Ergenekon'da 'devlet' komplosu
Silivri'de devam eden Ergenekon terör örgütü davası ilgi çekici bir hal alıyor. Lider konumundaki sanıkların savunmalarındaki tezler, stratejileriyle ilgili ipuçları barındırıyor.
Psikolojik harekâtı çok iyi bilen ve uygulayan bir ekiple karşı karşıya olduğumuzu teslim etmek lazım. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, savunmasında devletin kendisine komplo kurduğunu ileri sürmüştü. Küçük'ün kurduğu çatının altını şimdi diğer bazı sanıklar dolduruyor. Akın Birdal suikastı hükümlüsü Semih Tufan Gülaltay, farklı bir yoldan dolaşarak aynı kapıya çıktı. Gülaltay, Danıştay cinayetiyle ilgili MİT Kontrterör eski Daire Başkanı Mehmet Eymür ve ekibinin incelenmesi çağrısı yaptı. Bu tablodan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkün: Ergenekon terör örgütü neredeyse suçüstü pozisyonunda yakalandı. Savunma yapmanın bir anlamı kalmadığını fark ettikleri için devlet komplosu tezini ince ince işlemeye başladılar.
"Devlet bizi azmettirdi, görev şuuru içinde bir şeyler yaptık" demeye getiriyorlar. Aslında onları azmettirenin devlet değil, kamu içinde gizlenmiş, devlet gücünü emelleri doğrultusunda kullanan memurlar olduğunu biliyoruz. Zaten iddianame de bu tez üzerine kurulmuştu. Bir taraftan 'devlet yargılanıyor, Türk Silahlı Kuvvetleri yargılanıyor' derken, diğer yandan devlet komplosu söyleminin sebebi, her halükarda devleti işin içine sokmak. 'O olmazsa bu' mantığı. Böylece her iki halde de kendilerine dokunulamayacağını düşünüyorlar. Sanıklardan MİT'te de görev almış emekli astsubay Orhan Tunç da dünkü savunmasında "Her ülkenin kırmızı çizgileri vardır. Kırmızı çizgiler derin devlet tarafından korunur." diyerek devleti işaret etti.
Gülaltay'ın ifadeleri içinde Tuncay Güney'le ilgili söylediklerinin altını çizmek gerekiyor. Gülaltay, Güney'in, Yozgat Cezaevi'nde yatarken binbaşı sıfatıyla kendisini ziyaret ettiğini anlattı. Gülaltay, şunları söylüyor: "Tuncay Güney, Yozgat cumhuriyet başsavcısından özel izin almış, cezaevi savcısının refakatiyle geldi. Görevli binbaşı olarak geldiğini söylediler. Binbaşı olacak yaşta değildi, bu nedenle şüphelendim. Devre arkadaşlarını, kimleri tanıdığını sordum. Veli Küçük tarafından gönderildiğini söyledi. Özel Harpçi olduğunu söylüyordu. Ancak elleri manikürlüydü. Sert konuştum, gitti." Burada dikkat çeken, Gülaltay'ın devre arkadaşlarını sorarak Güney'i imtihan etmesi. TSK ile bu kadar içli dışlı olduğu izlenimi veriyor. Aynı zamanda Güney'in, savcı nezaretinde bir cezaevinde siyasî suikast hükümlüsü ziyaret edebilecek konumda bulunduğunu anlatıyor. Veli Küçük'ten, Güney'i kendisine göndermediğini de öğrenmiş. 'O halde kim gönderdi?' sorusunun akıllara gelmesini istiyor.
Ergenekon sanıklarının psikolojik harp taktikleri 'devlet komplosu' ile sınırlı değil. Savcılar, sanıklar, gizli ve açık tanıklar üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Savcıların psikolojik dengelerini, takındıkları aşağılayıcı tavırla bozmayı amaçlıyorlar. Savcıların, suçun takibini kamu adına, Türk halkı adına yaptığını söylemeye gerek bile yok. Mahkeme heyetinin savunma hürriyetini koruması güzel, ama savcılara yönelik tavrın asıl muhatabının halk olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekiyor. Eskilerin 'mahkemenin mehabeti' dedikleri şeyi arıyoruz. Savcılar kadar gizli ve açık tanıklar da sistemli psikolojik yıpratmaya maruz bırakılıyor. Gizli tanıkların isimlerini açıklamak, tehdit olarak algılanabilecek sözler sarf etmek, mahkemenin rutini haline geldi. Mevcutlar dışında tanık ya da itirafçılığı düşünenlere gözdağı veriyorlar. Başta da söylediğimiz gibi bu yeni strateji aslında lider konumundaki sanıkların vaziyeti hiç de iç açıcı görmediklerinin işareti.