kendisinin de yıllar sonra gerçekleri açıklamakla büyük risk aldığını belirten Kasadolu'nun ifşaatı tüyler ürperticiydi...
Maktul Üzeyir Garih'in torunlarından biri, cinayetten kısa süre sonra “polis otosu” tarafından kelepçe takılarak meçhule götürülüyor ve aile “olayın üzerine gitmemeleri” konusunda uyarılıyor.
Aksi takdirde, “ölümlerden ölüm, iftiralardan iftira beğen!..”
Aile de ne yapsın? Susmak ve torunları ABD'ye kaçırmak mecburiyetinde kalıyor!..
Garih ailesi o gün bugün suskun...
Hatırlayın lütfen; cinayetle suçlanan Yener Yermez'in avukatı Mustafa Yalçınkaya, bundan 7 yıl önce, “soruşturmanın derinleştirilmesini” talep ederken, Garih ailesinin hakkını savunan Taner Çöğenli hiç de oralı olmamıştı... Niçin olmamıştı?
Belli... Avukat kendi başına hareket edecek değil, müvekkili olan Garih ailesi “tehditlerden” dolayı “Bu iş bir an evvel gündemden kalkmalı, uzatmayalım” talimatını verince... Ona da, “Bize göre dosya tekemmül etmiştir...” (Tamamlanmıştır.) Bir başka ifadeyle; “Üzerinde daha fazla durulmasına gerek yoktur” demek düşmüştü!..
Bugün... Aradan yedi yıl geçtikten ve Ergenekon bağlantısına ilişkin iddialar iyiden iyiye kuvvet kazandıktan sonra avukat Taner Çöğenli'yi yeniden aradım...
“Dosyanın tekemmül etmediğini şimdi daha iyi görüyoruz” diyebilirdi...
Maalesef, böyle bir yaklaşımda bulunmadı.
Tersini de yapmadı aslında... Hiçbir şey yapmamayı, konuşmamayı tercih etti...
Ne diyelim; ateş düştüğü yeri yakar ve tehdit de en çok o aileyi etkiler...
Bundan dolayı, Garih ailesine “tehditlere pabuç bırakmasaydın!..” yollu “hamasi” tavsiyelerde bulunacak değiliz!..
Bu işler böyle; Sabancı ailesi, “Özdemir”lerinin kimler tarafından katledildiği konusunda çok önemli bilgilere sahip de olsa konuşamaz!..
Rahşan Ecevit, kocasının “kasten yatağa itildiğini”, dolayısıyla da “katledildiği”ni bilmez mi sanki!..
Doğrusunu isterseniz, Ergenekon'un üzerine iyiden iyiye gidildiği şu günlerde dâhi, Garih cinayetinin tam olarak aydınlatılabileceğine inanmakta zorlanıyorum.
Garih'in en yakınındaki isimlerden Kasadolu'nun “Ergenekon bağlantılarını” ortaya koyan ifşaatı kamuoyu vicdanında gerekli karşılığı buldu.
Yermez'in, Yazar Fehmi Koru'ya gönderdiği mektuptaki “Cinayeti üstlenmem için 1.5 milyon dolar teklif ettiler. Kendimi ve ailemi korumak için kabul ettim, başka çarem yoktu” ifadeleri, bu gencin “gürültüye” gittiğine dair kanaati pekiştirdi...
Peki bundan sonra ne olacak?.. Garih'in “gerçek” katilleri bulunur mu?.. “Sonuna kadar” gidilebilir mi?..
Bu konuda ne kadar ümitli olduğumuz meselesinin üzerinde fazla durmadan, “Bu sürece nasıl katkıda bulunabiliriz?” diye düşünelim...
Ve... Gerçeği samimiyetle ortaya çıkartamaya çalışan “soruşturma ekibi”nin dikkatine bir noktayı sunalım...
Efendim, hayli sıkıntılı bir mevzu... Bundan 7 yıl önce... Eyüp’te “Garih duruşmaları” başlamış... Dur bakayım, tarihi de 10 Kasım 2001.
Mahkeme heyetine Ali Asker Kazak adlı, son derece saygın bir hakim başkanlık ediyor.
Sürece şöyle bir göz atıyoruz.
27 Temmuz 2001'de bir başka duruşma var, Sayın Ali Asker Kazak bu duruşmaya “rahatsızlığından” dolayı katılmıyor... Yerine, bir başkası giriyor.
Sayın Kazak, bir sonraki duruşmada yine yok...
Tarih: 19 Eylül 2001,
Gerekçe: kalp krizi.
Bakıyoruz, Sayın Kazak'ın yokluğunda duruşmalara, 2004 senesinde emekliye ayrılacak olan bir hakim giriyor...
Bu hâkim de, 7 Kasım 2002 tarihinde, Garih ailesi ve haliyle de avukatına “Dosya tekümmül etmiştir” dedirten kararı veriyor...
Yener Yermez'in “müebbeti” böyle...
Ha bu arada... Avukatı Mustafa Yalçınkaya'nın “soruşturmanın genişletilmesine” dair taleplerinin reddine de, emekliliği yaklaşmışken birden bire “Eyüp”e gönderilen hâkimin karar vermiş olduğunu unutmayalım...
Efendim, böyle gerilere dönmüş araştırırken, aklımıza düşen soruları da bir kenara not etmişiz...
1- Hukuk camiası tarafından “son derece dürüst ve saygıdeğer bir kanun adamı” olarak nitelendirilen Sayın Hakimin geçirdiği kalp krizi, ani bir gelişmenin mi ürünüydü?
2- Yoksa, Garih duruşmalarından evvel de yoklayıp duran rahatsızlıklar vardı da, sıkıntı bu duruşmalarda mı tırmanış gösterdi?..
3- Hani, Garih'in “Ergenekon kurbanı” olduğuna ilişkin bulgulara her gün bir yenisi ekleniyor ve de bu örgütün ne denli şedit olduğu iyice ortaya çıkıyor ya... Sayın Hakim, o günlerde yoğun tehditler aldı da... Kalp krizi, bu tehditlerden kaynaklanan sıkıntının tezahürü müydü?..
4- O günlerde kalp krizi geçirmesinden dolayı “kararı bir başkasına bırakmak mecburiyetinde kalan” Sayın Kazak'ın halen Ağır Ceza Reisi olarak hizmet verdiğini biliyoruz... Aradan geçen dolu dolu yedi yıllık süreçte, Sayın Kazak birçok önemli davada ön plâna çıktı. Yıldız Teknik Üniversitesi'ndeki yolsuzluk iddiaları ve DISK Başkanı Kemal Türkler davasına mesela, bu Sayın Hâkim baktı. Kalp krizi malûm; “nüksetme” özelliği olan bir sıkıntı. Bu uzun yıllar içinde neler yaşadı Sayın Hakim?.
***
Soruları uzatmak istemiyorum... Sayın Hâkim’in dürüstlüğünden kimsenin şüphesi yok. Ben, burada “üzerine fazla gelinmiş olması” gibi bir duruma yoğunlaşmış bulunuyorum.
O günlerde, “medya” ve/veya “başka odaklar” kendisini hedef almış olabilir. Ve bundan dolayı da, yoğun bir gerginlik yaşamış... Kalbi rahatsızlanmış... Sonra da, (medya ve-veya başka odakların baskısının üzerinden kalkmış olmasından dolayı) iyileşmiş ya da iyileşemediği halde görevine büyük özveriyle devam etmiş olabilir.
Bunlar bizce meçhul... Öyle olduğu için de... Sayın Hakim'i aradık...
Ve aklımızdakileri sorduk... “Evde” kalp krizi geçirdiklerini ve bundan dolayı da “karar” duruşmasına katılamadıklarını belirtmekle yetinen Sayın Kazak, bu krizden sonra herhangi bir rahatsızlık geçirip geçirmediğine, ameliyat olup olmadığına dair bilgi vermemeyi tercih etti.
Ortada çok rastlanan bir durum olmadığından... Garih davası gibileri de ikide bir karşımıza çıkmadığından... Üzerinde durduğumuz noktalar merak konusu oluyor, haliyle...
Benim ilgilendiğim, yargının rahatlığı...
Sayın Hâkim, o günlerde yoğun baskı altında kalmadıysa ve rahatsızlığında bu baskının herhangi bir etkisi yoksa, mesele de yok demektir.
Varsa... İlgili mekanizmaların, “yargı bağımsızlığı” adına meselenin bu yanına bakmalarında fayda olduğunu söylemekle yetinirim.
Sayın Kazak gibi liyakatli, dürüst, vicdanlı hâkimlerimize sahip çıkmanın milli görev olduğunu ifadeyle bitirmiş olayım.