Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yaşama sanatı ve teknoloji

Yaşama sanatı ve teknoloji

1971 Temmuz’unda köyümden İstanbul’a gelip gazeteciliğe başlamış, iki senelik hummalı bir çaba sonucu İstanbul’a tutunduğuma kanaat getirince de, çocukları İstanbul’a aldırmıştım.
Bir süre sonra büyük oğlum geri döndü. Şehri sevmemişti. Çünkü kendini fazla engellenmiş hissediyordu. Özgürlüğünün iyice kısıtlandığını düşünüyordu.
Elektrik düğmelerine ya da prizlerine dokununca, “Dokunma çarpar”, televizyonu ellemeye kalkışınca, “Elleme patlar”, sokağa çıkmak isteyince, “Çıkma ezilirsin” diyorlardı.
Sonunda çocuk isyan etti: “Elektrik çarpar, televizyon patlar, telefon zırlar, buzdolabı hırlar, merdiven yuvarlar, sokak ezerse, burada nasıl yaşanır?” dedi ve dedesiyle birlikte köye döndü (Vaktiyle bu olayı çocuk hikâyesi formatında yazmış ve yayınlamıştım, çocuk kitaplarımın birindedir ama hangisinde doğrusu hatırlamıyorum).
***
Zaman zaman bu olayı hatırlayıp acı acı gülümsüyorum.
Köyden “böyük şeher”e geleli çok oldu…
Teknolojinin nimetlerine çoktan alıştık. Başlangıçta elle yazdığım, sonra zar zor daktiloya geçirdiğim yazılarımı ve romanlarımı yıllardan beri en modern bilgisayarlarda yazıyor, bir düğmeye dokunarak göndermek istediğim adrese gönderiyorum…
Bir düğmeye dokunarak sadece yazılarımızı göndermiyoruz, çamaşırlarımızı, bulaşıklarımızı da yıkıyoruz…
Hatta evimizdeki “elektronik eşya”ların çoğuna “uzaktan kumanda” ile hükmediyoruz. (Umarım birileri de aynı yöntemle beynimize ve yüreğimize hükmetmiyordur).
Televizyonumuz, radyomuz, müzik setimiz, DVD’miz, hatta perdelerimiz “uzaktan kumanda”lı!
Basıyorsunuz uzaktan kumanda âletinin düğmesine, televizyon açılıyor…
Basıyorsunuz uzaktan kumanda âletinin düğmesine, kanal aramaya başlıyor…
Basıyorsunuz uzaktan kumanda âletinin düğmesine, DVD devreye giriyor, istediğiniz sinema filmini ev ortamında seyrediyorsunuz…
Basıyorsunuz uzaktan kumanda âletinin düğmesine, ekmeğiniz yoğrulup pişiyor…
Basıyorsunuz uzaktan kumanda âletinin düğmesine çamaşırlarınız, bulaşıklarınız yıkanıyor; ışıklarınız yanıyor, sönüyor; perdeleriniz açılıp kapanıyor; buzdolabınızın ısısı ayarlanıyor, fırınınızın hangi saatte devreye girip yemeğinizi pişireceği belirleniyor…
Her şeye “uzaktan kumanda” ediyor insanoğlu…
Kendisi hariç, her şeye!
Ah şu teknoloji…
Teknoloji sayesinde kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi, bir düğmeye basarak her işimizi görmeyi öğrendik; ama basit bir sanatı unuttuk: “İnsan gibi” yaşamayı…
Köydeki gibi selamlaşmıyoruz…
Köydeki gibi yardımlaşmıyoruz…
Birbirimize hal-hatır sormuyoruz…
Şimdi “Site” dedikleri mahallemizde (hatta apartmanımızda) doğanlarla, evlenenlerle, ölenlerle ilgilenmiyoruz.
Mevsimlerin değiştiğini, kâinatın halden hale girdiğini, ağaçların yeşerip güllerin açtığını fark etmiyoruz…
Teknoloji domatesin, hıyarın (her ne kadar bilgisayarım bu kelimeyi “argo veya kaba sözcük” olarak tanımladıysa da değiştirmeyeceğim), kavunun, karpuzun ve aklınıza gelen gelmeyen tüm sebze ve meyvelerin tadını kaçırdı…
“Elma gibi” domates, “domates gibi” elma yiyoruz.
Bütün meyveler aynı lezzette; çünkü hepsi doğal olmayan yöntemlerle üretiliyorlar. İçlerine teknoloji girdi gireli, meyveler ve sebzeler, kendilerine has tadı ve kokuyu yitirmişler.
Tıpkı bizim gibi: Ne köylü kalabildik, ne şehirli olabildik…
Korkularımız bile bozuldu!
Eskiden sadece deprem olurken korkardık, teknoloji sayesinde deprem olmadan yıllar önce korkmaya başlıyor, yıllar boyu o korku ile birlikte ürpere ürpere yaşıyoruz…
Çünkü teknoloji “kesinlikle” depremin olacağını söylüyor…
“Ne zaman olacak?” diye zinhar sormayın, sorarsanız falcı ağzıyla konuşmaya başlıyor:
“Üç vakte kadar deprem olacak, milyonlarca insan ölecek!”
Biz de “Ha bugün, ha yarın” beklentisi içinde her gün ölüyoruz!
Öte yandan teknoloji kenenin her gün kaç cana kıydığını saati saatine söylüyor, bu yüzden evlerimizin bahçesine bile çıkmaya korkuyoruz.
İletişim teknolojisi sayesinde dünyanın öteki ucundaki felaketleri oluş aşamasındayken izliyoruz… İzmir şehir suyundaki arsenik miktarını an be an izliyor, “ah-vah” ediyoruz.
“Teknoloji harikası” bombalar, mazlumları katledip mamur şehirleri yaşanmaz yaparken içimiz kanıyor!
Çok korkuyoruz!
Teknoloji bir yandan hayatımızı kolaylaştırdı, ama içimize müthiş bir korku da saldı.
Korkularımız yüzünden hayatın tadını çıkaramıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi