Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Helâl-haram ve tarih

Helâl-haram ve tarih

Devir, Kanunî Sultan Süleyman devri...
Sadaret (başbakanlık) makamında Hırvat asıllı meşhur Kehle-i İkbal Damat Rüstem Paşa (Kanunî’nin kızı Mihrimah Sultan’ın kocası) oturmaktadır.
Eski Osmanlı kaynaklarında bu zat “İbtida ebvab-ı rüşveti fetheden=devletin kapılarını rüşvete ilk açan” sadrazam olarak anılır. Hatta tarihçi Peçevi, Rüstem Paşa’yı, “Vazı-ı irtişa=rüşvet koyucu” olarak anar.
Buna rağmen hayır eseri vücuda getirme anlayışı Osmanlı insanının içine öylesine işlemiştir ki, tarihçilerin “iyi adam” saymadığı Rüstem Paşa bile çok sayıda hayır eseri yaptırmıştır. Biri Tekirdağ’da, öbürü İstanbul’da olmak üzere, kendi adını taşıyan iki de camisi vardır.
Rüstem Paşa’nın bazı Osmanlı tarihçileri tarafından “Kehle-i İkbal” unvanıyla anılmasının bir de hikâyesi var: Hoşluk olması açısından paylaşmak isterim.

Kanuni Sultan Süleyman’la eşi Hürrem Sultan, kızları Mihrimah Sultan’ı o tarihte Diyarıbekir Valisi olan Rüstem Paşa ile evlendirmeye karar vermişler…
Rüstem Paşa’nın saraydaki rakipleri Paşa’yı gözden düşürmek amacıyla hemen cüzzamlı olduğu yolunda bir söylenti çıkarmışlar…
Padişah da olayı yerinde araştırmaya karar verip Mehmet Çelebi’yi Diyarıbekir’e göndermiş.
O zamanın zamanında cüzzam hastalarına bitin gitmediğine inanılırmış. Mehmed Çelebi’nin görevi de damat adayı Rüstem Paşa’nın üstünde bit olup olmadığını araştırıp sonucu saraya bildirmekten ibaretmiş. Mehmet Çelebi gitmiş, araştırmış ve sonucu saraya bildirmiş: “Rüstem Paşa da bit var!”
Karar verilmiş: “Demek ki cüzzam hastası değil.”
Aşağıda okuyacağınız, “Bir insana talihi yar olunca, biti bile işe yarar” anlamındaki beyit işte bu olay üzerine söylenmiş:
“Olucak bir kişinin bahtı kavi talii yar/ Biti dahi mahallinde anın, işine yarar”.

Devir Sultan Üçüncü Murad devri...
Rivayete göre, İsfendiyaroğullarından Şemsi Paşa, (Türbesi Üsküdar sahilinde kendi adını taşıyan semttedir) vaktiyle Kastamonu havalisinde hüküm sürerken Osmanlılar tarafından fethedilen ülkesinin intikamını almak için plânlar yapmış, sonunda devletleri içten kemiren en amansız hastalık olarak rüşveti Osmanlı Devleti’ne bulaştırmaya karar vermiş.
Ve bir bahane ile Sultan Üçüncü Murad’a, seferde kullanılmak üzere, kırk bin altın vermiş. Huzurdan çıkınca sevinerek söyledikleri korkunç bir ibret tablosudur:
“Bugün ceddim İsfendiyaroğullarının (Kızıl-Ahmetlu olarak da bilinir) intikamını Al-i Osman’dan (Osmanlılardan) aldım. Anlar bizim ocağumuza su kodukları gibi, ben dahi anların ocağını söndürecek bir başlangıç düzenledim. Kırk bin altınlık büyücek bir lokmayı yutturdum. Bundan sonra bunlar rüşvet almaktan baş alamazlar ve rüşvet ilen devletleri sebat bulmaz!”
Nitekim bulmadı da…

Tabii genelde Osmanlı insanı haramı-helâlı bilirdi… Tarihçi Âşık Paşazade’nin anlattığı bir olay bunun tipik bir örneği…
Sultan İkinci Murad’a, artan savaş masraflarını karşılamak üzere, âcil para lâzım olunca varlıklı bir aileden gelen sadrazamı Çandarlı Halil Paşa’dan istemiş.
Vezirlerden Fazlullah Paşa, Padişah’ın borç istediğini duyar duymaz huzura koşup, “Kul kısmından borç alınmaz!” diye âdeta çıkışmış Padişah’a, “Padişahlara hazine gerektür! Müsaade buyrulursa size hazine toplayalum.”
Sultan İkinci Murad sakin sakin sormuş: “Nasıl toplayacaksun ey benum vezirum?”
Fazlullah Paşa cevap vermiş: “Ahali (halk) sayenüzde zengincedur, malları-mülkleri çokçadur. Bir yolunu bulup ellerunden almak münasiptur. Böylece hazine tedariki yapmış oluruz. Leşker (asker) gazadan (savaştan) geru kalmaz.”
Sultan İkinci Murad öfkeyle yerinden fırlamış: “Bre Fazlullah!..” diye kükremiş, “Bu nasıl söz söylemektur? Bilmez misun kim bizum mülkümüzde üç helâl lokma var: Bunlardan birincisi madenlerumuzdur, ikincisi vergilerdur, üçüncüsü harp ganimetleridur. Bizum leşkerumuz (askerimiz) gaziler leşkeridur kim kursaklaruna haram lokma girmez. Şol padişah kim leşkerine haram lokma yedurur, (bir padişah askerine haram lokma yedirirse) ol leşker harami (eşkıya) olur. Haraminin sebati yoktur. Bir küçük zorluk gördükte firara kadem basar. (zoru görünce kaçar). Biz leşkerumuze haram lokma yedurmezuz. Söyledüklerun duymaz olam.”
İşte böyle: Osmanlı Padişahı ile vatandaşı, aynı duyarlılık içinde hayatın “helal” ile çerçevelenmesine dikkat ederlerdi. “Haram yiyen haramî olur” anlayışıyla “Haram”a yaklaşmazlardı. Belki bu yüzden hayatlarında kriz olmaz, darlık olmaz, geçim sıkıntısı olmazdı.
Bugün ise ne yöneten, ne yönetilen, “helâl” ve “haram” konusunda hassas değiliz. Tüyü bitmemiş yetim hakkı yeniyor, eline fırsat geçiren milletin kanını emiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi