Yargıda iktidar savaşı

Yargıda iktidar savaşı

Belde belediyeleri üzerinde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay arasında ortaya çıkan ihtilaf, basit bir hukuk yorumuna dayanmıyor.

Yargı organlarının bildiğimiz ağırbaşlılığına pek uymayan sahneler, ihtilafın sınırlarını genişletiyor. Kurumlar arası rekabet mi? "Rekabet" kelimesi de durumu ifade etmek için yetersiz. Anayasa Mahkemesi'nin tam ortasından bölünmüş ve kutuplaşmış görüntüsü, yargının bütünü içinde çok daha derinde bir kavganın sürdüğünü anlatıyor. Anayasa Mahkemesi'nin belde belediyelerine dava açma tarihi olarak belirlediği 22 Mart tarihini, Danıştay 6 Aralık diye değiştirdi. Başta bu görüş ayrılığı iki kurum arasında rekabet olduğunu haber veriyordu. Ama Anayasa Mahkemesi'nin diğer üyeleri, kendi mahkemelerinin verdiği karara karşı çıkan bir açıklama yapınca, meselenin yönü değişti. En önemlisi de Danıştay ile Anayasa Mahkemesi arasında çıkan anlaşmazlıkta Danıştay'ın yanında tavır alan bu üyeler, asıl konu hakkında, yani hangi tarihin doğru olduğuna dair fikir beyan etmediler. Mesele bir hukukî konuda farklı görüşlere sahip olmak değil, bu hukukî konu üzerinden bir kavgaya girişmek. Özellikle Anayasa Mahkemesi üyelerinin verdiği fotoğraf, yargıda kurumlar düzeyini aşan, yargıçlar arasında yayılan bir iktidar savaşının sürdüğünü gösteriyor.

Askerin kendisine ülkeyi savunma görevini yerine getirmek için verilen silahı, iktidarı ele geçirmek üzere kullanması, kendisine verilen yetkiyle ilgili yaptığı bir yoruma dayanır. "Ülkeyi korumak" üzere kendisine kanunla görevler verilmiş ve yetkilerinin sınırları belirtilmiştir. Yetkisini bu kanunlara uygun kullanmak, ülkenin korunması görevini yerine getirmek demektir. Ama elindeki silahı iktidarı gasp etmek üzere kullanırken, kurallara değil, kendisinin öznel yorumlarına dayanır. Niyet iktidarı ele geçirmek olunca, her yerde korunacak bir şeyler bulur. Askerlerin sürekli tehlikelerden bahsetmesi ve kendilerinin ülkeyi koruma görevlerini hatırlatmaları bu yüzdendir. Ordunun elindeki silahlarla edindiği fiili gücün benzeri, yargıçların elinde yargı bağımsızlığı sayesinde var. Yargıçlar, yargılama görevinin sınırlarını tayin ederken, tıpkı askerler gibi "ülkeyi koruma" görevi üstleniyorlar. Kanunları yorumlamak ve uygulamak denince, hukukun yanında bu "koruma ve kollama" görevi öne çıkıyor. Yargıçların, yargı bağımsızlığına dayanarak yaptıkları bu genişletilmiş görev tanımı, tıpkı askerler gibi onlara geniş bir iktidar alanı açıyor.

Türkiye bugün derin bir sistem krizi yaşıyor. Anayasa Mahkemesi, hükümetin ve yasama organının kapısına çifte kilit astı. Anayasa Mahkemesi'nin anayasa değişikliklerini iptali yasama organını, AK Parti kapatma davasında verdiği karar ise hükümeti yargı vesayeti altına soktu. Ancak sonuç, sanıldığı gibi bir yargıçlar devleti değil. Yürütme ve yasama üzerindeki yargı ipoteği, sadece yönetemeyen demokrasiye ve siyasal sistem krizine yol açıyor.

Danıştay ile Anayasa Mahkemesi arasında, sonra da Anayasa Mahkemesi üyeleri arasındaki kavganın altında da, yargının elinde tuttuğu bu iktidar gücü duruyor. Güç o kadar büyük ki, sahipleri için bile bir rekabet alanı yaratıyor.

"Yargıçlar kararlarıyla konuşur" sözü, karşımızdaki tablonun yargının saygınlığına ne kadar aykırı olduğunu anlatıyor. Türk yargı sistemi, kendi yapısı içinde değişime açık. Ama iktidar rekabetinin, dolayısıyla siyasallaşmanın en çok bulaştığı anayasal ve idarî yargının kendini düzeltmesi zor. Yargının ana gövdesi Yargıtay'da; ama kavga hep anayasal ve idarî yargıda çıkıyor. Çünkü biri Parlamento'yu, diğeri hükümeti ve idareyi denetliyor.

Türk yargı sisteminin esaslı bir reforma ihtiyacı var. Bu reformun temeline ise, işbölümünü kaldırarak yargı birliğinin sağlanması yerleştirilmeli. İdarî ve anayasal yargı, yargının asıl gövdesinin bir parçasına dönüşmeli. Demokrasi, siyasetin hatalarını düzeltecek çareleri de gösteriyor. Ama yargıdaki siyasallaşmanın yol açacağı zararı engelleyecek hiçbir güç yok. Tıpkı şu anda yaşadıklarımız gibi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi