M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Taksim Camii Niçin Yapılamadı?

Taksim Camii Niçin Yapılamadı?

MÜSLÜMANLAR iktidar oldular ama muktedir olamadılar. Muktedir olsaydılar Taksim’e çok güzel ve oldukça büyük bir cami ve İslâm kültür merkezi yaptırabilirdi. Birileri “Orası cumhuriyetçi laik bir meydandır, kesinlikle cami yapılamaz...” diye ter ter tepinip bağırıyor. Herhalde akıllarından zoru var. Taksim’de kubbeli kocaman bir kilise var da, niçin cami olamayacakmış? Kilise laikliğe aykırı değil de cami mi aykırı olacak?

Taksim camii bir semboldü. Müslümanlar bu sembolü yükseltemediler.

Taksim camii ve kültür merkezi niçin yapılamadı?

Dinsizlerin muhalefetinden dolayı mı? Hayır, yapılamaması sadece bu sebepten değil. Rivayet olarak işittiğim bazı hususları sizlere anlatsam kulaklarınıza inanamazsınız. Anlatamam, anlatmam doğru olmaz, fitne çıkar...

Karaköy’de, Adnan Menderes rejiminin yıktırttığı ve yeri boş duran Karamustafa Paşa Camii de pek âlâ aynen yeniden yaptırılabilirdi. Bu şirin ve sanatlı caminin projesini Sultan İkinci Abdülhamid Hân hazretlerinin ser-mimarı Raimondo D’Aranco, arnuvo üslubunda çizmiştir. Planları durmaktadır. Birkaç milyona bu iş halledilebilir. 1990’ların ikinci yarısında bu caminin tekrar yapılıp hizmete açılması için bir yazı yazmıştım; gayet iyi hatırlıyorum, Milliyet “Eygi Karaköy’de de cami yapılmasını istiyor” başlıklı provokatif bir haber yayınlamıştı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir devlet kadar bütçesi var. Niçin bu konuda himmet edilmez, anlamak zor.

Cağaloğlu’nda, Valilik yakınında Hadım Hasan Paşa medresesi, çocukluğumdan, 1940’lı yıllardan beri harabe halinde duruyor. Bu viran ecdat eseri bizim için bir yüz karasıdır. Şimdiye kadar kaç kez yazdım, restorasyonuna hâlâ başlanmadı. Orada bir Roma, Bizans kalıntısı olsaydı çoktan müceddeden ihya edilirdi.

Yahut filan tarihte falan zat burada ayakkabılarını bağlamış olsaydı yine ihya edilirdi.

Lütfen ezberleyiniz. Cağaloğlu’nda Hadım Hasan Paşa medresesi acınacak, utanılacak bir şekilde harap vaziyette bekletiliyor...

Bu restorasyon işinden birileri rant yiyebilecek olsaydı, çoktan imar ve tamir edilmiş olurdu...

Hadım Hasan Paşa medresesi kıyıda köşede, arada, dar bir sokakta kalmış bir İslâm-Osmanlı eseri değildir. Ana caddededir. Vilayet yakınındadır.

Yine Adnan Menderes’in iktidarında (1950-60) yıktırılmış olan Fatma SultanCamii, Gümüşhanevî dergahı da ihya edilebilirdi ama edilmedi.

Bu camiyi İslâm düşmanları kasıtlı olarak yıktırdılar. Haziresindeki mezarlıklar da yok edildi. O cami ve dergah bir kâbetü’l-uşşak idi.

Yakın tarihimizde Müslümanların ellerine yüz milyarlarca dolar geçti; birkaç milyon dolar harcayıp bu sembol eserleri yapamadılar, yeniden ihya edemediler.

“Valilik yakınında Beşir Ağa Camii veVilayet Camii var, yeni bir camiye ihtiyaç yoktur...” Böyle bir bahane geçerli olamaz. Benim çocukluğumda bir milyonluk İstanbul’da 120 bin Rum vatandaş yaşıyordu. Onları kaçırdılar, iki bin Rum kaldı. Onların o kadar çok kilisesi, ayazması var ki, bekçi bulmakta zorluk çekiyorlar ama kendi eserlerini yine de yaşatıyor, ayakta tutuyorlar.

Tekrar ediyorum: Taksim camii bir semboldür...Fatma Sultan Camii, Gümüşhanevî dergahı bir semboldür...Karaköy’deki Karamustafa Paşa Camii bir semboldür... Bunlar yapılacak, restore edilecek, ayakta tutulacaktır.

Hangi Müslümanda para, imkan, fırsat varsa bu işleri bu hizmetleri yapmakla yükümlüdür.

Böyle işler ve hizmetler plansız programsız yapılamaz. Önce sur içinden başlanacak; ilk önce tamir, restore edilmesi, canlandırılması gereken kaç eser varsa listesi çıkartılacaktır. Sonra bunlar için para bulunacaktır. O para bol bol vardır. Eksik olan kültür ve vicdandır.

Vakıflar idaresinin bu hizmetleri yapması gerekir.

Onun yapamadığı hizmetleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi deruhte etmelidir.

Bazı binaları hayrına büyük holdingler, zengin Müslümanlar restore ettirmelidir.

En Büyük Fitne: Mezhepsizlik...

MEZHEPSİZLERİN bazısı şöyle söylüyor: “Dört hak mezhep bölücülüktür. Mezhepler kalksın, Müslümanlar bir olsun...”

Gerçek tam tersinedir. Siz dört mezhebe yâni Hanefiliğe, Malikiliğe, Şafiiliğe, Hanbeliliğe mensup olup da tartışan, çekişen, kavga eden Müslümanlar gördünüz mü?Göremezsiniz. Çünkü fıkıh mezhepleri birleştiricidir. Usûl bakımından aralarında hiçbir esaslı farklılık yoktur.

Asıl fitne, fesat, çekişme, tepişme, zararlı ve yıkıcı ihtilâflar hep mezhepsizliktedir.

Her mezhepsizin kendi kafasına ve re’yine göre bir mezhebi vardır. Mezhepsizlik en büyük ihtilâf kaynağıdır.

Sünnilikle Şiiliğe gelince: Bu iki camianın kesinlikle tartışmaması, kavga etmemesi gerekir. Sadece iki tarafın alimleri müstesna. Onlar ilmî eserler yazarak tezlerinin doğru olduğunu savunabilirler. Halktan bir Sünnî ile bir Şiînin tartışması büyük fitneye sebebiyet verir.

Zaten aslında Şiîlerle tartışmanın imkânı yoktur. Çünkü onlarda taqiyye prensibi vardır. Kitaplarında “Taqiyye ve kitman bizim dinimizdir” diye yazılıdır. Bu durumda nasıl tartışacaksınız?

İslâm Ümmeti için büyük felâketlerden biri de Müslüman halkın dinî konularda birbirleriyle çatışmaları ve çekişmeleridir.

Bu verimsiz, zararlı, yıkıcı, güçten düşürücü, anarşi ve kaos getirici çatışmalar ve çekişmeler aramıza, Abdullah ibni Sebe’nin torunları ve takipçileri tarafından sokulmuştur.

İslâmî kesimde şu anda köpek sürüsü kadar casus, ajan, provokatör, yönlendirici, iki dinli bulunmaktadır. Her cemaatin, her tarikatın, her grubun içine sızmışlardır. İşleri güçleri Müslümanları birbirine düşürmek, kavga ve fitne çıkartmaktır.

Şiî kardeşlerimizin bu oyunlara gelmemeleri lazımdır. Şiîlikle Sünnîlik arasında dinî bakımdan uzlaşma olmaz. Herkesin mezhebi kendine olsun, kesinlikle tartışma ve çekişme yapılmasın.

Bendeniz kardeş ve komşu İran’ı gezdim. Çok memnun kaldım, bahtiyar oldum. Kadınlar tesettürlü, suç az, güvenlik ve asayiş var... Hayat ucuz... İran’da, kalacak bir yeriniz varsa ayda 300 dolara paşa gibi yaşanır. Bizde öyle mi?

İran medyasında ahlâksızlık, müstehcenlik, fitne ve fesat yok.

Benzinin litresi 30 kuruş.

Tabiî ki, turistlere mahsus lüks lokantalarda yemek yenilirse 300 dolara geçinilmez ama orta halli halk gibi yaşarsanız, gerçekten paşalar gibi yaşarsınız.

Osmanlı devleti ile Safevi İran yüzyıllar boyunca verimsiz savaşlarla birbirlerini yiyip bitirdiler. Artık Şiîlerle Sünnîler barış içinde, dostluk içinde, anlayış içinde yaşamalıdır. Bunun için de tartışmayı ve çekişmeyi bırakmalıdırlar.

Türkiye’yi, başta Alevîler olmak üzere Şiî mezhebine sokmak ham bir hayaldir. Böyle bir şeyin imkânı yoktur.

İran’da Sünnîlere baskı yapılıyor mu? Maalesef yapılıyor. Bu üzücü durumu bizzat İranlı Şiîlerin halletmeleri gerekir.

Türkiye’deki bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları, fıkha ve mezhebe sımsıkı bağlanmaları hususunda tekrar teşvik ediyorum, uyarıyorum. Mezhepsizlikten hayır gelmez.

Sünnî olsun, Şiî olsun bütün iman kardeşlerime selâm ve hürmetlerimi sunarım. Allah bizi fitnelerden, fesatlardan, kardeşliği bozan çekişmelerden muhafaza buyursun.

(Not: Şehvetlerini tatmin için, kimseye haber vermeden, kendi aralarında mut’a nikahıyla evlenen birkaç mezhepsiz Sünnî kökenli genç, sakın Şiî kardeşlerimizi ümitlendirmesin. Öylelerinden ne Sünnîliğe, ne Şiîliğe bir fayda gelir...)


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi